Tutuklu insan hakları aktivisti Osman Kavala, Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi’nin dosyasını Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne (AİHM) havale etmesiyle ilgili “Tutukluluğumu devam ettirmek için gerçekleştirilen yargı uygulamalarının tarafsız bir gözle incelenmesini önemli buluyorum” dedi. Avukatları ise kararı ‘hukuksuzluğun özeti’ olarak değerlendirdi.
Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın Gezi eylemlerinden itibaren ‘Türkiye’nin Soros’u’ diye hedef gösterdiği Kavala, 17 Ekim 2017’de gözaltına alınıp 1 Kasım’da tutuklanarak Silivri Cezaevi’ne gönderilmişti.
1555 gündür tutuklu olan Kavala, ‘casusluk’, çArşı ve Gezi davalarının birleştirilmesiyle oluşturulan ‘torba dava’da en son 17 Ocak’ta hakim karşısına çıkmış ve tutukluluk halinin devamına karar verilmişti.
Son olarak, Avrupa Konseyi, AİHM’in ihlal kararına rağmen Kavala’yı serbest bırakmayan Türkiye’ye karşı yaptırım prosedürü kararını hatırlatarak 19 Ocak 2022’ye kadar görüşünü iletmesi için süre vermişti.
Avrupa Konseyi’nin siyasi organı bakanlar komitesi, bugün yaptığı toplantıda Kavala’nın AİHM kararına rağmen serbest bırakılmaması nedeniyle Türkiye aleyhine aralık ayı başında başlattığı ‘ihlal prosedürü’nün ikinci aşamasını oylamaya sundu. Oturumda dosyanın AİHM’e havale edilmesine dair ara karar oy çokluğuyla kabul edildi.
‘İnsan haklarıyla ilgili hukuk normlarına katkı sağlayacak’
Kavala, karara ilişkin açıklamasında şunları kaydetti:
“AİHM’in derhal serbest bırakılmam gerektiğini belirten kararından ve Gezi davasının beraatle sonuçlanmasından sonra tutukluluğumu devam ettirmek için gerçekleştirilen yargı uygulamalarının tarafsız bir gözle incelenmesini önemli buluyorum. AİHM’in yapacağı değerlendirmenin ülkemizde insan haklarıyla ilgili hukuk normlarının korunmasına katkı sağlayacağını umuyorum.”
Avukatlardan ‘hukuksuzluğun özeti’
Osman Kavala’nın avukatları ise kararı ‘hukuksuzluğun özeti’ olarak değerlendirdi:
“Osman Kavala’nın dört yılı aşkın tutukluluğu konusunda, kamuoyu ağırlıklı olarak AİHM kararının yerine getirilmemesi ve bu yüzden Avrupa Konseyi’nin yaptırım süreci başlatması sorunu ile ilgilendi. Ancak, Gezi davasının beraatle sonuçlanmasından sonra gerçekleştirilmiş olan yargısal uygulamaların içeriği ve şekli, AİHM kararına uyulmamasının ötesinde, bu karar olmasa dahi kayıtsız kalınamayacak kadar vahim bir hukuka aykırılıklar silsilesi olma özelliğini taşıyor.
Osman Kavala, Gezi davasından beraat ettiği 18 Şubat 2020 tarihinde, daha önce tahliye edilmiş olduğu 15 Temmuz darbe girişimine katılmak suçlamasından gözaltına alındı ve tutuklandı. İlk tutuklanmasından 28 ay sonra, aynı soruşturma dosyasından, aynı deliller kullanılarak kurgulanan casusluk suçlamasıyla üçüncü kere tutuklandı.
‘Savcı iddialarla ilgili tek bir soru sormadı‘
Daha önce Gezi olaylarını organize etmek ile 15 Temmuz darbe girişimini desteklemek suçlamaları arasında hukuki ve fiili ilişki olmadığı kararı verilerek dosyaların ayrılmış olmasına rağmen, Osman Kavala ile ilgili farklı suçlamalar içeren davalar birleştirildi ve bunlar farklı eylemler ve kişilerle ilgili olan Çarşı davasıyla birleştirildi.
Osman Kavala’ya yönelik ağır suçlamalar içeren iki iddianame hazırlandı. Bu iddianameler hazırlanmad an önce savcılık Kavala’ya iddialarla ilgili tek bir soru sormadı. Osman Kavala hiçbir aşamada savcı tarafından sorgulanmadı.
İlk iddianamedeki Osman Kavala’ya yönelik Gezi olayları ile ilgili suçlamaların ve telefon dinlemelerinin FETÖ/PDY üyeliği ile yargılanan savcı ve emniyet mensupları tarafından gerçekleştirildiği ortaya çıktığı halde, hazırlanan ikinci iddianamede Osman Kavala’nın FETÖ/PDY sorumlularıyla ilişki içinde olduğunun “tespit edildiği” şeklinde hiçbir dayanağı olmayan savcılık beyanları yer aldı.
‘Yasalar içeriklerinden kopartılmaya çalışılıyor’
HTS kayıtları, Osman Kavala’yla Henri Barkey arasında telefon görüşmesi olmadığını ortaya çıkardığı halde ve bir lokantada tesadüfen karşılaşmak dışında görüştüklerine dair bir bilgi olmamasına rağmen, Kavala’nın Barkey’yle yoğun bir iş birliği içinde olduğu iddiası hem 15 Temmuz darbe girişimini destekleme suçlamasında hem de casusluk suçlamasında ana delil olarak kullanıldı. Aralarındaki irtibatla ilgili somut bir bilgi olmaması, Henri Barkey’in bu konuda özel gayret göstermiş olmasıyla açıklandı.
Başka bir delil olmadığı için, casusluk suçlaması, devlet sırrı olabilecek gizli bilginin ne olduğu, nereden ve nasıl temin edildiği, kime verildiği ve hangi amaçla kullanıldığına dair herhangi bir iddia ortaya konulmadan, dolayısıyla casusluk suçunun yasadaki tanımına uyulmadan kurgulandı. Beraatle sonuçlanması gereken bu dava, diğer davalarla birleştirilerek uzatılmış oldu, böylece bu suçlamaya dayandırılan tutuklamanın diğer davalar bitene kadar sürdürülmesine zemin hazırlandı.
Bu yapılanlar, bilinçli ve planlı bir şekilde ceza uygulaması olarak tutukluluğu devam ettirmek ve AİHM kararını boşa çıkartmak için, yasaları içeriklerinden kopartarak amaçları dışı kullanmak eylemidir. Bu nedenle kamusal yetkinin yasa dışı kullanımı anlamına gelmektedir. Kavala’nın son tutuklanması ile ilgili olarak AYM’ye yaptığı başvuruyla ilgili olarak, tutukluluğun hukuka aykırı olmadığı yönündeki çoğunluk kararına karşı oy kullanan AYM başkanı ve başkan vekilleri dahil yedi üyenin muhalefet şerhinde çok güçlü gerekçeler ortaya konulmuştur. Osman Kavala’nın dört yıl üç ay boyunca tutuklu olarak yargılandığı süreç, yargı adına utanç verici niteliktedir. Bunun ülkemizde bir daha tekrarlanmayacağını ümit ederiz.”