ALİ TUFAN KOÇ
‘Yeni İstanbul Mutfağı‘ olarak tanımladığı Kantin ile 18 yıldır yeme-içme sektöründe Türkiye’nin sayılı kadın şef-patronlarından biri Şemza Denizsel. Bugüne kadar mutfağında yüzlerce profesyonel yetiştirdi.Şemsa Denizsel, gastronomi dünyasında kadın şef-patron olmanın zorluklarını ve tanıklık ettiği olayları anlatmakla kalmadı, çözüm önerilerini de sıraladı.
Restoran müdürünü tehdit ettim
Gastronomi ve yeme-içme, dünya genelinde olduğu gibi Türkiye’de de her zaman erkek hegemonyasında kalmış bir sektör. Türkiye’de bu sektörde kadın olarak var olmak adına daha sert bir tutum ve mizaç, bir tür zorunluluk mu sizce?
Mutfak sert bir yer. Benim yapım da malum, çok yumuşacık değil. Dolayısıyla mutfak ve ben bir bütünüm. ‘Hırt’ bir tarafım hep vardı. Annem, teyzelerim, ailemin tüm kadınları da hırttır. Ben hepsinden beter oldum. Sonuçta yapısal olarak biz böyle kadınlarız. Baştan beri ‘höt zöt’ bir tavrım olduğu için başıma herhangi bir taciz ya da istismar gelmedi. Tanık olduğum hikayeler elbet oldu.
Çalışmaya Londra’da, küçük bir sandviç dükkânında başladım. İlk kez orada, bana verilmiş herhangi bir işle ilgili eleştirilmekten hoşlanmadığımı keşfettim mesela. Bunun cinsiyetle değil karakterle alakası var. Bana laf ettiremeyecek şekilde çalışmayı daha ilk günden kendime kural bildim. İşimde bir hata yapmışsam şayet, insanların bunu yüzüme vurmalarına fırsat bırakmadan ben özür dilerim.
Mutfakta cinsel istismara da ilk kez o dükkânda şahit oldum. Sorumlu pozisyondaki adam, dükkanın diğer çalışanı, İran’dan kaçmış gencecik kızı epey sıkıştırdı. Kız oradan nasıl kaçtığını bilemedi. Yeni bir kızı işe alma sürecinde adamın yanına gittim, “O kızın neden çıktığını gidip patrona söylememi ister misin? İşinden olmak istemiyorsan eline ayağına sahip çıkacaksın, burada bir daha kimseyi rahatsız etmeyeceksin” diye dikildim karşısında.
Kaç yaşındaydınız?
20 yaşındaydım. Orada henüz birkaç aydır çalışıyordum fakat patronun yaptığım işten çok memnun olduğundan emindim. Elimin güçlü olduğunu düşündüğüm için de büyük ihtimalle cinsel istismar karşısında restoran müdürünü tehdit edebildim. İşe giren diğer kızlara aynısını yapamadı.
Kendime kısıtlamalar getirdim
Gastronomi dünyasında kendi işini kurmuş ve restoranını açmış bir kadın olarak yaşadığınız en büyük güçlük neydi? Kadın olduğunuz için neleri farklı yapmak zorunda kaldınız?
Kantin’i açarken tek başıma ve kadın başıma nasıl bir işe soyunduğumun gayet bilincindeydim. O dönem özel hayatıma son derece özen göstermem gerektiğini fark ettim ve buna dikkat etmek için kendime bir söz verdim. Bir akşam bir bara gidip orada bir adamla flört etmem doğru olmazdı. Yarın öbür gün o kişi müşteri ya da bir çalışan olarak karşıma çıkabilirdi. Sadece birisiyle flört etmek de değil mesele. Belli bir miktarda içki içip gönlünce dans edememek de buna dahildi. Türkiye’de, içinde yaşadığım toplumun sosyal kabulleri içinde, kendime zorunlu birtakım kısıtlamalar getirdim. Elbette erkek olsaydım kendime böyle bir kural koymam gerekmezdi.
Hayatı dilediğin gibi yaşama hakkın alınıyor elinden. Dağıtabilmek de bir özgürlüktür çünkü. Gevşemek için deli gibi dans etmek veya bir köşede melankolik durmak isteyebilirsin. Bunların hepsini yapabilme hakkın olmalı. Kadın olunca maalesef sürekli kendini bir şekilde kısıtlamak zorunda kalıyorsun.
Kadın yöneticilerin ve patronların işe alımlarda hemcinslerini gözetmeleri bekleniyor. Kantin ekibini oluştururken bu ‘gözetme kuralı’na dikkat ettiniz mi?
Hayır, kimseyi cinsiyetine göre gözetmedim. Çalışanın cinsiyetine değil, işini iyi yapıp yapmadığına ve sorumluluklarını ne ölçüde yerine getirdiğine baktım hep. İşimizi iyi yapmakla yükümlüyüz. Dergicilik yıllarında müdürlere bağlı çalışırken de bir çalışan olarak benimsediğim kural buydu; yaptığımı iyi yapmalıyım ve laf işitmemeliyim. Kadın, erkek fark etmemeli.
Yeme-içme sektöründe kadına yönelik şiddeti ve eşitsizliği engellemek adına patronlar inisiyatif alıp kendi kurallarını belirleyerek çözümle katkı sağlayabilir mi?
Kantin’de çalışana yönelik bir cinsel istismarın hiç yaşanmadığını rahatlıkla söyleyebilirim. Kadın patrondum ve tavrım çok netti. İşe yeni aldığım bir kişinin, ekipten birine herhangi bir sebepten sarkıntılık yapabileceğini ya da sözlü tacizde bulunabileceğini hissettiğimde dönüp bütün personel ekibe şunu söylerdim: “Aklınızı başınıza toplayın, aklınızı alırım. İşsiz kalan siz olursunuz.”
Hizaya sokmak ve o eşitliği sağlamak adına, sert, net ve keskin üslubumu her zaman korudum. Neticede ekipteki herkesi elimden geldiğince koruyabildiğime inanıyorum. Patron, kırmızı çizgilerini ve olası cinsel istismara karşı yaptırımlarını net bir şekilde dile getirmeli.
Bu yaklaşım, her işletmede sağlanabilir mi?
Küçük işletmelerde bunu sağlamak daha kolay olabilir. Daha geniş çaplı işletmelerde farklı sistemler kurulmalı. Bir dönem yanımda stajyerlik yapmış genç bir kadın, daha sonra çalıştığı İstanbul’un en meşhur, seksen iki yıldızlı otellerinden birinde cinsel istismara uğradığını anlatmıştı. Kime, neyi, nasıl şikayet edeceğini bilmediği için çaresiz ve sessiz kalmış. Haklı. Patron ve asıl sorumlu kim orada? Gayrimenkulün sahibi mi? O işletmenin bağlı olduğu yurt dışındaki otel grubumu mu, genel müdür mü, mutfak şefi mı? O kadar fazla katman var ki kayboluyor içinde böyle bir sorun. Her çalışana işe başladığı gün, bu ve benzeri durumları, kime ve nasıl raporlayacağı bilgisi yazılı bir dokümanla verilmeli.
Pardon neden utanıyoruz?
Pardon, neden utanıyoruz? Şiddet görmüş biri olarak neden utanacağım? İlk kocasından dayak yemiş birisiyim ben. Hiç utanmam, o utansın. Önce bir tokat yedim. Anlamadım. Özür diledi. Bir hafta geçti. İki tokat daha yedim. Gene özür diledi. Üçüncüsünde dayağa döndü olay.
Eşitsizliğe, istismara uğrayan birçok kadın hala sesini çıkarmakta zorlanabiliyor. Bunu değiştirmek için ne yapabiliriz?
İş büyürse, dallanıp budaklanırsa, çıkmaza girerse diye işinde, evinde istismara uğrayan kişi konuşmaktan imtina ediyor ve utanıyor. Pardon, neden utanıyoruz? Şiddet görmüş biri olarak neden utanacağım? İlk kocasından dayak yemiş birisiyim ben. Hiç utanmam, o utansın. Önce bir tokat yedim. Anlamadım. Özür diledi. Bir hafta geçti. İki tokat daha yedim. Gene özür diledi. Üçüncüsünde dayağa döndü olay. Ertesi gün babamı aradım: “Böyle bir olay oldu. Hemen, lütfen gel…”
Ailelere iş düşüyor burada. Ben, “Hemen, lütfen gel” diyebildim çünkü babamın gelebileceğini ya da bir çözüm üretebileceğini biliyordum. “Kızım kocandır, kır dizini otur” da bir cevaptı. Veyahut “Sever de döver de sen orda kal, buraya geri dönemesin” diyebilirdi. “Acaba bir konuşsanız mı, belki düzelir yavrum” da söylenir bu durumlarda. Hiçbir şey düzelmez. Bunu bir kere yapan hep yapmaya devam eder. Bu ve benzeri yanıtlar vermek, sadece şiddeti meşrulaştırmaz, şiddetin üzerine bir de psikolojik şiddetin uygulanmasını sağlar.
Sizce sorun nerede? Asıl hangi konunun daha sık tartışılmasını sağlamalıyız?
İnsan dilediği gibi bara da gidebilmeli, içki de içebilmeli, dans da edebilmeli, kahkaha da atabilmeli. Bu özgürlüklere değil, toplumun buna nasıl uyum sağlayacağına eğilmek gerekiyor. Seninki yaşama özgürlüğü ama onun sana tecavüz etmesi bir özgürlük değil. Oysa kanunlarımıza göre onunki de bir ‘özgürlük’. İnsanlarımız da kanunlarımız da öyle davranıyor.
[Bu metin, Şemsa Denizsel ile yaptığımız mülakatın, açıklık adına düzeltilmiş ve kısaltılmış versiyonudur.]