EMRE ZOR
@zor_emre01
Mayıs 2013’te birkaç çevre aktivistinin Taksim Gezi Parkı’nda ağaçların kesilmesine itiraz etmesiyle başlayan eylemler, polis şiddetinin ardından 4 milyonu aşkın kişinin katılımıyla ülke çapına yayılmıştı.

Ana akım medya Türkiye için ‘dünyanın en önemli haberi’ne kulak tıkayıp penguen belgeselleri yayınlarken Gezi Parkı eylemlerine toplumsal katılım git gide artıyordu.
Farklı kesimlerden, muhtelif taleplerde milyonlarca insan, Gezi Parkı eylemleriyle ilgili gelişmeleri henüz emekleme merhalesindeki sosyal medyadan takip ediyordu.
Öyle ki dönemin başbakanı Tayyip Erdoğan’ın önce umursamaz bir edayla ‘birkaç tane çapulcu’ diye yaftaladığı eylemciler kısa sürede ‘terörist’ ilan edilmişti.
Muktedirler ülke çapındaki eylemleri polis şiddetiyle bastırdıktan sonra pek çok kişiyi eylemleri ‘örgütlemek’ veya ‘yardım etmek’le suçladı.
Gezi Parkı davasında İstanbul 13’üncü Ağır Ceza Mahkemesi, 25 Nisan 2022’de, ‘hükümeti ortadan kaldırmaya teşebbüs’ suçlamasıyla insan hakları savunucusu Osman Kavala’ya ağırlaştırılmış müebbet verdi. Diğer sanıklar mimar Mücella Yapıcı, film yapımcısı Çiğdem Mater, belgeselci Mine Özerden, şehir plancısı Tayfun Kahraman, avukat Can Atalay ve akademisyen Hakan Altınay’a da 18’er yıl hapis cezası verdi.
Kimi ‘çekmediği bir belgesel’ yüzünden, kimi ‘bilinmeyen bir ihbarcı’nın iddiaları yüzünden, kimi de yok sayılan Anayasa Mahkemesi (AYM) ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) kararları yüzünden yıllardır hapiste.
Son olarak 27 Ocak’ta menajer Ayşe Barım, Gezi Parkı eylemleri bağlamında ‘hükümeti ortadan kaldırmaya veya görevini yapmasını engellemeye teşebbüse yardım etme’ suçlamasıyla tutuklanarak Silivri Cezaevi’ne götürüldü.
Peki Gezi Parkı davası nedeniyle kimler cezaevinde? Dava sürecinde ne oldu? Gezi mahkumları ne durumda?

Osman Kavala: Gerçekliğim tahrip edildi
Mehmet Osman Kavala. Türkiye’nin en tanınmış insan hakları savunucularından. 67 yaşında ve 2 bin 651 gündür hapiste.
Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, Gezi eylemlerinden itibaren Kavala’yı ‘Türkiye’nin Soros’u’ diye hedef gösterdi. Hukuki süreç başlamadan önce, Kavala zaten ‘suçlu’ ilan edilmiş ve ‘dış güçler’in Türkiye üzerindeki etkisinin sembolü olarak hedef tahtasına oturtulmuştu.
Kavala, ‘hükümeti ortadan kaldırmaya teşebbüs’ suçlamasıyla 1 Kasım 2017’de tutuklanarak Silivri Cezaevi’ne götürüldü.
Önce Gezi eylemlerini fonladığı iddia edildi. Ama somut kanıt bulunamayınca davanın seyri değiştirildi; bu sefer 15 Temmuz darbe girişimi bağlamında ‘anayasal düzeni ortadan kaldırmaya teşebbüs’ ve ‘casusluk’la suçlandı.
AİHM, 10 Aralık 2019’da, Kavala’nın derhal salıverilmesi yönünde karar verdi ve Türkiye’nin Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ne taraf ülke olarak bu kararı uygulamak zorunda olduğunu vurguladı.
Kavala, haklarının ihlal edildiği gerekçesiyle 4 Mayıs 2020’de AYM’ye başvurdu. Başvurusu sekiz oyla reddedilse de başkan dahil yedi üye karara şerh düşmüştü. Dönemin AYM başkanı Zühtü Arslan, muhalefet şerhinde, casusluk suçunun varlığına dair ‘‘basit şüphe bile ortaya konamadı’’ diye yazmıştı.
Bu sırada AİHM’e bağlı Avrupa Konseyi, ‘Kavala’nın serbest kalması rica değil, bağlayıcı hukukun gereği’ diye hatırlatıyordu Türkiye’ye.
Fakat Tayyip Erdoğan, Türkiye’nin uluslararası hukuk ve insan hakları taahhütlerini açıkça gözardı ediyordu: “AİHM ne demiş, Avrupa Konseyi bu konuda ne demiş; bu da bizi çok ilgilendirmiyor.’’
Gelgelelim Kavala, dört yıl altı ay boyunca hakkında kesinleşmiş bir mahkeme kararı bulunmadan tutuklu kaldı.
Karar, 25 Nisan 2022’de çıktı. Kavala, Gezi davasında ‘Türkiye hükümetini ortadan kaldırmaya veya görevini yapmasını engellemeye teşebbüs’ suçundan ağırlaştırılmış müebbet hapse mahkum edildi.
Uluslararası Af Örgütü, kararı akla mantığa sığdıramadı:
‘‘Bu siyasi güdümlü maskaralık, Kavala’nın sivil toplum aktivizmi nedeniyle halihazırda dört yılı aşkındır süren keyfi tutukluluğuna sebep oldu.’’
‘‘Gerçekliğim tahrip edildi’’ diyen Gezi davası hükümlüsü Kavala, geçen kasımda Silivri Cezaevi’ndeki yedinci yılını doldurdu:
‘‘Bana asıl teselli verecek olan ülkemde hukuk devleti yönünde gelişmeleri görmek olacak. Bunun olacağına ve gerçekten özgürlüğü teneffüs edebileceğime inanıyorum.’’
Can Atalay: Demokrasi adına kaybettiğimiz değerler için üzgünüz
Şerafettin Can Atalay. Avukat. İnsan hakları savunucusu. 48 yaşında ve 1014 gündür hapiste.
Atalay, Gezi Parkı eylemleriyle ilgili dava kapsamında 2019’da İstanbul 13’üncü Ağır Ceza Mahkemesi’nde yargılanmaya başladı.
25 Nisan 2022’de ‘hükümeti ortadan kaldırmaya teşebbüs’ suçlamasıyla 18 yıl hapis cezasına çarptırılarak Silivri Cezaevi’ne götürüldü.
14 Mayıs 2023’te Türkiye genel seçimlere gidiyordu. Gözler Tayyip Erdoğan ile eski CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu arasındaki çekişmedeydi.
Fakat Türkiye, gelecekte (muhtemelen) utançla hatırlayacağı bir yargı krizine doğru sürükleniyordu.
Silivri Cezaevi’ndeki Can Atalay, 2023 genel seçimlerinde Türkiye İşçi Partisi’nden (TİP) Hatay milletvekili seçilerek mazbatasını aldı.
Anayasa’nın 83’üncü maddesine göre yasama dokunulmazlığı kazanması, dolayısıyla tahliye edilip milletvekili yemini etmesi gerekiyordu.
Fakat yargı ve yasama adım atmadı. Atalay, son çare, AYM’ye başvurdu.
1 Ekim’de TİP, Can Atalay ve diğer gezi tutsakları için Hatay’dan Ankara’ya ‘Özgürlük Yürüyüşü’ başlattı.
25 Ekim’de AYM, Atalay’ın ‘seçilme ve siyasi faaliyette bulunma’ ve ‘kişi hürriyeti ve güvenliği’ haklarının ihlal edildiğine hükmederek serbest bırakılması gerektiğini bildirdi.
Anayasa’nın 153’üncü maddesi açıktı:
“Anayasa Mahkemesi kararları yasama, yürütme ve yargı organlarını, idare makamlarını, gerçek ve tüzel kişileri bağlar.”
Yani AYM kararları tartışmasız herkes için bağlayıcı. Dolayısıyla artık Atalay’ın tahliye edilmesi bekleniyordu.
Ne var ki Yargıtay, 8 Kasım’da, AYM’nin ihlal kararını reddetti ve Atalay’ı tahliye etmedi.
Yargıtay, sadece AYM kararını tanımamakla kalmadı, aynı zamanda Atalay için tahliye kararı veren üyeler hakkında suç duyurusunda bulunarak hukuk sisteminde görülmemiş bir yetki krizine neden oldu.
O gece anayasa hukukçusu Murat Sevinç, ‘‘Memleket yargısı için dahi hayli cüretkâr bir adım!’’ başlıklı bir yazı kaleme aldı ve ‘‘2023 Türkiye’sinde dahi kabullenilmesi güç bir karar’’ olduğunu söyledi.
21 Aralık’ta AYM, ikinci kez hak ihlali kararı verdi. Ama Yargıtay, anayasanın 153’üncü maddesini açıkça ihlal ederek yine Atalay’ı tahliye etmedi.
Tayyip Erdoğan ise anayasa ihlaline göz yummakla kalmadı, AYM’yi hedef alarak hukuk sistemindeki krizden Yüksek Mahkeme’yi sorumlu tuttu:
‘‘Anayasa Mahkemesi bu noktada maalesef birçok yanlışları da arka arkaya yapar hale geldi. Bu da bizi ciddi manada üzmektedir. Şu an itibarıyla Yargıtay’ın aldığı karar asla bir kenara atılamaz, itilemez.”
AYM hem yerel mahkeme hem de Yargıtay’ın anayasayı ‘gözardı’ ettiğini açıklıyor, TİP ‘‘Bu bir darbedir, darbecilere geçit vermeyeceğiz’’ diyordu.
Meclis, hukuksuzluğu resmileştirdi
Gözler Meclis’e çevrilmişti. 30 Ocak 2024’te TBMM Başkan Vekili Bekir Bozdağ’ın kararı okutmasıyla Atalay’ın vekilliği resmen düşürüldü. Böylece TİP’in milletvekili sayısı da 3’e düşmüştü.
Meclis hukuksuzluğu onaylamaktan öte, resmileştirmişti.
Kararın okunmasıyla TİP, DEM Parti ve CHP milletvekilleri pankartlarla başkanlık kürsüsünü işgal etti; Bozdağ’a anayasa kitapçığı fırlatıldı.
Yaklaşık 8 ay sonra Atalay için olağanüstü toplanan Meclis, yasama organı olmaktan çıkıp savaş alanına döndü. TİP İstanbul Milletvekili Ahmet Şık, kürsüde konuşma yaparken AKP’li Alpay Özalan’ın yumruklu saldırısına uğradı. Şık’a arkadan yaklaşıp yumruk atan Özalan, Meclis kürsüsünü kana boyadı.
Meclis’teki bu kaosun ardından konuşan MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli, hukuku yok sayan bu sürece son düğümü atacaktı: ‘‘Can Atalay konusu tamamıyla kapanmıştır.’’
Atalay, AYM kararlarına rağmen 15 aydır tahliye edilmedi. Tutukluluğunun 1000’inci gününde “Üzgünüz” diye yazdı:
‘‘Üzgünüz, ancak 1000 gündür içeride olduğumuz için değil; adalet ve hukuktan günbegün uzaklaşan memleketimiz için, demokrasi adına kaybettiğimiz değerler için üzgünüz.’’
Tayfun Kahraman: Benim suçum ne, bu suçun kanıtı ne, bu cezanın gerekçesi ne?
Tayfun Kahraman. Şehir plancısı, akademisyen ve bir baba. 43 yaşında ve 1014 gündür hapiste.
Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Şehir ve Bölge Planlama Bölümü’nde ‘şehircilik hukuku’ dersleri veren Tayfun Kahraman, 25 Nisan 2022’de Gezi Davası kapsamında 18 yıl hapis cezasına çarptırıldı. ‘Hükümeti ortadan kaldırmaya teşebbüs’ suçlamasıyla Silivri Cezaevi’ne götürüldü.
Gezi davasının ilk duruşmasında yaptığı savunmada suçlamaların çarpıklığını vurgulamıştı:
“Gezi eylemleri kendiliğinden oluşmuştur. Bilinçli bir kurgu değildir. Milyon insana ne para yeter, ne de organizasyon, iddianame başarısız bir senaryodur.”
Kahraman Gezi eylemleri sırasında yöneticisiz, lidersiz Taksim Dayanışması’nın sözcüsüydü. Mine Özerden, Çiğdem Mater ve Can Atalay’la birlikte 1014 gündür hapiste.
Tutuklandığı yıl yeni eğitim-öğretim yılında derslere giremeyeceği için öğrencilerine ‘başarılı bir dönem’ dilemiş ve ”Doğru bildiğinizi savunmaktan asla vazgeçmeyin” diye seslenmişti.
‘Siyasi rehine’
Türkiye’de kent hakkı, çevre ve kamusal alan mücadelesinin önde gelen isimlerinden Kahraman, aynı zamanda İstanbul Büyükşehir Belediyesi (İBB) Deprem Risk Yönetimi ve Kentsel İyileştirme daire başkanıydı.
İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu, Mart 2023’te, hapisteki eski çalışma arkadaşı Kahraman’a mektup kaleme almıştı. BirGün’de yayımlanan mektupta, “Az kaldı. Hep birlikte ‘Nerede kalmıştık’ diyeceğiz” diye yazmış ve şakayla karışık eklemişti: ‘‘Her zamankinden çok daha ağır bir iş yükün olacak.’’
Meriç Kahraman ise yaklaşık üç yıldır eşinin hukuksuzca cezaevinde tutulduğunu vurguluyor, kamuoyunu sarsmaya çalışıyor. Dört yaşındaki kızı Vera, babasını sadece cezaevi ziyaretlerinde görebiliyor.
Meriç Kahraman, 29 Eylül 2023’te, Tayfun’u ‘siyasi rehine’ diye nitelemiş ve eklemişti: “Bundan sonra hepinizden sesimize daha fazla ses olmanızı istiyoruz. Adalet mücadelemiz bitmedi!”
Vera ise babasız kutlayacağı 3’üncü doğum günü için geçen temmuzda bir mektup yazmıştı:
“Babacım biliyorum sonunda geleceğini ama seni çok özlüyorum. Eski zamanlarda seninle güzel vakit geçiriyordum. Annem bana o vakitlerimizin fotoğraflarını gösteriyor telefondan.
Babacım haftaya doğum günümü kutlayacağız ama sanırım sen gelemeyeceksin. Bu sene de doğum günüme gelemediğin için çok ama çok üzgünüm.
Babacım bazen seni tutanlarla konuşmak istiyorum. Onlara her şeyi anlatmak istiyorum. Ama beni dinlerler mi bilmiyorum baba, seni dinliyorlar mı? Hem sonra ben onları nasıl bulacağım baba? Onlar beni bulur mu dersin?’’

Bu mektuptan iki ay sonra, aralık ayında, Kahraman’a cezaevi aracında yapılan eziyetin görüntüleri ortaya çıktı. Kahraman, MS hastalığıyla ilgili doktor kontrolüne götürülürken altı buçuk saat kelepçeli bekletilmişti.
Eşi, Tayfun’un talebine rağmen bileklerindeki kelepçenin çıkarılmadığını, üstelik kan akışını durduracak ölçüde sıkıldığını söyledi.
Yıllar önce MS hastalığı tanısı alan Kahraman’ın, cezaevinde düzenli egzersiz yapması ve doktor kontrolünde olması gerekiyordu. Ancak cezaevi şartlarında bu koşullara sahip değildi.
Öğle güneşinin altında kontağı, dolayısıyla kliması kapatılmış o araçta yemeğe giden jandarma personelinin dönmesini beklemişti Tayfun.
T24’te gazeteci Murat Sabuncu, cezaevi aracındaki kötü muamelenin görüntülerini paylaşmıştı.
Görüntülerle ilgili ‘soruşturma izni’ verilmedi.
33 aydır hapiste olan Tayfun Kahraman, tutukluluğunun 1000’inci gününde bir mesaj yayımladı:
‘‘Çok basit, çok temel sorular soruyoruz: Benim suçum ne? Bu suçun kanıtı ne? Bu cezanın gerekçesi ne? Haykırıyoruz. Ailem haykırıyor, ufacık kızım Vera haykırıyor, aynı soruları, çevirip çevirip soruyoruz. Cevap yok.’’
Çiğdem Mater: Vasatın egemenliğine kızgınım
Çiğdem Mater Utku. Film yapımcısı. Gazeteci. 47 yaşında ve 1014 gündür hapiste.
“Hayatımda çekmediğim bir film yüzünden, çekmediğim bir belgesel yüzünden yargılanıyorum.”
Bu cümlenin sahibi Çiğdem Mater, 25 Nisan 2022’de ‘hükümeti ortadan kaldırmaya teşebbüs’ suçlamasıyla 18 yıl hapis cezasına çarptırılarak Bakırköy Cezaevi’ne götürüldü.
Mater, Gezi Parkı eylemleri hakkında belgesel çekmeye ‘teşebbüs’le suçlanmıştı. Yani ekonomik nedenlerle vazgeçip ‘yapmadığı bir belgesel’in merkeze yerleştirildiği suçlamalar sonucu hapse atılmıştı.
Mater, cezası onandıktan sonra dosyasındaki absürtlüğü vurgulamıştı:
“Yargıtay hakimleri, benim aynı anda İzmir ve İstanbul’da olabileceğimi ‘kesin, tutarlı ve çelişkisiz’ bulmuş.”
Mahkemede Mater’in 27 Haziran 2013 tarihinde Garaj İstanbul’daki bir toplantıya katıldığı iddia edilmişti. Fakat o gün Mater, İzmir’de Fransız Kültür Merkezi’ndeki kamusal bir toplantıda konuşmacıydı.
Mahkemedeki bir diğer suç unsuruysa Can Atalay’a hashtag işaretini telefon klavyesinde nasıl yapacağını öğretmesiydi.
O dönem sinema dünyası Mater’e sahip çıktı. Venedik Film Festivali kapsamında ‘Sinemada Kadın’ ödülleri Mater’e ithaf ediliyor, yönetmen Emin Alper Cannes Film Festivali’nde ‘‘Bizimle değil ama aklımız ve kalbimiz onunla’’ diye Mater’i anıyordu.
Ekim 2022’de düzenlenen 59’uncu Antalya Altın Portakal Film Festivali’nde konuşan bazı yönetmen ve jüri üyeleri de sinemacı Çiğdem Mater’e mesaj yolluyordu.
Yönetmen Elif Ergezen:
“Çekilmemiş belgeseli gerekçe gösterilerek tutsak edilen arkadaşımız Çiğdem Mater’e ve siyasi tutsaklara selam gönderiyoruz.’’
Mater, Haziran 2023’te, cezaevinde başından geçenleri Bianet’e anlatarak Türkiye’de ‘kadın’ olmanın cezaevinde de kolay olmadığını göstermişti.
Regl olduğunda ‘ped’ yerine ‘tampon’ kullanmak istemişse de, cezaevi doktoru isteğini “Türk kadını tampon kullanmaz” diyerek reddetmişti:
‘‘Kadın doğum doktoruyla konuşayım, reçete yazsın diye düşündüm. İki haftada bir Sadi Konuk Hastanesi’nden gelen erkek doktor talebimi şöyle reddetti: ‘Türk kadını tampon kullanmaz.’ (Tamponun da milliyeti olduğunu anladığımız anlar.)’’
Cezaevinde rutine bağlı kalarak ve kalınca kitaplar hatmederek vakit geçirdiğini anlatan Mater, kaleme aldığı mektupta şöyle diyordu:
“Bizler, hiçbir suça karışmamış olmanın verdiği iç huzurla, iyiyiz. Onlarsa, ‘Türk Milleti’ adına attıkları imzayla, koca bir ülkeyi bir suça ortak ettiler. Kendilerini düğmesiz cübbeleri ve vicdanlarıyla başbaşa bırakıyorum.”
Mine Özerden: Bir kayıkçı kavgasının istem dışı öznesi halindeyim
Mine Özerden. Belgeselci. Aktivist. 60 yaşında ve 1014 gündür hapiste.
“Bunu defalarca söyledim, tekrar söyleyeceğim: Neden burada olduğumu hala anlayamıyorum, bunu bana mantıklı anlatabilecek bir Allah’ın kulu da çıkmadı hala.”
Mine Özerden, Gezi Davası’nın 25 Haziran 2019’daki ilk celsesinden, tutuklandığı 25 Nisan 2022’ye değin bu cümleyi yineledi.
‘Hükümeti ortadan kaldırma teşebbüsüne yardım’ suçlamasıyla Bakırköy Cezaevi’ne götürülen Özerden, 60’ınca yaşına cuma günü hapiste girdi.
Yıllarca süren yargılamanın klasörlerinde, Özerden hakkında tek iddianın tek kaynağı vardı: Soyut bir ‘ihbar.’
Gezi eylemlerinin hemen ardından İstanbul Muhabere Elektronik Şube Müdürlüğü e-posta yoluyla bir ihbar almıştı.
Gönderen, ‘‘Gezi eylemleriyle ilgili önemli bilgi paylaşmak isteyen’’ isimsiz biriydi. Özerden’in, Açık Toplum Vakfı’ndan Osman Kavala’nın yönlendirmesiyle birkaç kişi üzerine banka hesabı açtırdığını iddia etmişti.
Ayrıca bu hesaplarda toplanan parayla “gaz maskesi, sargı bezi ve deniz gözlüğü’’ alınarak eylemcilere dağıtılacağını öne sürmüştü.
İhbarı yollayan kişinin kimliği hala belirsiz. ‘Bulunamayan ihbarcının’ iddiası da havada kaldı, kanıtlanamadı.
‘Birinci sınıf hukuk öğrencisi bile şaşkınlıkla izliyordur‘
Ancak ucuz bir polisiye romanında yer alabilecek bu olay, Özerden’in 18 yıl hapis cezasına çarptırılmasına yol açtı.
Ucuz bir roman çünkü, bulunamayan bir ihbarcının, tespit edilemeyen bir iddiası söz konusuysa dosya takipsizlik kararıyla kapatılır, kapatılmalı.
Ama kanıtlanamayan soyut bir iddiayla yargılandı Özerden.
Dahası, Gezi eylemleri sırasında Taksim Platformu’nun toplantılarını düzenlemek, toplantılara katılmak ve Gezi Parkı’nda ‘şiddetli eylemler’le suçlandı.
Ne var ki Özerden, Gezi eylemlerinin sürdüğü dönemde İstanbul’da değildi; Muğla, Fethiye’de bir dil okulunda çalışıyordu.
Nitekim Özerden’in İstanbul’da olduğuna ilişkin herhangi bir kanıt da dosyaya girmedi.
Özerden mahkeme işlemleri için “Birinci sınıf hukuk öğrencisi bile şaşkınlıkla izliyordur” demiş ve eklemişti:
“Zaman gelir, iklim değişir. Akla, mantığa ihtiyaç duyulur. Sıradanlaşan kötülüklerle hesaplaşılır. İnsanlık tarihi böyle örneklerle doludur.”
Mine anayasası
Özerden hapisteki birinci ayını yeni doldurmuştu ki, babası Ahmet Yalkın Özerden öldü. Babasının cenazesine götürülen Özerden, tabutun başına dahi jandarma ablukasıyla yaklaşabildi.
Görüntüleri paylaşan dönemin CHP İl Başkanı Canan Kaftancıoğlu, ‘‘Kötülüğünüzde boğulmanıza az kaldı’’ diye isyan etmişti:
“Geçtim suç işlemeyi, tahmin ediyorum hayatında trafik kural ihlali bile yapmamış Mine Özerden’in babasıyla vedalaşması… Başka sözüm yok! Kötülüğünüzde boğulmanıza az kaldı.”
Arkadaşları cezaevindeki Mine Özerden’in aslında kim olduğunu kamuoyuna anlatabilmek için bir ‘Mine anayasası’ hazırladı.
Bazı maddeleri şöyleydi:
- Mine örgütlenmeye inanır ama örgütü yoktur.
- Mine doğayı ve tüm canlıları sever ve korur.
- Mine demokrasiye inanır.
- Mine hakkaniyetlidir.
- Mine hakkını arar, hakkını arayanın yanında durur.
- Mine şiddet karşıtıdır, barışçıl ve demokratik her eylemi destekler.
Tutukluluğunun 700’üncü gününde Medyascope’a konuşan Özerden, niye tutuklu olduğunu hala bilmediğini söylemişti:
‘‘Akıl ve mantıktan yoksun bir kayıkçı kavgasının istem dışı öznesi halindeyim. Farklı farklı aidiyetleri olan kesimler tarafından sürekli araçsallaştırıyoruz. Dileğim her kesimden insanın bu haksızlıklara ‘dur’ diyeceği, temel insanlık haklarını talep eden kolektif iradenin oluşabilmesi.”
Ayşe Barım: Yoğun bir karalama ve iftira kampanyasıyla karşı karşıyayım
Ayşe Barım. Türkiye’nin tanınmış menajerlerinden. 54 yaşında ve altı gündür hapiste.
ID İletişim’in kurucu ortağı ve birçok meşhur oyuncunun menajeri Barım, önce sektörde tekelleşmeye neden olduğu ve kendisine karşı çıkan oyuncuları piyasadan uzaklaştırdığı iddialarıyla gündeme geldi.
İstanbul başsavcılığı, iddiaları ihbar kabul ederek soruşturma başlattı.
Fakat 24 Ocak’ta suçlamaların yönü değişiverdi. Sektörde tekelleşme iddialarıyla açılan dosya, Barım’ın Gezi Parkı eylemlerinin planlayıcısı olduğu suçlamasına dönüştü.
Avukatı suçlamaların somut delillerle desteklenmediğini, dosyanın gizlilik kararıyla yürütüldüğünü, dolayısıyla birçok belirsizlik barındırdığını vurguladı: ‘‘Suçlamanın ismi büyük ama delil yok.’’
Kalbinden sağlık sorunları olduğunu belirten Barım, suçlamaları kabul etmediğini vurgulayarak serbest bırakılmasını talep etti.
Fakat 27 Ocak’ta çıkarıldığı mahkemece ‘hükümeti ortadan kaldırmaya veya görevini yapmasını engellemeye teşebbüs‘ suçlamasıyla tutuklanarak Silivri Cezaevi’ne götürüldü.
Barım’ın Gezi eylemleri sırasında menajeri olduğu bazı oyuncuları yönlendirdiği öne sürülüyordu.
Gezi Parkı soruşturması kapsamında birçok oyuncu ifadeye çağrıldı:
- Halit Ergenç
- Bergüzar Korel
- Mehmet Günsur
- Ceyda Düvenci
- Nejat İşler
- Rıza Kocaoğlu
- Nehir Erdoğan
- Dolunay Soysert
Barım tutuklandıktan sonra bazı ünlü oyuncular Instagram’ın yolunu tutarak karara ‘tepki gösterdi’. Barım’ın fotoğraflarını paylaşan oyuncular, duygularını emojilerle ifade etti.

Ayşe Barım, suçlamaları reddetti ve süreci şöyle anlattı:
‘‘Çok yoğun bir karalama ve iftira kampanyasıyla karşı karşıyayım. Bu sürede neden olduğunu anlamadığım çok ciddi iftiralara uğradım ve günün sonunda önce magazinsel konuyla, şimdi de bu suçlamayla buradayım. Bunların hepsi iftiradır, karalamadır.’’