SELİN GÜREL
@selingurel_
Yönetmen Özcan Alper, 2015’te Kadıköy’de kartopu oynarken öldürülen gazeteci Nuh Köklü’ye adadığı ‘Karanlık Gece’yle köklerine dönüyor. Festivalde heyecan yaratan bir diğer film de ‘LCV‘. Selin Gürel yazdı.
Karanlık Gece: Özcan Alper’den köklere dönüş
Yönetmen: Özcan Alper
Festival boyunca birden fazla filmde saf kötülüğü çeşitli suretlerde izledik, ama en çok Karanlık Gece’deki sureti tarafından hırpalandık. İlk bakışta, bunda suçun kendisinin olduğu kadar kurbanın kim olduğunun da büyük etkisi var sanıyoruz, ama işin tuhafı sonunda anlıyoruz ki kurban da biziz suçlu da. Onca hırpalanmamız bundan.
Boğaza yerleşen koca yumru
Saf kötülük dediğimiz şey, uzaklarda yaşayan bir ötekiler grubuna tahsis edilmiş değil. Her an bizimle beraber dolaşan bir gölgeden ibaret. Işığın nereden vurduğuna bağlı olarak bu gölgenin uzayıp kısaldığı, bazen de bedenimizin içinde görünmez olduğu sonsuz bir ezberin içindeyiz. Başkalarının suçu sandığımız her şeyin azar azar bizim de vebalimiz olduğunu ve sıra bedel ödemeye ya da sorumluluk üstlenmeye geldiğinde o uzun kuyruğa herkesle beraber girmek gerektiğini hatırlattığı için, Karanlık Gece boğaza koca bir yumru olarak yerleşiyor ve bir süre orada kalıyor.
Film boyunca Berkay Ateş’in sarsıcı performansıyla ete kemiğe bürünen İshak’ın hayatındaki farklı dönemlerin birinden diğerine geçiş yapıyoruz. Annesinin hastalığı sebebiyle yıllar sonra gönülsüzce köyüne dönen İshak, uzun zaman önce üzerine çöküp bir daha kalkmayan suçluluk duygusuyla zehirlenmiş durumda.
Başka bir köşede Pınar Deniz’in müthiş bir sahicilikle canlandırdığı Sultan’a aşık olan ama babasının otoritesini aşamayan daha genç ve mutlu bir İshak’a rastlıyoruz. Bir diğer köşedeyse köye atanan şehirli orman mühendisi genç Ali’yle (Cem Yiğit Üzümoğlu) dostluk kuran, yarı karanlık bir İshak yaşıyor.
Sarışın olması da kabahat
Bireysel doğruları, toplumsal adaleti ve haksıza karşı mücadeleyi temsil eden Ali’nin çarçabuk ötekileştirildiği köyde, karaktere neresinden bakılsa suçlu görüneceği bir kılıf uyduruluyor. İshak’la aralarındaki cinsel çekim de, Sultan’la aralarındaki masum yakınlaşma da, doğaya ve canlılara aşık olması da, bölgenin yerleşik kanunsuzluklarına tepki göstermesi de, kendini tecrit etmesi de ve hatta sarışın olması da kabahat.
Ali dünyayı daha iyi bir yer yapmaya dair umudu temsil ederken, umudun kurban edilmesi Karanlık Gece’yi karanlık bir film yapıyor belki. Ama çarpıcı bir finalle noktalandığında, yukarıda sözü geçen yumrunun aynı zamanda başka türlü bir umudun fidanı olduğunu çok iyi biliyoruz.
Sonbahar’dan sonra düşüşe geçen Özcan Alper sinemasının Karanlık Gece ile birlikte köklerine döndüğü ilan edilebilir. Hatta filmde Sonbahar’ı hatırlatan çerçeveler de bulacaksınız. Kurak Günler’le birlikte düşünüldüğünde iki film arasında birçok paralellik de göze çarpacaktır, ancak Emin Alper’le Özcan Alper’in sinema dili birbirinden çok farklı olduğu için, bu paralellik daha çok benzer dönemlerde benzer dertleri sahiplendiklerine işaret.
Buradan hareketle, bu toplama Kar ve Ayı’yı da dahil ederek, içimizdeki düşmanla icat ettiğimiz düşman arasındaki karşılaşmanın sinemaya daha çok yansıyacağını söyleyebiliriz. Özcan Alper, filmini 2015’te Kadıköy’de bir kar topu yüzünden öldürülen Nuh Köklü’ye adamış. Nuh Köklü cinayetinin ağırlığı, toplumsal vicdanda büyük bir yumru olarak yaşamaya devam ediyor. Karanlık Gece, saf kötülüğün hala kol gezdiği bu toplumda vicdanın ve direnme cesaretinin de varlığını sürdürdüğünün işareti.
LCV (Lütfen Cevap Veriniz): Tek mekanda üç karakter
Yönetmen: İsmet Kurtuluş, Kaan Arıcı
LCV’nin Antalya’da büyük heyecanla karşılanması insanlık için küçük, bizim için büyük bir adım. Tek mekanda, üç oyuncuyla, sadece diyalog ve performanslara dayalı filmler çekmeye kimsenin pek kalkışmadığı sinemamızda, Erdi Işık’ın doğru fikirle yola çıkan senaryosu önemli bir eşiği geçiyor. Düğünlerinden hemen önce aynı odada bir araya gelen gelin, damat ve sağdıcın kirli çamaşırlarının ortalığa saçıldığı, hayli ritmik bir 70 dakika izliyoruz. İlk filmleri Donadona’da samimi bir bağımsız tonu yakalayan yönetmenler İsmet Kurtuluş ve Kaan Arıcı LCV ile biraz daha risk alıyor ve yönetmenliklerinde yeni bir seviyeye giriş yapıyor.
LCV’nin akışına kapılıp gitmek için büyük yüzleşmelerin yaşandığı 70 dakika boyunca, üstelik düğün öncesi, odaya kimsenin girmeyebileceğine ve içerideki kimsenin de tartışmanın tüm hararetine rağmen dışarı çıkmayı tercih etmeyeceğine inanmak zorundasınız. Hikayede böyle bir açık vermemek için, karakterlerin girişi ve çıkışı mümkün olmayan bir mekana hapsedilmesi çok daha yerinde olurdu. Düğün mekanına giderken arabada sıkışık bir trafiğin ortasında kaldıklarını hayal etmenin bir zararı olmaz.
Melisa Şenolsun’un performansı
Sürprizlerini açık etmeden LCV hakkında yazmak imkansız olduğu için, yazının buradan sonraki kısmında hikayeye dair sürprizli detaylara yer verileceğini not düşelim. LCV gibi bir filmin karşılaşabileceği en büyük tehlikelerden biri, tek mekan koşulunun filmi sinemadan koparıp teatral bir gösteriye dönüştürmesi. LCV’de böyle bir sorun yok, ancak Cem Yiğit Üzümoğlu’nun canlandırdığı hikayenin merkezindeki Mert karakterinin yüklendiği oyunbozan rolü, diğer karakterlere göre daha fazla açıklama gerektirdiği için yer yer konuşma dilinden çıkan, kitabi bir dile evriliyor. Bu da rolü gereği tüm hikayeyi yöneten Yiğitoğlu’nun performansını özellikle ilk yarıda daha mesafeli ve tutuk kılıyor. Filmin sendelediği kısımlardan biri bu.
Akılda kalıcı bir performans sergileyen Melisa Şenolsun’un canlandırdığı gelin Ceren’in odaya girişiyle hikaye hemen toparlanıyor ve üçlü bir gösteri başlıyor. Damat Semih (Ushan Çakır) ve sağdıç Mert arasındaki ilişkinin açık edildiği andan sonra ilişkilere, evliliğe, aileye ve cinsel yönelimlere olan ikiyüzlü bakış masaya yatırılıyor ve bir duygu ameliyatına girişiliyor. Bu anlarda Mert’in yüzüstü bırakılmış sevgili, Semih’in güvenli alanı seçmiş paylaşılamayan adam, Ceren’inse bu zor durumdan en az zararla ayrılmaya çalışan öteki kadın olduğu bir dağılım söz konusu.
Eşcinsel aşk, ihanet, evlilik mecburiyeti, kadın orgazmı, çocuk kararı…
Mert’in tüm öfkesinin merkezi haline gelen Ceren’e yüklediği kadın hesapçılığıyla, gelinin hikayenin kötüsü olmaya çok yaklaşması kartların biraz hileli dağıtıldığı izlenimini yaratıyor doğrusu. Semih’in suçlarının affedildiği, Mert’in sempati toplayan kurban rolüne büründüğü bu toplamda, Ceren’e mutsuzluğa razı, bu savaşı kazanmaya endeksli, ölümüne bir dişil hırs reva görülüyor.
Yine de film boyunca tartışılan eşcinsel aşk, ihanet, evlilik mecburiyeti, kadın orgazmı, çocuk kararı vb. konuların perdede filtresiz ve kesintisiz şekilde tartışılması azımsanmayacak kadar önemli bir adım. Ekran karardığında önce filmi çok beğendiğini söyleyen bir erkek seyircinin “Ama Türk aile yapısına uymaz böyle şeyler” demekten de geri kalmadığını duydum. Seyircide bu ikilemi yarattığı için LCV’ye teşekkür etmek gerek.