ANIL CAN TUNCER
@tunceranil
Yöneylem Araştırma koordinatörü Derya Kömürcü, AKP ve MHP oylarında istikrarlı bir erimenin olduğuna dikkat çekerek, buradan sonra tablodaki anlamlı değişimin muhalefete bağlı olduğunu söyledi.

Türkiye’deki genel seçimlere iki sene var. Ancak muhalefetteki partiler, ülkede aciliyet arz eden sorunlar nedeniyle erken seçim çağrısı yapmaya devam ediyor.
Ancak iktidar bu çağrıları reddederek seçimlerin zamanında düzenleneceğini vurguluyor. Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan bu çağrılara ”Seçimin tarihi belli” yanıtını vermişti.
Araştırmacılar ise iktidar partisine oy desteğinin azaldığını öne sürüyor. Hatta daha önceki çalışmalarıyla tartışmalara neden olmuş iktidara yakın bazı şirketlerin anketlerine göre bile durum iktidar açısından ‘vahim’. Diğer yandan anketlerde AKP’nin ortağı MHP’nin de mevcut baraj yüzde 10’u geçemediği görülüyor.
Tablo böyleyken AKP, anket şirketlerine denetim getirmeyi düşünüyor. Erdoğan, Angola’nın başkenti Luanda’ya hareketi öncesi İstanbul’daki Atatürk Havalimanı’nda anketlerle ilgili olarak “Anketlerle millete psikolojik operasyon çekme çabaları her zaman olmuştur. Biz bunlardan bıktık, bunlara da alışığız. Kamuoyu araştırma ve anket şirketlerine benim güvenimin kalmadığını hatırlayın daha önce de açıklamıştım” demişti.
Barajın yüzde 7’ye indirilmesi ve seçim sisteminin değiştirilmesi de gündemde.
Yöneylem’in eylül ayında 27 ilde yaptığı araştırmada, “Bu pazar seçim olsa kime oy verirsiniz” sorusuna -kararsızlar ve oy kullanmayacaklar dağıtılmadan önce- Türkiye genelinde seçmenlerin yüzde 26,8’i AKP, yüzde 21,3’ü ise CHP yanıtını verdi. Ankete göre cumhurbaşkanlığı seçimlerinde Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ı dört olası aday da geçiyor.
Son dönemde cumhur ittifakının iktidarı kaybedeceğine, muhalefet partilerinin kazanacağına dair inanç da artışa geçmiş durumda.
Ekonomik göstergelerin kötüye gittiği bir dönemde seçmenler açısından durumu Yöneylem Sosyal Araştırma Merkezi araştırmalardan sorumlu genel koordinatörü siyaset bilimci Doç. Dr. Derya Kömürcü, Diken’e anlattı.
‘AKP ve MHP oylarında istikrarlı erime var’
Derya Kömürcü, AKP ve MHP oylarında radikal kopuşlardan ziyade küçük ama istikrarlı şekilde devam eden erime olduğunu söylerken, son 20 senedeki dönüşümün siyasal sonuçlarına dikkat çekti: ”Gerçekten de yaptığımız ölçümlerde hem Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın hem de AKP ve MHP’nin oylarında bir gerileme olduğunu görüyoruz. Bu gerileme radikal kopuşlardan çok, zamana yayılan, küçük küçük ama istikrarlı bir şekilde devam eden bir erime olarak dikkat çekiyor. Bunda elbette birkaç faktör birden etkili oluyor. Bu faktörlerden bir kısmı sosyolojik, bir kısmı ise siyasal olarak değerlendirilebilir. Belki öncelikle şu tespiti yaparak başlamak gerekir. Yaklaşık 20 yıllık AKP iktidarı sürecinde Türkiye gerçek anlamda sosyolojik bir dönüşüm yaşadı. Toplumun çok farklı kesimleri çok hızlı bir biçimde kamusal hayata dahil oldu. Bu tür bir dönüşümün kaçınılmaz siyasal sonuçları olur, oluyor, olacak. Her şey sabit kaldı desek bile 20 yıl önce var olmayan yepyeni bir nesil ortaya çıktı. AKP iktidarı bu sosyolojik değişimi anlamak, ona uyum sağlamak yerine onunla kavga etmeyi tercih etti. Kavgayı kazanmanın yolu olarak da kutuplaşmayı ve kendi tabanı olarak gördüğü kitlenin oy desteğini kimlik siyaseti üzerinden konsolide etmeyi öne çıkardı. Kısa vadede etkili olan bu yöntem, orta vadede ekonomik kriz ve coronavirüs pandemisiyle birleştiğinde ülkeyi yönetilemez kıldı.”
‘Seçmen sorunların kaynağında Erdoğan’ı görüyor’
Sorunların kaynağının Cumhurbaşkanı Erdoğan’da somutlaştığının altını çizen Kömürcü, AKP açısından iktidarı sürdürmek için en önemli araç gibi görünen ‘Türk tipi başkanlık sistemi’nin asıl oy kaybı nedenine dönüştüğünü söyledi: ”Bugün Türkiye’de azımsanmayacak bir çoğunluk ülkenin kötü yönetildiğini düşünüyor. Kötü yönetimin liyakatsizlik, adam kayırmacılık ve yolsuzlukla doğrudan ilişkili olduğunu, bu durumun da tek adam rejiminden kaynaklandığını net bir biçimde idrak etmiş bir çoğunluktan bahsediyoruz. Dolayısıyla ülkenin kötü yönetilmesi ya da örneğin ekonominin kötü yönetilmesi ilgili bakanla ve bürokratlarla değil, doğrudan her şeye karar veren, bütün atamaları yapan, her açıklaması bir biçimde ekonomiyi etkileyen Cumhurbaşkanı Erdoğan’la ilişkili olarak görülmeye başlandı. Sadece ekonomi değil, afet yönetiminden aşı tedarikine kadar örnekler çoğaltılabilir. Seçmen, sorunların kaynağında cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi ve onun uygulayıcısı olarak Erdoğan’ı görüyor. Tam da o yüzden seçmenlerin yüzde 60’a yakını hem parlamenter sisteme dönmek istiyor hem de ‘Erdoğan’a asla oy vermem’ diyor. Dolayısıyla Erdoğan’ın 2016’dan itibaren iktidarını sürdürmenin en önemli aracı olarak gördüğü ‘Türk tipi başkanlık sistemi’ bugün kendisinin ve partisinin yaşadığı oy kaybının ekonomik krizle birlikte en önemli nedeni olarak görülebilir.”
‘İki kişiden biri daha kötü olacağını söylüyor’
Kömürcü, ekonominin seçmenlerin davranışları üzerinde belirleyici olan en önemli etkenlerden birisi olduğu söylerken, iktidarın gelecekteki ekonomi performansı açısından da olumsuz görüşlerin hakim olduğunu belirtti: ”Seçmenlerin oy davranışlarını konu alan siyaset bilimi literatürü içinde önemli alanlardan biri ekonomik oy verme davranışı olarak adlandırabileceğimiz, ekonominin durumunun seçmenin iktidarı destekleyip desteklemeyeceği üzerinde temel belirleyici olduğunu öne süren bir yaklaşım. Burada ekonominin durumu derken, seçmen iktidar partisinin destekleyip desteklemeyeceğine karar verirken, ülke ekonomisini geçmişe yönelik değerlendirdiği gibi, geleceğe yönelik de değerlendirerek oy veriyor olabilir. Örneğin bizim araştırmalarımızda her dört seçmenden üçü son bir yılda Türkiye’nin ekonomik durumunun daha kötüye gittiğini ifade ediyor. Buna karşılık gelecek yılın bu yıldan daha da kötü olacağını düşünenler yüzde 58 oranında. Dolayısıyla seçmenlerin iktidarın ekonomi performansından memnun olmadığı gibi, bunun düzeleceğini de düşünmediği sonucunu çıkarabiliriz. Öte yandan, seçmen sadece ülke ekonomisini değil, kendi aile ekonomisini de göz önünde bulundurur oy tercihini belirlerken. Kendi ekonomik durumunun geride bırakılan dönemde iyileşip iyileşmemesi ya da gelecekten umutlu olup olmaması da seçmenin iktidara desteği üzerinde etkili olur. Aile ekonomisi bağlamında baktığımızda da seçmenlerin yüzde 60’ı gelir durumunun kötüye gittiğini dile getiriyor. Her iki kişiden biri gelecek yılın kendisi için daha da kötü olacağını düşündüğünü söylüyor. Dolayısıyla evet, ekonomi seçmenlerin oy davranışı üzerinde belirleyici en önemli etkenlerden biri olacak.”
‘Muhalefetin hamlelerine bağlı’
Türkiye’de iktidar tarafından inşa edilen kutuplaştırıcı siyasetin, geçişkenlikleri sınırlı tuttuğuna değinen Kömürcü’ye göre bundan sonrası muhalefetin hamlelerine bağlı: ”Bununla birlikte Türkiye’de siyasetin bizzat Cumhurbaşkanı Erdoğan tarafından çok keskin bir kutuplaşma üzerine inşa edildiğini de göz ardı etmemek gerekir. Toplum bu denli kutuplaştırıldığında kendi seçmen kitleni konsolide etmek çok daha kolay hale geldiği gibi, kutuplar arasındaki geçişkenlik de çok sınırlı kalabiliyor. Tam da bu yüzden AKP ve MHP’nin seçmen desteğinde kopuşlar değil, ufak ve süreklilik arz eden bir gerileme gözlemlediğimizi düşünüyorum. İktidarın yapamadıkları ya da kötü yaptıklarına tepki olarak ortaya çıkan bu gerilemenin artık belirli bir dengeye oturduğunu, bundan sonra siyasi tabloda meydana gelebilecek anlamlı bir değişimin esas olarak muhalefetin hamleleri, projeleri, kadroları üzerinden seçmeni ikna edebilmesi durumunda gerçekleşeceğini düşünüyorum. Başka bir deyişle AKP, MHP ve Erdoğan kendi yaptıklarının sonucu olarak yaşayacağı oy kaybının sınırına dayanmış görünüyor. Seçmen iktidarı değiştirmeye hazır olduğunun işaretlerini veriyor. Şimdi sorulması gereken soru muhalefetin iktidarı alıp alamayacağıyla ilgili olmalı.”
‘Erdoğan seçmenlerde kayda değer değişim yaratamaz’
MHP’yle ittifak nedeniyle siyaseten manevra alanı daralan Erdoğan’ın seçmen davranışlarında kayda değer değişim yaratamayacağını düşünen Kömürcü’ye göre erken seçim için çok fazla işaret yok: ”Verili koşullarda erken seçim olacağını düşünmek için elimizde çok fazla işaret olduğunu düşünmüyorum. Eğer erken seçimden 2022 sonbaharı ya da sonrasında bir tarihi kastediyorsak, bu mümkün. Ancak daha erken bir seçim tarihi verili koşullarda bana çok zor geliyor. Verili koşullar derken şunu kastediyorum. Birincisi, ekonominin durumu. Ekonomik kriz etkisini sürdürdüğü ve ciddi bir rahatlama sağlayacak bir sıcak para girişi gerçekleşmediği sürece, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın seçmenin oy tercihinde kayda değer bir değişim yaratabileceğini düşünmüyorum. Bu durumda kaybetme riski son derece yüksek olan bir seçimi erkene alması bana mantıklı gelmiyor. İkincisi, AKP-MHP ittifakının devam ediyor oluşu. Her ne kadar bir takım çatlaklardan bahsetmek mümkün olsa da bu ortaklığın açık bir biçimde sona ermediği bir durumda, Erdoğan’ın siyasi manevra yapma imkanlarının çok sınırlı olduğu açıkça görülüyor. MHP ile ittifak devam eder mi, etmez mi bir şey söylemek spekülasyon olur, ancak Erdoğan’ın elinde daha iyi seçenekler olduğunu düşünmek için bir nedenimiz yok. Bir diğer nokta seçim kanunda yapılması planlanan değişiklikler. Bu değişikliklerin hem pratik anlamda AKP-MHP’nin daha fazla milletvekili çıkarması, MHP’nin baraj altında kalmaması, ittifaklar konusunda yapılacak düzenlemelerle muhalefetin bir arada hareket etmesini engellemek gibi hedefleri var. Bunun yanı sıra seçim kanunu değişikliği durumunda bu değişikliklerin yürürlüğe girdiği tarihten itibaren bir yıl içinde yapılacak seçimlerde uygulanamayacak olması da erken seçim baskısını hafifleten bir etki yaratıyor diye düşünüyorum. Yine de şunu özellikle vurgulamak gerekir. İktidar açısından ortada oylarını artırabileceği bir tablo yok. Tam da bu yüzden seçmenlerin tercihlerini değiştirmeye çalışmaktan çok, siyasal mühendislik işleriyle daha çok meşgul oluyorlar. Seçim kanunu değişikliği, seçim barajını yüzde 7’ye indirmek, HDP’ye yönelik kapatma davası, Saadet Partisi’ne yönelik girişimler, vb.”
‘Erdoğan’ın karşısına kim gelirse oy vereceğim’ rahatlığı
Kömürcü, seçmende parti tercihlerinden ziyade ‘Erdoğan’ın karşısına kim gelirse ona oy vereceğim’ rahatlığının pekiştiğini belirterek, kişilerin öne çıktığı bu durumun siyasal katılım ve temsili kötüleştirdiğini vurguladı: ”Ülkenin içinde bulunduğu durumun sorumlusunun Cumhurbaşkanı Erdoğan olduğu kanaati o kadar pekişmiş durumda ki, karşısındaki aday kim olursa ona oy vereceğim rahatlığı var, parti tercihinden farklı olarak. Ayrıca kamuoyunda cumhurbaşkanlığı adaylığıyla ilgili gündeme gelen bazı olası isimler, seçmene muhalefet partilerinin sunamadığı bir şey sunuyor galiba. Türkiye’nin sorunlarını şu parti çözer diyemiyor seçmen, ama şu kişi çözer diyebiliyor. Bu genel anlamda iyi bir şey mi diye sorarsak, aslında çok da değil. Siyasetin alanı Türkiye’de zaten çok dar. Beş yılda bir oy vermek siyasal katılımın yegane biçimi haline gelmiş. Şimdi bir de partilerin de, milletvekillerinin de Meclis’in de önemini giderek yitirdiği, liderlerin ön plana çıktığı, siyasal katılım ve temsili daha da kötüleştiren bir süreç yaşıyoruz. ‘Türk tipi başkanlık’ denilen sistem üretiyor bunu. İktidar partisinin bile parti hüviyetinin yitirmeye başladığı, önemini yitirdiği bir süreç.”
‘Erdoğan’ın etrafındaki kitle, onu yeniden seçtirecek kadar geniş değil’
İktidar açısından ‘yönetememe’ sorununun hükümet sistemi değişikliğiyle belirginleştiğini söyleyen Kömürcü’ye göre Erdoğan’ın çevresindeki azımsanamayacak kitle, onu yeniden başkan seçtirecek kadar geniş değil: ”AKP, ilk iktidara geldiğinde yalnızca kendi tabanına değil, diğer seçmenlere de bir şey söylediğinde sesini duyurabilen, söylediklerini tartıştırabilen, siyaset üzerinde hegemonik bir güce sahipti. Bu durum, 2010’daki anayasa referandumu sonrasına kadar böyle sürdü. 2011 seçimleri de diyebiliriz. Sonrasında özellikle Gezi Parkı eylemlerinin ardından Erdoğan otoritesini sarsan her olay, her karşı çıkış karşısında kendi tabanını konsolide etmeyi tercih eden bir iki uluslu toplum inşa etmeye yöneldi. Bizden olanlar ve bize karşı olanlar ikiliği içinde muhafazakar-milliyetçi seçmen kitlesinin sinir uçlarına dokunarak kendi yüzde 50’sini mobilize etmeyi başardı. Bu strateji 7 Haziran 2015’te sekteye uğradı, ama daha da sert önemler devreye sokularak, seçim tekrar edilerek cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi adı altındaki tek adam yönetimine giden yol açılmış oldu. Bana kalırsa, işlerin AKP ve Erdoğan açısından ters gitmeye başladığı nokta da burası oldu. Çünkü gün geçtikçe yönetememe sorunu belirginleşti ve kendi geniş tabanını konsolide etmek konusunda sıkıntı yaşamaya başladı. Tabii ki Cumhurbaşkanı Erdoğan etrafında çok ciddi bir şekilde konsolide olmuş bir seçmen kitlesi var ve bu kitle azımsanmayacak boyutta. Ama öyle görünüyor ki onu yeniden başkan seçebilecek kadar da geniş değil.”
‘Muhalefet bloğu çoğunluk elde edecek potansiyelde’
Kömürcü, ”Peki meclis çoğunluğunu kim kazanır” sorusuna ise şu yanıtı verdi: ”Şimdiden bir şey söylemek güç. Seçim kanunda değişiklik yapılıp yapılmayacağı, seçime giderken ittifakların nasıl şekilleneceği gibi sorulara yanıt bulmadan bu konuda bir şey söylemek güç. Ama şu noktanın da altını çizmekte fayda var. Bizim araştırmalarımız HDP de dahil edildiğinde bir bütün olarak muhalefet bloğunun TBMM’de milletvekili çoğunluğunu elde edebilecek bir potansiyele ulaştığını gösteriyor.”
‘İlk tur, iki adaylı bir ikinci tur oylamasına dönüştürülmeli’
Muhalefetin cumhurbaşkanlığı seçiminin ilk turuna tek adayla girip bunu iki adaylı bir ikinci tur oylamasına dönüştürmesi gerektiği fikrini savunan Kömürcü, bu durumda kazanma ihtimalinin az olmadığı görüşünde: ”Aslında seçmendeki güven sorunu olarak tarif edilen şey tam da Erdoğan iktidarının yeni stratejisini üzerine oturttuğu bir şey bence. Şu anki tabloda açık bir biçimde cumhurbaşkanlığı seçiminin ilk turda bitmeyeceğini iktidar çevrelerinin de artık kabul ettiğini düşünüyorum. Dahası ikinci turda muhalefetin bir arada hareket ederek ortak bir adaya yönelmesi durumunda kaybedeceklerini de görüyorlar. Dolayısıyla yeni bir strateji olarak muhalefetin ilk tura olabildiğince çok adayla girmesini sağlayacak bir kamuoyu inşa etmeye çalışıyorlar. Elbette burada seçimin ilk turda ortak muhalefet adayı lehine sonuçlanmasını engellemek gibi bir hedef var. Bunun yanı sıra ilk turla ikinci tur arasındaki sürede muhalefet içinde yaratabilecekleri çatlaklar, seçime katılımın düşük kalmasını sağlamak, Kürt seçmenlerin desteğinin muhalefet adayına yönelmesinin önüne geçmek gibi olasılıkları zorlamak da söz konusu olabilir. Ama tüm bunların ötesinde, kurgulanan siyasi mühendislik hamlelerinin başarılı olması ve TBMM’de çoğunluğun cumhur ittifakında kalması durumunda, cumhurbaşkanlığı seçiminin ikinci turu öncesinde çok güçlü bir istikrarsızlık vurgusunun öne çıkacağını tahmin etmek güç değil. Tam da bu yüzden muhalefetin gücü ve imkanı varken ilk tura tek adayla girip ilk turu esas olarak iki adaylı bir ikinci tur oylamasına dönüştürmesi stratejisinin göz ardı edilmemesi gerektiğini ısrarla vurgulamak isterim. Muhalefetin HDP de dahil tüm unsurları tarafından desteklenecek güçlü bir aday ve muhalefet partilerinin temsilcilerinden oluşacak ekibinin cumhurbaşkanlığı seçimini ilk turda kazanma ihtimalinin hiç de az olmadığını, böyle bir senaryonun TBMM çoğunluğuyla ilgili kaygıları da en aza indireceğini düşünüyorum.”
‘Yeni partilerin güçlü bir toplumsal karşılığı yok’
Kömürcü’ye göre iktidar ya da muhalefet kanadında kurulan yeni partilerin güçlü bir toplumsal karşılığı yok: ”Siyasi partiler ya belirli bir toplumsal sınıfın temsilcisi, bir toplumsal talebin taşıyıcısı olan örgütler olarak ortaya çıkarlar ya da halihazırda var olan partilerin bölünmesi yoluyla. Bölünme ya da ayrılık yoluyla ortaya çıkan partilerin toplumsal bir karşılığının olmadığı durumlarda, eğer kopuş da maddi imkanlar ve kadrolar bağlamında çok güçlü bir şekilde meydana gelmemişse bu partilerin etkisiz siyasal aktörler olarak kalması şaşırtıcı olmaz. Genelde olan da budur. Şimdi gerek AKP’den gerek CHP’den ayrılan isimler tarafından kurulan bu partilerin çok belirgin ve güçlü bir toplumsal karşılığının olduğunu söylemek kolay değil.”
‘DEVA’nın gücü sınırlı kaldı’
“Özellikle DEVA Partisi için böyle bir potansiyel olduğundan kuruluş sürecinde bahsetmek mümkün görünüyordu. Ancak şu an gelinen noktada bazı dezavantajların da devreye girmesiyle birlikte gücünün oldukça sınırlı kaldığını görüyoruz. Bu dezavantajlar arasında pek çok şey sayılabilir. Kuruluş sürecinin çok uzun sürmesi, pandemi sürecinde yaşadığı örgütlenme sorunları, AKP’den milletvekili ya da belediye başkanları bağlamında güçlü bir kadro koparamamış olması, AKP içindeki dönemle ilgili hesaplaşmanın kamuoyu önünde açıkça yapılamamış, AKP’den farkının anlatılamamış olması, vb.”
‘Esas belirleyici olan…’
Erdoğan’ın artık ülkeyi yönetmemesini isteyenlerin çok geniş ve kararlı bir cepheye işaret ettiğine değinen Kömürcü, bu cephenin aidiyetleri aşarak tek bir sonuca odaklarını belirterek şunları söyledi: ”Ama bunların ötesinde tüm yeni partiler için esas belirleyici olanın Türkiye’de Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın artık ülkeyi yönetmemesini isteyen çok geniş ve kararlı bir cephenin oluşmuş olması olduğunu düşünüyorum. Bu o kadar güçlü bir talep ki parti ayrımlarını, kimlikleri, aidiyetleri aşarak tek bir sonuca odaklanıyor. Tam da bu yüzden söz konusu partilerin millet ittifakı dışında kalmaya devam ettikleri sürece seçmenin oldukça sınırlı oranda desteğini almaya devam edeceğini, ancak açıkça ittifak içinde yer almaları durumunda bu partilere ilgi duyan ancak oyunu daha faydalı kullanmak zorunda hisseden seçmenlerin bu partilere yönelebileceğini düşünüyorum.”
‘Z kuşağı’ tartışmaları
Siyaset bilimci Derya Kömürcü, son olarak ‘Z kuşağı’ tartışmalarına değinerek bu konuda düşülebilecek yanılgılara işaret etti. Kömürcü, genç seçmenden en güçlü desteği CHP’nin aldığını söyledi: ”Doğrusunu söylemek gerekirse ben çok hoşlanmıyorum bu tür kuşak tanımlamalarından. Monolitik bir kitleden bahsetmiyoruz. Evet önümüzdeki seçimlerde oy kullanacak çok önemli bir genç yeni seçmen kitlesi olduğu doğru. Bunların dünyaya bakışını, siyasal tercihlerini doğru analiz etmek de çok önemli. Ama onları homojen bir toplumsal grup olarak görmek bizi büyük bir yanılgıya götürür. Tüm gençlerin aynı duyarlılıklara, sorunlara, hayallere sahip olduğunu farz edemeyiz. Bir üniversite öğrencisi ile günde 12 saat bir tekstil atölyesinde çalışan gencin hayata aynı kaygı ve beklentilerle baktığını söyleyemeyiz. Ama ne olursa olsun şöyle bir gerçek de var. Bu gençlerin aralarındaki tüm farklılıklara rağmen dünyayla kurdukları ilişki anne-babalarının kurduğu ilişkiden ciddi biçimde farklılaşmış durumda. Teknolojinin imkanlarını çok daha etkili bir biçimde kullanıyorlar, dünyaya çok daha kolay entegre oluyorlar, o anlamda ‘yerli-milli’ hamasetinden çok daha az etkileniyorlar, çok daha öz güvenliler, ama bir o kadar da kolay ilgilerini yitirebiliyorlar.
‘Erdoğan’ın genç seçmenler içindeki performansı iç açıcı değil’
“Önümüzdeki seçimde 6 milyonun üzerinde genç seçmenin ilk defa oy kullanacağını düşündüğümüzde, en azından potansiyel olarak bu seçmen kümesinin var olan tabloyu değiştirme olasılığının olduğunu, dolayısıyla bu kümenin önemli bir kısmının desteğini kazanmanın partiler açısından kritik önemde olduğunu söyleyebiliriz. Bu açıdan baktığımızda AKP ve Erdoğan’ın genç seçmenler içindeki performansının pek iç açıcı olmadığı görülüyor. AKP bu seçmen kümesi içinde kendi ülke ortalamasının altında oy alırken, en güçlü desteği CHP’nin aldığını görüyoruz. HDP’nin de hem kararlı bir genç seçmen kitlesi olduğunu, hem de demografik olarak genç nüfus içinde avantajlı olduğunu vurgulamak gerekir. Cumhurbaşkanlığı seçimi bağlamında da genç seçmenler Erdoğan’a karşı çok daha eleştirel yaklaşıyor ve muhalefet adayını destekleme eğiliminde olduklarını ifade ediyorlar.”