Boğaziçi Üniversitesi senato temsilcileri*
Ocak 2021’den beri Boğaziçi Üniversitesi’nin kurumsal kültürünü ve özerkliğini yok etme hedefiyle sürdürülen tüm müdahalelere rağmen bu yıl da YKS sınavında ilk bine giren 773 öğrenci Boğaziçi Üniversitesi’ni tercih etti. Bu kıymetli kurumumuz ülkemizin parlak gençlerine nitelikli eğitim-öğretim sunma sorumluluğunu üstlenmeye devam etmek zorunda. Bunun bilinciyle, Boğaziçi Üniversitesi Senatosu’nun seçilmiş üyeleri olarak, son 20 ayda üniversitemizin kurumsal kimliğine, akademik özgürlük ortamına ve kampüs yaşamına verilen ve maalesef dozları her geçen gün artan hasarları kamuoyunun dikkatine sunmayı görev addediyoruz.

Boğaziçililer, 2021 başından beri rektör atama süreçlerine ve üniversitenin demokratik yönetim kültürünü tamamen ortadan kaldırarak tüm karar yetkilerini tek elde toplamayı hedefleyen uygulamalara neden kuvvetle karşı çıktılar, karşı çıkmaya devam ediyorlar? Boğaziçi Üniversitesi ve onunla birlikte dünya ölçeğinde başarılarıyla ulusal ve uluslararası düzeyde haklı itibar kazanmış birkaç kamu üniversitemizin her biri, uzun geçmişleri boyunca evrensel akademik ilkeler ve etik normları çerçevesinde geliştirdikleri özgün bir kimliğe sahiptir. Bu köklü kurumların on yıllardır inşa ettikleri gelenek, teamül ve usullerin hızla lağvedilmesi bizatihi bu üniversiteleri tanımlayan ve saygınlıklarının temelini oluşturan kurumsal kimlikleri yok etmekte.
Boğaziçi Üniversitesi’nin kurumsal yönetim modeli, bir üniversitenin olmazsa olmazı akademik özerkliği temel alır. Bu bağlamda, yetki ve sorumluluklar tabana yayılarak paylaşılır; karar alma süreçleri en küçük birimler olan bölümlerde başlatılır; stratejik plan, kaynak kullanımı, istihdam ve akademik konulardaki kararlar üst kurullarda demokratik yollarla tartışma ve uzlaşmaya dayalı bir şekilde ortak akılla üretilir. Açıklık ve hesap verebilirliği önceleyen, denge ve denetim mekanizmaları üzerine kurulu bu model, kurum kimliğinin başat bir boyutudur ve geçmiş rektörlerimizle birlikte üniversite senatosu tarafından on yıllar boyunca oluşturulmuş yönetmelik ve yönergelerle tanımlıdır. Boğaziçi bugünkü başarılı konumuna kurumdaşlarının desteğini almış ve yetkilerini kurullar aracılığıyla şeffaf biçimde, tüm üniversitenin katkısını sağlayarak kullanmayı tercih eden yönetimler sayesinde gelmiştir. Burada ana hatlarını aktarmaya çalıştığımız kurumsal yapısını 1980 darbesi ürünü Yükseköğretim Kanunu’nun hiyerarşik ve antidemokratik çerçevesi dahilinde yaşatabilmiş ve geliştirebilmiştir. Ve elbette, 50 yıllık bir kamu üniversitesi olarak Boğaziçi hiçbir zaman denetimden muaf olmamıştır.
Boğaziçi Üniversitesi nasıl vasatlaştırılıyor?
Müdahalenin daha ilk aylarında, tepeden dayatılan iki fakülte (Hukuk ve İletişim) ve bir enstitü (Veri Bilimi ve Yapay Zekâ) kurulmasıyla hem senato ve üniversite yönetim kurulunun üye yapısı değiştirildi hem de üniversitede hızlıca kadrolaşma alanı açılmış oldu. İlk zamanlarda bu kurullarda iktidarını kuramayan üst yönetim üniversite kurullarının seçilmiş üyelerini etkisizleştirmek ve oy çokluğu elde etmek amacıyla dışarıdan geçici görevlendirme, suni ve çoklu vekalet, mükerrer oy kullanma gibi hukuka uygunluğu son derece şaibeli yöntemlere başvurdu. Takip eden aylarda ilgili üst kurulların kararı olmadan veya bu kararlar yok sayılarak idari ve akademik kadrolara görevlendirme, atama ve yükseltmeler yapıldı. Bunlar usul ve teamüllere olduğu kadar, ilgili yasal düzenleme ve mevzuata da açıkça ters düşen icraat örnekleriydi. Üniversitenin kurumsal işleyişine vâkıf birçok nitelikli idari personel görevlerinden alındı; yerlerine üniversite dışından, liyakatini ispatlamamış kişiler mevzuatın etrafından dolaşılarak üniversite yönetim kurulu onayı olmadan geçici görevlendirmelerle getirildi. Akademik programlara ve eğitim kadrolarına birimlerin görüşlerini yok sayan müdahalelerde bulunuldu: Bölümler tarafından açılma kararı alınan dersler kapatıldı; deneyimli hocaların dersleri iptal edilirken bölüm görüşü aksine tepeden atananlara ders açıldı. Üst kurullara danışılmadan yapılan kadro işlemleri, eğilim yoklamalarıyla belirlenmiş enstitü müdürlerinin atanmaması, onlarca kurul ve komisyonun işlevsiz hale getirilmesi, toplantılarda demokratik usullerin terkedilmesi akademik özerklik anlayışına ve paydaşlara karşı şeffaf ve hesap verebilir yönetim ilkelerine aykırı işlemlerdi.
Bu uygulamaların yönetim verimliliği ve akademik kazanım sağlamadığı, aksine eğitim ve araştırmanın niteliğine ciddi zararlar vermekte olduğu açıktır. Bu sorun ve kaygılar resmi ve gayri resmi yollarla defaatle üst yönetime ve YÖK’e iletildi; hatta YÖK Başkanı’nın kendisine bir rapor halinde sunuldu. Ancak bu çağrılar yapıcı bir karşılık bulamadığı gibi baskıların ve usulsüzlüklerin artmasına şahit olduk. Örneğin, mühendislik fakültesinin seçilmiş dekanı bir seneyi aşkın süredir atanmayarak dekan belirleme süreci YÖK tarafından sürüncemede bırakıldı; dekanlık halen rektör yardımcısı tarafından vekaletle yürütülmekte.
Müdahalenin ikinci yılında, eğitim fakültesi, fen-edebiyat fakültesi ve iktisadi ve idari bilimler fakültesi dekanları hukuka uyarlığı şaibeli gerekçelerle aynı anda görevden alındı ve kurum dışından dekanlar atandı. Fakültelere yapılan bu darbeyle birlikte, atanmış rektör ve ekibi üniversite yönetim kurulu ve senatoda çoğunluğu ele geçirmek üzere meşruiyetten uzak, akademik yapıyı bozan bir dizi müdahalede daha bulundular: Sosyal ve beşerî bilimlerde tüm lisansüstü çalışmaların merkezi olan sosyal bilimler enstitüsüne ve alanında yetkin öğretim üyelerinin görüşleri dikkate alınmadan kurulan veri bilimleri ve yapay zeka enstitüsüne kurum dışından müdürler atandı. Bir üniversite yönetim kurulu üyesinin üyeliği düşürüldü. Atatürk enstitüsü müdürü gerekçesiz olarak görevden alındı. Dayatılan yeni düzeni eleştiren kurul üyelerinin birer birer tasfiye edilmesi ve dışarıdan üye nakliyle oluşturulan mevcut senato ve üniversite yönetim kurulu artık Boğaziçi Üniversitesini temsil etmiyor. Bu kurullar kararların tartışılarak, ortak akılla alındığı bir yapıdan uzaklaşmış, rektörün otomatik onay merciine dönüşmüş durumda.
Kadrolaşmada son perde
Büyük çoğunluğu geçen sene içerisinde bu göreve getirilmiş, bazıları üniversitede tek bir saat ders vermemiş üyelerden oluşan bu senatoya getirilen ve alelacele onaylatılan ilk konu tahmin edin neydi? Üniversitenin mevcut öğretim üyesi atama-yükseltme kriterlerinin düşürülmesi! İlaveten, rektör ve dekanlara bölümleri tamamen devre dışı bırakma imkânı sağlayan istihdam süreçleri de aynı senato toplantısında kabul edildi. Bu şekilde, yalnızca tepeden inme kurulan fakülte ve enstitülerde değil, Boğaziçi Üniversitesinin yerleşik akademik birimlerinde de liyakat dışı kadrolaşma ve kayırmacılık dönemi başlatılmış oldu. Üst yönetimdeki tasfiyelerin ardından sıra bölümlere yapılan müdahalelere gelmişti. Nitekim 24 Ağustos 2022 tarihli Resmî Gazetede bölümlerin talep etmedikleri, kişiye özel olduğu izlenimi bırakan birçok kadro ilanı bölümlerin bilgisi dışında çıktı.
Doğrudan doğruya üniversitenin kurumsal kimliğine ve birikimine yönelik bu saldırılar karşısında kaygı, tepki ve taleplerini demokratik yollarla dile getiren öğretim üyeleri ve öğrenciler, kampüslerde orantısız bir polis gücüyle yapılan şiddetli müdahalelere maruz kaldılar, kalmaktalar. Her biri alanlarındaki yetkinlikleriyle uluslararası düzeyde tanınan öğretim üyelerimiz hakkında sudan sebeplerle disiplin soruşturmaları açılıyor ve bu bahaneyle akademisyenler birer birer görevden uzaklaştırılıyorlar. Mahkeme kararıyla geri dönen hocamızın görevine tekrar son veriliyor. Muhalif olarak algılanan öğretim üyelerinin yükseltmeleri geciktiriliyor, akademik çalışmaları ve görevlendirmeleri engelleniyor, emekli ve yarı-zamanlı hocaların ders vermelerine bölümlerin talepleri hilafına engel olunuyor. Akademik birim yöneticilerine, öğretim üyelerine karşı giderek artan dozda baskıcı, hakaretamiz ve saygısız bir tutum sergileniyor. On yıllarca öğrenci yetiştirmiş ve üniversiteye hizmet etmiş hocaların dersleri kapatılmakla kalmayıp kampüse dahi alınmamaları yalnızca Boğaziçi’nin değil, Türkiye’nin üniversite tarihinde bir utanç anı olarak kalacak.
Türkiye’nin en üst düzey araştırma üniversitelerinden biri olan Boğaziçi’nde araştırma merkezlerinin mekanları lojman olarak kullanılacakları ileri sürülerek, birikimlerinin gerektirdiği dikkat ve özenden uzak bir hoyratlıkla birer birer boşaltılıyor. İki sene öncesine kadar yükseköğretimin ana unsurları olan eğitim, araştırma ve topluma yönelik programları başarıyla sürdüren bu kurumda kamuya yönelik açık dersler ve programlar durma noktasında. Kampüs ve üniversite hayatının önemli bir unsuru olan öğrenci kulüplerinin faaliyetleri engelleniyor ve sansürleniyor.
Akademik özgürlük ayaklar altında
Boğaziçi Üniversitesi’nin yeterince yerli ve milli olmadığını ileri sürerek çağdışı, akıl dışı bir fetih hayaliyle müdahale edenler, bir yandan Boğaziçi’nin varolan kurumsal ve kültürel yapısına saldırırken diğer yandan bu kültürel sermayeden faydalanmak istiyorlar. Bunun en çarpıcı örneği, yeterli çalışması yapılmadan bir gecede kurulan, dışarıdan getirilen dekanı da yolun yarısında istifa eden Hukuk Fakültesinin öğrencilerini ülkenin en iyileri arasından almayı başarmasıdır. Bu ilginin nedeninin tepeden inme, halen bir profesör öğretim üyesi dahi bulunmayan hukuk fakültesinin meziyetleri değil, Boğaziçi Üniversitesi’nin mevcut kurumsal ve kültürel birikimi olduğu açıktır.
Ancak, kültürel birikimi gasp edip araçsallaştırmakla, bilimsel ve kültürel üretimi sürdürmek aynı şeyler değil. Bölümlerin ve enstitülerin uzmanlıkları ve birikimleri hiçe sayılarak, tepeden inme kararlarla liyakat gözetilmeden yapılan atamalar, paraşütle bölümlere indirilen kişiler; bu kadrolaşmaya koşut ilerleyen, bir mıntıka temizliğini andıran işten çıkarma, cezalandırma, uzaklaştırma, ilişki kesme gibi müdahalelerle dayatılan kışla işleyişi akademik özerkliği ayaklar altına almakta, Boğaziçi Üniversitesi’ni oluşturan yapı ve süreçleri yıkmakta. Bunun neticesinde öğretim ve araştırma kalitesinin düşmesi kaçınılmaz. Tüm bunlar, ülkemizin en değerli yüksek öğretim kurumlarından birini yok etmek, en iyi öğrencilerimizin iyi eğitim haklarını ellerinden almak anlamına geliyor.
Boğaziçi Üniversitesi’nin eğitsel ve akademik başarısının temelini oluşturan koşullar geri dönülmez şekilde bozuluyor, çağdaş akademik hedeflerden uzaklaşılıyor. Bu müdahaleye itiraz ediyoruz, çünkü bu gidişat sürdüğü takdirde bu kurumun Türkiye’nin geleceğini belirleyecek gençlerimize sunduğu nitelikli yükseköğretim imkânının yok olacağının farkındayız. Üniversitenin temeli olan yaratıcı, eleştirel ve sorgulayıcı düşüncenin ancak farklılıkların kabul edildiği, akademik özerklik ve özgürlüğün var olduğu ortamlarda yeşerebileceğini biliyoruz.
Bu yazıda saydıklarımızın hiçbiri ne yazık ki Türkiye’nin yakın üniversite tarihinde yeni değil. Yükseköğretim kurumlarımız uzun süredir anayasal hakları olan akademik özerklikten uzaklaşmış; kadrolaşmanın, kayırmacılığın ve liyakatsizliğin kıskacında kalmış durumda. Yeni olan, Boğaziçi akademisyenleri, öğrencileri ve mezunlarının bir bütün olarak bu açık kamu zararını kabul etmemeleri; hukuki yollara başvurmaları, kurum içinde üniversite işleyiş taleplerini sürdürmeleri, fikirlerini ve deneyimlerini kamuyla paylaşmaya devam etmeleri. Bu sahiplenme yalnızca Boğaziçi’nin değil, Türkiye’de üniversitelerin geleceğine dair en büyük umudumuzdur.
*
Ümit Bilge, Boğaziçi Üniversitesi Mühendislik Fakültesi Senato Temsilcisi
Gülcan Erçetin, Boğaziçi Üniversitesi Eğitim Fakültesi Senato Temsilcisi
Çiğdem Kafescioğlu, Boğaziçi Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Senato Temsilcisi
Ayşe Mumcu, Boğaziçi Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Senato Temsilcisi