Geleneksel ekonomi teorisinde, faizlerin yüksek tutulmasının enflasyonu aşağı çekme ve ilgili ülkenin para birimini de güçlendirme yönünde bir etkisi olacağı düşünülüyor. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ise enflasyonu düşürmek için faizlerin indirilmesi görüşünü savunuyor.
Türkiye’de Merkez Bankası (MB) enflasyondaki yükselişe rağmen eylül de 100 baz puanla başladığı faiz indirimlerine 200 ve 100 baz puanlık indirimleriyle devam ettirdi. Bugünkü son faiz indirimi ile birlikte ise politika faizi yüzde 15’e kadar indi. Ancak TL, faiz indirimi öncesi 9,96’ya kadar gelerek tarihin en yüksek seviyesine ulaştı. Dolar/TL 2021 yılında en düşük seviyesini ise mart ayındaki faiz artırım sürecinde 6,89 ile görmüştü.
MB Başkanı Şahap Kavcıoğlu cari fazlanın sürdürülmesiyle uzun soluklu fiyat istikrarını yakalamanın mümkün olacağını, kurun da dengeye gireceğini savunuyor. Cari denge eylül ayında 1,65 milyar dolar fazla verse de on iki aylık cari işlemler açığı hala 18,4 milyar dolar hesaplanıyor.
Türkiye’de dolar kuru ile birlikte enflasyondaki yükseliş de bir yandan devam ediyor. Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) ekim ayı tüketici enflasyonu yıllık yüzde 19,89 olarak açıklamıştı. TÜİK’in verilerinin ‘makyajlı‘ olduğunu iddia eden bağımsız araştırma kuruluşları ise yıllık enflasyonu ekimde yüzde 49,87 olarak hesaplıyor.
Faiz ve enflasyon arasındaki ilişki
BBC Türkçe’nin hazırladığı habere göre enflasyon ve faiz oranları arasında yakın bir ilişki var. Faiz ayrıca döviz kurunu da etkileyen unsurlar arasında. Uygulanan politikalarla ise bunlar arasında bir denge kurulmaya çalışılıyor.
Merkez Bankası’nın piyasadaki para arzını yönetebilmek için sahip olduğu araçlardan birisi politika faiz oranları.
Politika faiz oranlarında yapılan değişiklikler piyasadaki oyuncuların borç alma ve verme maliyetlerini değiştirdiğinden hem bankaların uyguladığı faizleri hem de tahvil, hisse senedi gibi varlıkların değerini etkiliyor.
Faiz oranlarının düzeyi, bireylerin ve kurumların kaynaklarını tasarrufa ya da harcamaya yöneltmesinde belirleyici oluyor.
Örneğin, faiz oranlarının düşük olduğu bir ortamda tasarruf üzerinden elde edilecek gelir de düşük olduğundan harcama eğilimi artıyor.
Dolayısıyla faiz oranlarının düşürülmesinin tüketim harcamalarını artırması ve ekonomik büyümeyi desteklemesi bekleniyor.
Ancak tüketim harcamalarının artması beraberinde enflasyonun yükselmesi riskini getiriyor.
Bir diğer konu da faizlerin düşük olduğu bir ortamda kredi alma ve verme eğiliminin artmasının piyasadaki yerel para birimi miktarının yükselmesine neden olması. Bu da enflasyon riski yaratan bir başka unsur olarak ortaya çıkıyor.
Bu nedenle genel kabul gören ekonomi teorisinde, faiz oranlarının düşük tutulmasının enflasyon yaratacağı ve enflasyonun arttığı bir dönemde de fiyat artışlarını dizginlemek için faiz artırımına gidilmesi gerektiği görüşü bulunuyor.
Erdoğan’ın ilham aldığı Irving Fisher teorisi
Cumhurbaşkanı Erdoğan, faizlerin düşürülmesi halinde enflasyonun da düşeceği yönündeki geleneksel kalıpların ötesine geçen ve sıra dışı kabul edilen ekonomi görüşünü destekleyen isimler arasında yer alıyor.
Erdoğan, ocak ayında İstanbul’da ekonomiyle ilgili yaptığı bir konuşmada, “Bana yatırım lazım, istihdam lazım, üretim lazım, ihracat lazım. Eğer bu dört başlık yoksa hiçbir şey yok, biz bununla övüneceğiz. Asıl iş faizi düşürmek suretiyle enflasyonu aşağıya çekmektir” demişti.
Cumhurbaşkanı dün yaptığı bir konuşmasında da ‘Faiz sebeptir, enflasyon neticedir‘ görüşünü yineleyerek şunları dile getirmişti: “Ben bu görevde olduğum sürece faizle mücadelemi sonuna kadar sürdüreceğim. Enflasyonla mücadelemi sonuna kadar sürdüreceğim.”
Erdoğan’ın da savunduğu bu görüş, 19’uncu yüzyılın sonları ve 20’nci yüzyılın başlarında yaşamış olan ekonomist Irving Fisher’ın geliştirdiği bir teoriye dayanıyor. Fisher’ın geliştirdiği teori, nominal faiz, reel faiz ve enflasyon beklentisini hesaba katan bir formüle dayanıyor.
- Nominal Faiz: Piyasada uygulanan ve paranın değer kaybı finansal hareketlerden arındırılmamış faiz oranı.
- Reel Faiz: Nominal faizin enflasyonun etkisine göre ayarlanmış hali
- Beklenen enflasyon: Fiyat hareketlerine göre, ilerideki belirli bir dönem için hesaplanan fiyat artış oranı.
- Reel faiz = (1 + Net Nominal Faiz) / (1 + Beklenen Enflasyon) -1
Bu formüle göre reel faiz oranı ile beklenen enflasyon oranı toplamının nominal faiz oranına eşit olduğu varsayılıyor.
Cumhurbaşkanlığı Ekonomi Politikalarından Sorumlu Başdanışmanı Cemil Ertem, Erdoğan’ın yaklaşımının ardındaki nedenlerle ilgili yazdığı bir makalede, Fisher’ın geliştirdiği formül baz alındığında enflasyon ile faiz oranları arasında ters değil, doğru bir korelasyonun görüldüğünü belirtti.
Ertem, Mayıs 2018’de Daily Sabah gazetesine yazdığı yazıda şunları kaydetmişti: “Buna göre, reel faiz oranının uzun vadede sabit kalacağı varsayımıyla nominal faiz oranında yapılacak bir artış, enflasyon beklentisinde de bir artış olacağı anlamına geliyor. Özetle Fisher formülüne göre, faiz oranları ile enflasyon arasında uzun vadede doğru bir korelasyon olduğu açıkça görülüyor”
Fisher formülü
- i ≡ r* + π
- nominal faiz oranı = reel faiz oranı + enflasyon
Ertem, aynı makalesinde 2008 yılında yaşanan krizin geleneksel görüşün doğru olmadığını ortaya koyduğunu savundu.
Ertem makalesinde ayrıca, son dönemde dünyanın farklı yerlerinde Fisher denklemini savunan görüş ve akademik çalışmaların yapıldığı ‘Neo-Fischercı‘ bir akımın doğduğunu aktardı.
Özellikle 2008 krizinin ardından Fisher’ın yaklaşımını savunan ve para politikalarının buna göre düzenlenmesi gerektiğini söyleyen, aralarında ABD Merkez Bankası yetkililerinin bulunduğu bazı ekonomistler oldu.
Ancak şu ana kadar bu formülün hayata geçirilmesi halinde geçerli olduğunu ortaya koyan somut bir örnek olmadığına dikkat çekilirken faiz ve enflasyon ilişkisine dair geleneksel görüş hem gelişmiş hem de gelişmekte olan ülkelerde para politikalarına yön vermeyi sürdürüyor.
Döviz kurunun denklemdeki yeri
Döviz kuru, enflasyon ve faizle birlikte üçgenin diğer ayağını oluşturuyor. Bu ayak, özellikle Türkiye gibi üretimin büyük oranda ithal girdilere bağlı olduğu ülkeler açısından büyük önem taşıyor. Kurdaki artışlar, üreticilerin maliyetlerini artırdığı için satış fiyatlarına da yansıyor ve bu da enflasyonun yükselmesine neden oluyor.
Ekonomist Ege Cansen, 2006 yılında Hürriyet gazetesine yazdığı bir yazıda, Türkiye gibi ülkeler için arz-talep dengesinin ötesinde döviz kurunun da enflasyon üzerinde önemli bir etkisi olduğuna dikkat çekmişti.
Cansen şunları kaydetmişti: “Türkiye gibi parası yumuşak yani döviz olmayan ülkelerde, enflasyon ‘devalüasyon-enflasyon’ sarmalı yüzünden yapışkan hale gelir. Kur artışlarını yavaşlatmadan, fiyat artışları yavaşlamaz. Dolayısıyla bu ülkeler, ekonomiyi soğutarak değil, döviz kurunu düşürerek enflasyonu yavaşlatır. Bunun için ulusal paralarına yüksek faiz verip, sıcak parayı ülkelerine çeker. Artan döviz arzı yüzünden düşen kurla, döviz fiyatına endekslenmiş fiyat artışları yavaşlar“
Genel kabul gören görüşlere göre, bir ülkede döviz kurunun seyrinde yatırımcıların o ülkenin para birimine ‘yatırım yapma ve elinde tutma arzusu‘ belirleyici rol oynuyor.
Yatırımcıların bu algısında da o ülkenin makroekonomik dengelerinin güçlü olması gibi ekonomik etkenlerin yanı sıra siyasi istikrar gibi güven ve risk unsurunu etkileyen faktörler de büyük önem taşıyor.
Ayrıca bir ülkenin para birimine yatırım yapanların bundan bir getiri elde etmek istedikleri kabul ediliyor.
Bu noktada da piyasadaki belirlenmiş ‘nominal faiz‘ ile enflasyon oranı arasındaki farkı gösteren reel faiz önemli bir kavram olarak ortaya çıkıyor.
Örneğin, kendi para birimine yatırımcı çekmek isteyen ülkelerin enflasyon oranının üzerinde faiz vererek, yatırımı cazip kılması gerekiyor.
Merkez Bankası’nın görevi
Finans sistemi içerisinde merkez bankaları, ellerindeki faiz, para basma ve döviz rezervi gibi araçlarla piyasadaki para arzını belirleyerek ekonomik dengelerin korunmasında kritik bir rol oynuyor.
TCMB’nin internet sitesinde kurumun temel amacı “fiyat istikrarını sağlamak” olarak tanımlanıyor ve bu ifade ile “ekonomik kararlarda dikkate almayı gerektirmeyecek ölçüde düşük bir enflasyon oranının” kastedildiği belirtiliyor.
TCMB’nin diğer görev ve sorumlulukları finansal istikrar, döviz kuru rejimi, banknot basma ve ihraç imtiyazı ve ödeme sistemleri olarak sıralanıyor.
Türkiye’de 2006 yılından bu yana enflasyon hedeflemesi rejimi uygulanıyor.
TCMB’nin konuyla ilgili hazırladığı kitapçıkta, bu rejim, sayısal bir enflasyon hedefinin belirlenip bunun kamuoyuyla paylaşıldığı ve Merkez Bankası’nın da tüm para politikası araçlarını bu hedefe ulaşmak amacıyla kullandığı bir rejim olarak tanımlanıyor.
Özetle Türkiye’de TCMB’nin ana görevini enflasyonu elindeki araçları da kullanarak belirlediği hedefi tutturmak oluşturuyor.
Ekonomist Mahfi Eğilmez, 2018 yılında yazdığı bir yazıda, TCMB’nin belirlediği hedeflere ulaşabilmesi için bağımsızlığının sağlanmasının ve şeffaflığının da artırılması gerektiğini belirtmişti.
Eğilmez, TCMB’nin elindeki araçları kullanarak faiz, enflasyon ve kur dengesini yönetebileceğini ifade ederek şunları kaleme almıştı: “Örneğin kurların hızla yükseldiği ve bunun enflasyonu artırdığı bir ortamda Merkez Bankası para politikasının en önemli aracı olan borç verme faizini artırarak piyasa faizlerini yukarı iter ve bu yolla kuru ve enflasyonu denetim altına alabilir.”
Ancak Eğilmez, Türkiye’de her ne kadar enflasyonla mücadele en önemli hedef gibi gösterilse de ‘gizli hedefin‘ büyüme olduğunu ve bunun da para politikaları ile maliye politikaları arasında çelişki yarattığına dikkat çekmişti.
Döviz rekor kırarken Erdoğan ısrarcı: Faizi savunanlarla beraber olamam
TÜİK: Yıllık enflasyon yüzde 19,89
ENAG’ın enflasyonu yıllık yüzde 49,87
Merkez Bankası’ndan faiz indirimi
MB’den 200 baz puanlık faiz indirimi
Cari denge eylülde fazla verdi
MB başkanı: Cari denge sağlandığında kur dengelenecektir