Editöre not:
Bu haber Diken’in yazıişleri tarafından derlenmiştir. Kısaltıp kaynak belirtmek ve bağlantı vermek koşuluyla kullanılabilir. Lütfen emeğe saygı gösterin, ‘kopyala yapıştır’ yapmayın.
SERTAÇ ÇOMAK
@sertaccomakk
sertaccomak@diken.com.tr
TİP listelerinden seçime giren Yeşiller Partisi eş sözcüleri Özlem Teke ve Koray Doğan Urbarlı; yeşil siyaseti, çalışmalarını ve hedeflerini anlattı.
Hedeflerini ‘dünyamızın iyice çıkmaza giren sorunlarına doğayı merkeze alan ve toplumların hiçbir ferdini geride bırakmayan somut ve gerçek çözümler üretmek’ olarak tanımlayan Yeşiller, 21 Eylül 2020’de parti kurmak için gerekli belgeleri İçişleri Bakanlığı’na teslim etmişti. Bakanlığın evrakları onaylamaması üzerine tüzel kişilik kazanamayan Yeşiller, hukuki süreç başlatmıştı.
Eylül 2022’de mahkeme bakanlığın tutumunu hukuka aykırı bulmuş ve işlemin yürütmesinin durdurulmasına oybirliğiyle karar vermişti.
Bakanlığın davayı götürdüğü istinaf mahkemesi de 27 Şubat 2023’te bu yönde karar vermişti.
Fakat bakanlık, mahkeme kararına rağmen ‘alındı’ belgesini vermeyerek Yeşiller’in kuruluşunu yaklaşık iki buçuk yıldır engelleme devam ediyor.
Partinin eş sözcüleri Özlem Teke (İstanbul 3’üncü bölge beşinci sıra) ve Koray Doğan Urbarlı’ya (İstanbul 2’nci bölge dördüncü sıra) sorduğumuz sorular ve cevapları şöyle:
Yeşiller Partisi olarak TİP çatısı altında seçime katılıyorsunuz. Bu süreç nasıl gelişti?
Teke: Partinin kurulamamasının siyaset yapmamıza engel olması söz konusu olamazdı. Bu süreçte başta iklim krizi olmak üzere odağımıza aldığımız alanlarda politikalar üretirken siyasi partilerle görüşmelerimizi sürdürdük. TİP ve Erkan Baş, önce sesimizin duyurulmasında TBMM kürsüsünü açarak ve kendi listelerinden aday olmamıza verdiği fırsatla alan açma siyaseti açısından önemli bir katkı sunmuş oldu.
Yeşil siyasetin duyurulması ve topluma politikalarımızı anlatmak için eş zamanlı olarak kendi kampanyamızı yürüterek seçim atmosferinin sunduğu ilgiyi en iyi şekilde değerlendirmeye çalışıyoruz. Siyasi blokaj ve medyada yer bulamamak gibi tüm olumsuzlukları bu süreçle aşmak ve uzman olduğumuz alanlarda mecliste yer alarak muhalefet edebilmeyi amaçlıyoruz.
Urbarlı: Özlem’in de bahsetmiş olduğu gibi bu işin bir mazisi var. Yaşadığımız hukuksuz süreçte bir çok parti bize destek oldu. Var olduğumuzu ve fikirlerimizi kamuoyuna anlatmamıza vesile oldular. Türkiye İşçi Partisi ve yöneticileri ise destek olmanın ötesinde bir paylaşımda bulundu bizimle. Bu sadece stratejik bir durum değil aksine fikri de bir durumdu. Bugünün sorunlarına farklı başlıklar ekleyerek fotoğrafı tamamlayan partileriz.
‘Oy veren de vermeyen de sempatiyle bakıyor’
Bölgelerinizdeki seçim çalışmasında TİP’e yönelik nasıl geri dönüşler alıyorsunuz? Yurttaşların öncelikli talepleri neler?
Urbarlı: Öncelikle şunu belirtmek isterim. Meclis kürsüsünün ne kadar önemli olduğunu ve iyi kullanıldığında nasıl bir fark yaratacağını gösteriyor bize TİP’in aldığı tepkiler. Her seçim dönemi 550-600 vekil oraya giriyor ama o kürsüyü doğru kullanmak çok önemli. Toplumdaki kutuplaşmadan biz de payımızı alıyoruz elbette. Bir bölüm insanın TİP’in adını gördüğünde uzaklaştığını ve bakışların değiştiğini yaşadım. Bu benim için ilginçti.
Fakat çok daha geniş kesim ise, bunun içinde oy veren de vermeyen de var, sempatiyle bakıyor. Fatih’in bir semtinde de, Nispetiye gibi çok zengin bir semtte de aynı duyguyla insanların yüzümüze baktığını ve o duygunun umut olduğunu söyleyebilirim. Taleplere gelirsek, hayvan hakları çok öncelikli geliyor. AKP dönemiyle hesaplaşma onu takip ediyor. Haklar ve özgürlüklere duyulan özlem de eksik olmuyor.
‘Yeni bir siyasetin önü oldukça açık’
Teke: Yoğun bir ilgi olduğunu, tahminlerimizin ötesinde bir sempati ve oy verme eğilimini gözlemliyoruz. Mecliste yapılan muhalefetin, az sayıda vekille yaratılan etkinin adaylıklarla doğru bir şekilde beslendiğini düşünüyorum.Toplumun baskılandığı on yıllar, ekonomik çöküş, kısıtlanmış özgürlükler, hak ihlalleri eğitimden sağlığa yıkıcı politikalara karşı solda, popülizmi doğru kullanabilen hedefleri örgütlenme yeteneği ve bağımsız olma iradesiyle farklılaşan yeni bir siyasetin önü oldukça açık.
Seksenli yıllardan beri inşa edilen neoliberal kapitalist politikaların derinleştirdiği yoksulluk, makas açan eşitsizlikler ve tek adam rejiminin baskıladığı tüm kesimlerin sesinin duyurulması, hakkının savunulması öncelikli talepler. Kitleselleşmeyi başarmış bir sol Türkiye’nin yeni yüzyılında belirleyici, dönüştüren yeni bir siyaset anlayışını mümkün kılabilir.
‘Bu yarış bir direniş alanı’
Yeşiller Partisi’nin kuruluşu, mahkeme kararına rağmen iki buçuk yıldır İçişleri Bakanlığı tarafından engelleniyor. Biriniz aynı bölge olmak üzere, iki bakanla aynı şehirde yarışıyorsunuz. Bu yarış hakkında ne düşünüyorsunuz?
Teke: İki farklı düzlemden bakabiliriz. Birincisi İçişleri Bakanlığı’nın adaletsizliklerle özdeşleşen konumu ve Yeşiller’in payına düşen haksızlığa karşı bu yarışın bizim için bir direniş alanı olması. Muktedirler gri bir alanda kırtasiye sorununa hapsedip, siyaset yapmamızı engellemek isteseler de TİP’le ortaklaşmayı başararak bunu boşa düşürebildik. Bizim için adaletsizlikler örüntüsü içinde de olsa bu yarışta olmak yeşil siyaseti var edebilmek bir şans.
İkincisi ise genel anlamda seçim sisteminin adaletsizliği ile ilgili ancak bu adaletsizliklere uzun yıllar iktidarda olmanın getirdiği tahakküm mekanizmaları ve kamu kaynaklarının fütursuzca kullanılması eklenince ortaya çıkan tablo korkunç. Seçimlere katılmış ve ülke barajını geçmiş olan partiler Hazine yardımından yararlanabiliyor.
En fazla yardımı AK Parti’nin aldığı, HDP’nin hesaplarının bloke edildiği, TİP’in ve bizim gibi küçük partilerin kendi dayanışma ağlarıyla seçimi finanse etmeye çalıştığı bir yarıştayız. Seçim sürecinde istifa etmesi gereken bakanlar hala görevde. Muhalefeti kolluk gücüyle baskılamak, YSK’nın seçim sonuç sistemine erişim ve türlü çeşitli iktidar olanakları gibi büyük büyük adaletsizliklere her gün yenileri ekleniyor.
‘Murat Kurum İstanbul seçmenine, yıkıcılığın garantisini veriyor’
Murat Kurum’un Çevre Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanı olarak İstanbul adaylığını özellikle ironik bulduğumu söyleyebilirim. Ak Parti’nin yerel ve merkezi yönetimde bulunduğu uzun yıllar boyunca kentin tarihi, kültürel dokusundan, hafızasına, ekolojik alanlarından sosyolojisine uzanan yıkıcı müdahaleler neredeyse her yerin ekokırım suç mahalline dönüştüğü, imar ve rant üzerinden yandaş kaynak aktarımının en uç örneklerine şahit olduk.
Kentin kuzeyine çakılacak bir çivinin bile ihanet olacağını söyleyenler, üçüncü köprü, yol, havaalanı projelerini bilim insanları, STK’lar ve halka rağmen gerçekleştirerek kent suçlarına yenilerini ekledi. Her fırsatta Kanal İstanbul Projesi ısrarını dile getiren Murat Kurum İstanbul seçmenine, bu yıkıcılığın süreceğinin garantisini veriyor.
‘Bu yarış adil değil, adil olmaması da kanıksanmış durumda’
Urbarlı: Ve galiba Murat Kurum bir sonraki seçimde AKP’nin İBB adayı olacak. Öyle de bir söylenti var.
Benim bölgemde ise durum biraz daha ilginç bizim açımızdan. Nerede konuşma yaparsak ya da bir seçim irtibat bürosu açarsak ya sivil ya da resmi polisler oluyor. Haklarını yemeyelim bir sorun yaşamadık ama oluyorlar. Polisler kime bağlı? İçişleri Bakanı’na. İçişleri Bakanı kim? Benim bölgemde AKP’nin birinci sıra adayı. Hem düzen sağlayıcı hem de oyuncu.
Böyle bir oyuna adil diyebilir miyiz? Mahalle maçında bile hakem olan kişi maça girmez. Sokakta çalışma yapıyoruz. Hatıra fotoğrafı çekilmek için duruyoruz. İlk önce polis fotoğraf çekiyor. Fotoğraf bana gelmeden Soylu’ya gidebilir yani. Bu yarış adil değil. Daha da kötüsü adil olmaması da kanıksanmış durumda. Yarışın adaletsizliğini sözlerimiz ve politikalarımızdaki güç farkı ile kapatmaya çalışıyoruz.
‘Doğayla uyumlanmayı başaramazsak gezegenle birlikte yok olacağız’
Daha önce parti ilkelerinizde de belirttiğiniz üzere ‘sosyal, ekonomik ve çevresel sorunların birbirleriyle derinden ilişkili olduğuna’ inanıyorsunuz. Bunu biraz açabilir misiniz?
Teke: Temel ilkelerimizde yer alan insan merkezli değil, doğayı temel alan anlayış bu ilişkiyi kurmamızı sağlıyor. Tarım ve yerleşik hayatla başlayan, sanayi dönemiyle derinleşen sistem, sosyal metabolizmayı hiçe sayarak, büyüme odaklı bir anlayışla bizi bu çoklu krizler çağına getirdi. Doğayla, iklimle uyumlanmayı başaramazsak gezegenle birlikte yok olacağız. Neoliberal kapitalist politikalar, kapitalizmin en vahşi uygulamalarıyla sürdürülemez, entropisi yüksek bir ekonomik modeli dayatırken sosyal ve ekolojik krizler derinleşerek yıkımlara neden oluyor.
Covid-19 salgını bir miktar bu bağın kurulmasına neden oldu diyebilirim. Ekonomik sistem, doğal alanlar üzerindeki insan baskısı, milyonlarca hayvanın korkunç çiftliklerde sefalet içinde yaşadığı endüstriyel hayvancılık sağlık krizinin en önemli sebebi olarak biliminsanları tarafından zaten dillendirilmişti.İklim krizi tüm kırılganlıkları daha da arttırıyor. Tarım ve müştereklere dayalı bir ekonominin bileşeni olan küçük çiftçiler, köylüler kuraklık sel gibi aşırı iklim olayları nedeniyle gelirini ve yaşam alanlarını kaybedebiliyor. Kent çeperlerinde yeni kent yoksullarına dönüşüyorlar.
Sosyal, ekonomik ve ekolojik krizlere yanıtı ancak aralarındaki bu ilişkiyi gözeterek verebiliriz. Suriye’de iç savaşı besleyen sürece, kuraklığa karşı alınmayan önlemler ve sonuçta iç göçlerle sarsılan sosyolojik koşulların neden olduğu BM raporlarına yansımıştı. Bunun gibi çok sayıda örnek var. Darfur’da yaşananlar, çoğu kez etnik çatışmalara evrilen bu süreçlerin iklim ve ekolojik kriz bağlarını ortaya koymak gerekiyor.
‘Bir tane soğana üçlü kriz sığıyor’
Urbarlı: Bugün en çok neyi konuşuyoruz? Bu seçimin simgelerinden biri nedir? Soğan. Soğan neden pahalı? Üç neden sayalım. Öncelikle ekonominin berbat yönetilmesi. Burada kuşku yok. Sonrasında Türkiye’deki sosyal ve ekonomik politikalar vesilesiyle kırsalın boşaltılması. Köylülerin ucuz işgücü olarak kente gelmesi. Son olarak da kuraklık ve gıda politikalarındaki yanlışlar. İşte bir tane soğana sığıyor aslında bizim üçlü kriz tanımımız.
‘Kömürden çıkışı ilk ve en önemli adım olarak görüyoruz’
Yeşil siyasete dair Meclis’te neler yapacaksınız? Sizce Türkiye’de bu bağlamda atılması gereken öncelikli somut adımlar neler?
Teke: Öncelikli somut adımların, odağımıza aldığımız iklim politikaları alanında olmasını bekliyoruz. İklim krizi insanlığın karşı karşıya olduğu en önemli sorun. Küresel mücadeleyi gerektirdiği için uluslararası anlaşmaların gereklerinin yerine getirilmesi şart. Türkiye iklim politikaları açısından inkar ve manipülasyon seçtiği yolu terk etmek zorunda. Paris İklim Anlaşması’nın gerekleri yerine getirmeli.
2030 emisyon azaltım hedefi ve 2050 net sıfır yolunda ciddi politikalara ihtiyaç var. Gerçekçi bir emisyon azaltım hedefi için, kömürden çıkışı ilk ve en önemli adım olarak görüyoruz. İklim krizine neden olan emisyonların yaklaşık yüzde 70’i enerji üretiminden kaynaklanıyor. Yenilenebilir enerji dönüşümü için gerekli düzenlemeler, fosil finansmanından vazgeçilmesi, yeni termik santrallerin yapılmaması ve planlı bir adil geçiş süreciyle adil dönüşüm gerçekleşmek zorunda.
Yenilenebilir enerji yerel ve demokratik bir enerji modelini mümkün kıldığı için, yurttaşların katılımı ve gelir elde edebileceği enerji kooperatifleriyle başka bir ekonomik patikaya geçebiliriz. Avrupa Yeşil Mutabakatı, Birliğin 2050’ye kadar net sera gazı emisyonlarının sıfırlandığı, ekonomik büyümenin kaynak kullanımından ayrıştırıldığı (decoupling) ve kimsenin ve hiçbir bölgenin geride bırakılmaması temel hedeflerini içeren stratejisiyle, emisyonları azaltırken iş imkanları yaratacak ve yaşam kalitesini artırmayı hedefliyor. Türkiye’nin politika kaynaklı yapısal krizlerden çıkışı, iklimle uyumlu bir dönüşümü tasarlayan Avrupa Yeşil Mutabakatı ile uyumlanma ile gerçekleşebilir. Yeşiller bu kapsamda sıkı bir muhalefetin örgütleyicisi olacaktır.
‘Sözümüz asla sadece bizim sözümüz olmayacak’
Urbarlı: Şimdilik muhalefette olacağımızı düşünürsek yapılabilecek en önemli hareketin o kürsüyü Yeşiller’in uğruna mücadele ettiği herkese açmak olduğunu düşünüyorum. Biz çevresi bilim insanları, uzmanlar, bir sorundan doğrudan etkilenenler ve etkilenecekler ile çevrili bir hareketiz. Sözümüz asla sadece bizim sözümüz olmayacaktır. Sorunu biliyoruz. Çözümü biliyoruz.
Meseleyi kısa tutmak: Rüzgar ve Güneş
Akkuyu Nükleer Santrali’nin ‘nükleer santral’ statüsünü aldığı gün düzenlenen açılışı protesto etmek için Mersin’deydiniz. Sizce Türkiye, enerji konusunda nereye yönelmeli? Hangi adımları atılmalı?
Urbarlı: “Sorunu biliyoruz. Çözümü biliyoruz” demiştim biraz önce. Nükleer ve enerji konusunda tam olarak durum bu. Fosil yakıtlara dayalı bir enerji sistemimiz olamaz. Yeter mi? Yetmez! Nükleer gibi merkezi, eski ve aslında kendisini değil nostaljisini konuştuğumuz bir enerji sistemimiz de olamaz. Hele hele Akkuyu Anlaşması gibi hiç olamaz.
Çözüm basit ama uzun erimli. Öncelikle tüketimimizi azaltmamız lazım. Açık havayı ısıtarak, geceleri gökdelenleri aydınlatarak bir enerji politikası oluşturamayız. Sonrasındaysa yapılacak olan enerjiyi ürettiğimiz yer ile tükettiğimiz yerin arasındaki mesafeyi olabildiğince kısa tutacak sürdürülebilir ve temiz enerjiye geçmektir. Bu da rüzgar ve güneştir.
‘Nükleer asla enerji sistemimizde olmamalı’
Teke: Nükleer asla enerji sistemimizde olmamalı. On yıllar süren yapım aşaması, hammadde bağımlılığı ve atık sorunu çözümlenmemiş, erime ve kaza gibi riskleri oldukça yüksek, pahalı ve modası geçmiş bir sistemi neden finanse edelim? Yenilenebilir enerji hızla ucuzlarken, nükleer pahalı ve riskli konumunu sürdürüyor. Enerji verimliliği ve altyapı için yapılacak yatırımların emisyon azaltım hedeflerinde çok daha etkin olduğunu biliyoruz. Türkiye güneş ve rüzgar potansiyelinin çok azını kullanıyor. Kamu fonları, özel fonlar büyük oranda kömürlü termik santralleri finanse eder pozisyonda.
İklim krizi ve ekolojik krizlere sebep olan fosile dayalı merkezi sistemleri planlı bir şekilde terk etmek, yerel ve yatay bir enerji sisteminin alt yapısını oluşturmak zorundayız. Enerji bağımsızlığı ve güçlü iklim hedefleri için yenilenebilir enerji üstün kamu yararı kapsamında değerlendirilmeli. Avrupa Yeşil Mutabakatı ile uyumlanma yeşil dönüşüm süreçleri için oldukça önemli roller oynarken birlik ile ilişkilerin geliştirilmesi açısından fırsat sunacaktır.
‘Stratejik oy’ kampanyaları
Son günlerde sosyal medyada birçok kişi ve oluşumlar tarafından ‘Meclis’te muhalefete en yüksek sandalyeyi sağlama’ iddiasıyla ‘stratejik oy’ kampanyaları yürütülüyor. Bu kampanyalar hakkında ne düşünüyorsunuz?
Teke: Kısa süre önce kazanacak aday söylemi üzerinden bir mühendisliğe kalkışılmış ancak siyasetin kendine özgü dinamikleri bu söylemin ne kadar boş olduğunu göstermişti. Stratejik oy bu seçimde Kılıçdaroğlu için kullanılacak. Yurt dışı oylarında ya da küçük bölgeler için de bu mümkün ama büyük bölgelerde bunu kestirmek imkansız. Seçim sisteminin karmaşıklığı, baz alınan senaryoların belirsizliği kime verilen oyun boşa gideceği konusunu tartışmalı hale getiriyor. Türkiye’nin demokrasi kültürünün bir göstergesi olarak tek liste, tek adres, oyun boşa gitmemesi argümanları üzerinden oldukça apolitik bir tutumun solda da yaygın olduğunu görebiliyoruz.
Ubarlı: Her seçmen zaten stratejik oy kullanır. Kimi zaman bilgisinin stratejisine, kimi zaman aklının, kimi zaman da kalbinin stratejisine göre oy kullanır. 60 yıldır kullanılan bir sistemi geçen hafta keşfetmiş ve sırlarına sadece kendileri vakıfmış gibi davranan insanlar ne yazık ki büyük bir sorumsuzluk yapıyor. Bu sistemde iki tür parti var. Barajı geçenler ve geçmeyenler. Oylar arasında temel fark burada. Elbette isteyen barajı geçemeyen partilere de oy verebilir. Ben de zamanında verdim. İlerde de verebilirim. Barajı geçen partiler için de her oyun değeri her parti için aynı. %40 alacak partiye vereceğiniz oyun milletvekiline dönüşme şansı ile örneğin barajı ittifakı ile geçen TİP’e vereceğiniz oyun milletvekiline dönüşme şansı aynı. Eğer çok örgütlü değilseniz böyle açıklamaları kamuoyuna yapmak büyük sorumsuzluktur. “Millet İttifakı’nın iki partisi arasında %0.4 oy kayarsa bir vekil daha çıkar” diye analizler okuyoruz. Bunlar mühendislik çalışmalarıdır. %0.4 değil de %4 kayarsa ne olacak bu strateji? Örgütlü değilseniz böyle hareketler bilgisayar oyunu oynamaya benzemez ne yazık ki.