
KEMAL GÖKTAŞ
kemalgoktas@diken.com.tr
@kemalgoktas
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin (AİHM) Türkiye’deki insan hakkı ihlallerini önlemek konusunda çok kötü sınav verdiği bir dönem yaşadık. AİHM birçok başvuruda tedbir taleplerini reddederek etkili olmayan iç hukuk yollarını adres göstererek hükümete ihlallere devam etmesi için neredeyse açık çek verdi.
Özellikle sokağa çıkma yasakları ve KHK’larla kamu görevinden ihraç konularında açık hukuka aykırılıklar AİHM’in tutumu nedeniyle geri dönülemez, hukuki tabirle söylersek ‘telafisi güç veya imkansız’ zararlara neden olan hak ihlalleri olarak kayda geçti.
Benzer bir rolü Anayasa Mahkemesi’nin de (AYM) oynadığını birçok defa
gördük. AYM de özellikle gazetecilerin ve HDP’li milletvekillerinin tutuklanmalarıyla ilgili kararlarında, içtihatlarını çiğneme pahasına açıkça hükümetin safında yer aldı.
Günü kurtarmak için aldığı bazı kararlarla iktidarın ve iktidar medyasının hedef tahtasına oturtulması sizi yanıltmasın. İktidar yüzde 100 kontrol istediği için tazyiki eksik etmek istemiyor, yoksa AYM’nin görünüşte dahi olsa insan hakkı ihlallerinde başvurulacak nihai ulusal makam olmasından ve doğrudan AİHM’e gidilmemesinden memnun. AYM’nin de AİHM karşısında etkili bir iç hukuk yolu olarak kalması için karar istatistiklerine arada ‘ihlal’ yazdırmasının gerektiğini iktidar da mahkeme de biliyor.
18’inci madde ihlali
Yine de bütün bu kötü sicile rağmen nasıl AYM barış akademisyenleri ve Ayşe Çelik kararlarında olduğu gibi açık hukuka aykırılıkları hangi saikle olursa olsun tespit edebilmişse, AİHM de iki kritik başvuruda çok önemli kararlar verdi.
AİHM’in, Selahattin Demirtaş kararında ilk kez uyguladığı ‘Avrupa İnsan
Hakları Sözleşmesi’nin 18’inci maddesinin ihlali’ kararı, Osman Kavala
başvurusunda da tekrarlandı. Anayasa’ya göre iç hukukun bir parçası
olan, hatta yasalarla çelişmesi halinde üstünlük tanınan sözleşmenin bu
maddesi ‘Haklara getirilecek kısıtlanmaların sınırlanması’ başlığını
taşıyor.
Madde metni şöyle: “Anılan (yani sözleşmede düzenlenen) hak ve özgürlüklere bu sözleşme hükümleri ile izin verilen kısıtlamalar öngörüldükleri amaç dışında uygulanamaz.” Madde metni bu kısa haliyle ciddiyetini gizliyor gibi… Ama sözleşmedeki hak ve özgürlüklerin korunması ve bunların sınırlanmasına bir sınırlama getirdiği için çok önemli. Madde metni mealen imzacı devletlere insan haklarını sınırlarken öngördükleri amacın dışına çıkamayacaklarını söylüyor.
Nedir bu öngörülen amaçlar? Sözleşmede her bir hakkın sınırlanabileceği koşullar ayrı ayrı yazılmış. Konumuzu ilgilendiren bölüm ise sözleşmenin ‘Özgürlük ve güvenlik hakkı’ başlıklı 5’inci maddesi. AİHM hem Demirtaş hem de Kavala başvurularında bu hakkın ihlal edildiğine hükmetti.
Maddede “Herkes özgürlük ve güvenlik hakkına sahiptir” denilerek bu hakkın tanımı yapılıyor ve devamında bu hakkın hangi durumlarda sınırlanabileceğini, yani örneğin kişinin gözaltına alınma, tutuklanma gibi tedbirlerle özgürlüğünden mahrum bırakılabileceği düzenleniyor.
Madde metninde “Aşağıda belirtilen haller dışında ve yasanın öngördüğü usule uygun olmadan hiç kimse özgürlüğünden yoksun bırakılamaz” denilerek mahkemelerin verdiği mahkumiyet kararları, gözaltı, tutuklama kararlarıyla ‘yasaya uygun olmak’ koşuluyla kişilerin bu haklarının sınırlanabileceği belirtiliyor.
Siyaset ve sivil toplum baskı altında
AİHM, her iki başvuruda da 5’inci maddedeki sınırlamalara uyulmadığını tespit etmekle kalmıyor, Türkiye devletinin yani hükümetin ve yargı sisteminin bu sınırlamaları öngörüldükleri amaç dışında kullandıklarını söylüyor.
Demirtaş için bu amacın demokratik siyaset, Kavala içinse sivil toplum aktivistleri olduğu net bir şekilde belirtiliyor. Yani AİHM, demokratik siyaset ve sivil toplum üzerinde devletin uyguladığı baskıları kayıt altına almış oluyor.
Bu maddenin uygulanması, ihlalleri diğer dönemlerde işlenen ihlallerden ayırıyor ve Türkiye’deki sistematik insan hakkı ihlallerinin gerisinde yatan
hukuk dışı nedenleri deşifre ediyor. Bu haliyle AİHM, en kötü gününde dahi insan hakkı ihlallerinin karakteri konusunda tarihi bir belirlemeyi yapmış oluyor.