MOHAN RAVICHANDRAN
Geçen sene, ‘kayyım rektör‘ Naci İnci yönetimi altındaki Boğaziçi Üniversitesi’ndeki işine son verilen matematik bölümü öğretim üyesi Dr. Mohan Ravichandran, son dönemde Boğaziçi Üniversitesi’nde yaşananları yazdı.
Birkaç gün önce, 24 Kasım Perşembe sabahı, her zamankinden daha erken uyandım. Şu anda kaldığım Hyderabad’da hava henüz aydınlanmamıştı ancak yan sokağımdaki sadece birkaç dakika uzaklıkta olan Dost Çay Tezgahı’nı işleten Ayuş Bey’in sabah 5’te açtığını bildiğimden oraya gitmeye ve güne bir fincan sütlü zencefil çayı ile başlamaya karar verdim. Hindistan’da çay yalnızca sütle içilir ve bu durum İstanbul’daki arkadaşlarımı hep şaşırtmıştır. Tabii, Hindistan’da ya da Britanya’da geçen romanlarında okuduklarını hatırlayanlar ya da birkaç yıldır İstanbul’daki bazı kahve dükkanlarında bulunan chai tea latteleri düşünerek başlarını sallayanlar olurdu.
Dayanamayıp onlara Hindistan sokaklarındaki çayın çay, su, süt ve şekerin gereğinden uzun süre kaynatılmasıyla elde edildiğini, ekstra etki için başka baharatların da eklendiğini ve İngiltere’de içilen çaya ya da Amerikan tarzı chai tea latte’ye hiç benzemediğini anlatırdım. Ve ikincisinden daha ötesi de olamazdı; havalı tiplerin içtiği lüks bir içecek olmaktan çok uzak, Hindistan’da sokak kenarındaki bir tezgâhta bir çay iki liradır ve ayakta içmek gerekir. Her açıdan herkesin içeceğidir. Arkadaşlarım bu şekilde yapılan çayın cazibesini hep merak etmişlerdir ve ben de İstanbul’dayken böyle bir karışım içmeyi hayal bile edemezdim. Ancak Hindistan’dayken bundan daha doğal bir şey olamazdı. Bir bakıma kokoreç gibi. Hindistan’dayken böyle bir şeyi yemeyi hayal edemiyorum ama İstanbul’dayken her gün yememek için kendimi zor tutuyorum! Ispanaklı böreği ise her gün özlüyorum.
Aylardır her gün sabah ve akşamları e-postalarımı kontrol etmekten kaçınıyorum. Bunu, ancak birkaç hafta önce, son dakika değişiklikleri yapmamız gereken bir araştırma makalesinin son teslim tarihi yaklaştığında İstanbul’daki ortak yazarım bıkkın bir şekilde bana “E-postanı düzenli olarak kontrol etmiyor musun” diye sorduğunda fark ettim. Birkaç ay öncesine kadar uyandığım anda e-postalarımı kontrol ederdim. Bu, aynı zamanda yatmadan önce yaptığım son şeydi. Ancak aylardır bunu yapmadığımı fark ettim. Sabah 11 sularında e-postamı kontrol ettim ve bir şey olduğunu gördüm. Ekonomi bölümünden Ünal Zenginobuz Hoca üç ay daha kampüsten menedilmişti, çok az ayrıntı verilmişti. Boğaziçi öğretim üyeleri mevcut Boğaziçi Yönetiminin bu son dayatmasından dolayı çok kızgındı. Bu yazıyı okuyanların yukarıdaki ayrıntılar karşısında şaşkınlığa düşebileceğini ancak yazdıktan sonra fark ettim. İnsan bir durumun ayrıntılarını yaşayıp soluduğunda, başkalarının aynı şeyi yapmamış olabileceğini unutuyor.
Ünal Hoca, Ünal Zenginobuz, Boğaziçi ekonomi profesörü, üç ay öncesine kadar ekonomi bölüm başkanı, altı ay öncesine kadar da üniversite yönetim kurulu üyesiydi. Boğaziçi çalışanlarının temel direği, saygın bir araştırmacı, sevilen bir öğretim üyesi, son derece dürüst bir akademisyen, Boğaziçi’nin, Türkiye’nin kamu yükseköğretim sisteminin ve aslında tüm ülkenin, aralarında bulunduğu için şanslı olduğu biri, tanışmaktan ve tanımaktan onur duyduğum bir akademisyen. Üç ay önce, kendisinin ve Boğaziçi öğretim üyelerinin ezici çoğunluğunun şaşkınlığı içinde, Boğaziçi Ekonomi Bölüm Başkanlığı görevinden alındığını ve hakkında üniversiteye ‘hizmet etmediği’ gerekçesiyle disiplin soruşturması başlatıldığını öğrendi.
Bunun temel ‘nedeni’ teknikti: YÖK, Türk olmayan öğrencilerin bir sınava girerek devlet üniversitelerinde yer almalarını sağlayan bir düzenlemeye sahip. Bu sınav, bir milyondan fazla öğrencinin girdiği normal üniversite giriş sınavından çok daha az rekabetçi. Aslında, Hindistan’dan geldiğim için sınava baktığımda, Hindistan’da sekizinci sınıf öğrencilerinin genel muhakeme yeterliliklerini test etmek için girdikleri sınavlara benzediğini gördüm. Boğaziçi ekonomi bölümü, Türk olmayan öğrencilerin çok daha basit ve rekabetin çok daha az olduğu bir sınavla Türkiye’nin önde gelen enstitülerine girmelerine izin verilmesinin yerel öğrencilere haksızlık olduğunu savunarak bu yolla Boğaziçi’ne girmeye hak kazanan öğrencilerin kayıt yaptırmasına yıllardır izin vermiyordu. Daha da kötüsü, lise eğitimlerini Türkiye’de tamamlayan ve çifte vatandaşlık hakkına sahip oldukları için bu sistemi suistimal ederek normal giriş sınavıyla giremedikleri önde gelen üniversitelere girmeye hak kazanan çok sayıda öğrenci olmuştur. Türkiye’nin en prestijli bölümlerinden biri olan Boğaziçi ekonomi bölümünün bu ilkeli duruşu, yalnızca hakkaniyet kaygısıyla alınmıştı ama bu kez Boğaziçi rektörlüğü kamu yararını hiçe sayarak bunu Ünal hocayı cezalandırmak için bir sopa olarak kullanmaya karar vermişti.
Ve böylece Ünal Hoca’yı doğru olanı yaptığı için kutlamak yerine, ona karşı öfkeli olan rektörlük, onu kömürlerin üzerinde sürüklemeye karar verdi. Bölüm başkanlığı görevinden alındı, hakkında disiplin soruşturması açıldı ve 43 yıl önce ilk kez öğrenci olarak girdiği ve 26 yıl boyunca akademisyen olarak dünya çapında bir kariyer geliştirdiği kampüsten uzaklaştırılması da dahil olmak üzere göz hapsine alındı. Rektörlük, hayatını Boğaziçi’ne adamış böylesine iyi bir akademisyene neden böyle bir şey yapmıştı? Bir terslik mi vardı? Mutlaka bir hata olmalıydı.
2 Ocak 2021’de Boğaziçi camiası, adını hiç duymadıkları birinin, Prof. Dr. Melih Bulu’nun Boğaziçi’nin yeni rektörü olarak atandığı haberiyle uyandı. Takip eden aylarda üniversite alt üst oldu, silahlı polisler tarafından kuşatıldı, sivil polisler üniversiteye sızdı, yüzlerce öğrenci gözaltına alındı, onlarcası tutuklandı ve dört öğrenci aylarca hapis yatmak üzere cezaevine gönderildi. Prof. Dr. Melih Bulu, Temmuz 2021’de görevden alınmasına rağmen yeni rektör Prof. Dr. Naci İnci, Bulu yönetiminin eylemlerini sürdürmekle kalmadı, daha da ileri götürdü. Üniversitenin en önemli idari organı üniversite yönetim kuruludur. 1 Ocak 2021’de ÜYK’nin, dönemin rektörü Prof. Dr. Mehmed Özkan dışında, hepsi Boğaziçi’nde uzun süredir profesör olan 11 oy hakkı olan üyesi vardı. Ocak 2022’de bunların her biri değiştirildi. Onların yerine yeni rektör Naci İnci, onun iki yardımcısı Fazıl Önder Sönmez ve Gürkan Kumbaroğlu, ki bunlar birden fazla görevde bulundukları için birlikte yedi oy hakkına sahiptiler, ve biri vekaleten olmak üzere başka üniversitelerden getirilen iki profesör daha vardı. Ünal hoca da altı ay öncesine kadar ÜYK üyesiydi.
Böylesine olağanüstü bir yeniden yapılanma, büyük bir kamu araştırma üniversitesinde hayal bile edilemez. Benzer bir olayın başka bir yerde yaşanıp yaşanmadığını uzun uzun düşündüm ve bulabildiğim tek örnek 2007-08 yılları arasında Zimbabwe Üniversitesi’nde yaşananlar oldu.
Boğaziçi uzun zamandır Türkiye’nin yüksek eğitim sisteminin incisi, 1973’de devlet üniversitesi olduktan sonra birkaç yıl içinde uluslararası saygınlığa sahip lider bir üniversite haline gelmiş büyük bir üniversite. Dünyadaki köklü üniversitelerin çok küçük bir kısmına denk gelen bir bütçeyle çalışan Boğaziçi, özverili öğretim üyeleri ve parlak öğrencilerinin yorulmak bilmeyen çabaları sayesinde, araştırma ve öğretim alanında dünya çapında tanınan bir üne kavuşmuştur. Bu üniversitenin mezunları çeşitli alanlarda en üst düzeyde başarı elde etmişler ve bu üniversitenin öğretim üyeleri dünya çapında iyi tanınmakta. Matematik, fizik, endüstri mühendisliği, bilgisayar bilimleri, geofizik, ekonomi, dilbilim, siyaset bilimi, tarih, psikoloji, dilbilim, edebiyat gibi aklınıza gelebilecek her bölüm, kendi alanlarında lider olan dünyaca tanınmış öğretim üyelerine sahip. Dünyada bu kadar sınırlı kaynaklarla bu kadar çok şey başaran başka bir üniversite olduğundan şüpheliyim. Boğaziçi Üniversitesi şüphesiz Türkiye halkının en çok gurur duyacağı kamu kurumlarının başında geliyor. O halde bu üniversitenin son iki yılda böylesine parçalanmasının nedeni nedir?
Bu soruya cevap vermeyeceğim, hatta bu konuda spekülasyon bile yapmayacağım, bunu geleceğin tarihçilerine ve kamu vicdanına bırakıyorum. Ancak şunu söyleyebilirim: Bazı insanların Boğaziçi’ni Türkiye’yi temsil etmeyen ayrıcalıklı bir kulüp olarak görmesi büyük bir talihsizliktir. Boğaziçi’ne şüpheyle bakan insanların bir gün üniversiteyi ziyaret etmelerini ve Türkiye’deki diğer üniversitelerin aksine kapıları her zaman açık olan öğrenciler ve öğretim üyeleriyle sohbet etmelerini rica ediyorum. Bu üniversitenin bir ayrıcalık kalesi olduğu yönündeki düşüncelerinden derhal vazgeçeceklerdir. İstisnasız olarak, öğrencilerin ve öğretim üyelerinin, ortak yarara katkıda bulunmaya hevesli, gösterişten uzak, mütevazı ve kendilerini bilime ve kamu yararına katkıda bulunmaya adamış, bilimselliğin ve sorumluluğun timsali olduklarını göreceklerdir. Üniversite belirli geçmişlerden gelen öğrencilere ve halka kucak açmıyor mu? Kategorik olarak bunun böyle olmadığını ve dahası, bu tür dışlayıcı görüşlere sahip olan herhangi bir öğrenci veya öğretim üyesinin diğerleri tarafından azarlanacağını söyleyebilirim. Boğaziçi Üniversitesi, büyük zorluklara rağmen, öğrencilerinin ve öğretim üyelerinin çabalarıyla hayal edilen türden bir devlet üniversitesi olmayı başarmıştır.
Büyük bir üniversiteyi inşa etmek nesiller alır, ancak yıkmak çok kısa sürer. Boğaziçi Üniversitesi, akademik mükemmelliği kutlayan, en kaliteli araştırma ve öğretime tutkuyla bağlı, öğrencilerin ve öğretim üyelerinin birbirlerinden öğrendikleri kültürü olan, birinci sınıf öğretim üyelerinin en yüksek standartlara tavizsiz bir şekilde bağlı kalarak ve öğrencilerin akademik potansiyeline derin bir saygı duyarak en ileri araştırmaları yürüttükleri ve parlak öğrencilerin potansiyellerini gerçekleştirmelerine yardımcı oldukları bir üniversite inşa etmek için birlikte çabalayan harika öğretim üyelerinin ve öğrencilerinin yorulmak bilmeyen çabaları sayesinde bugünkü pozisyonundadır. Bu kültürel değerler Boğaziçi’nin hem parlak öğrencileri çekmesine hem de Boğaziçi’nin uluslararası saygın bir üniversite haline gelmesine yardımcı olan istisnai akademisyenleri bünyesine katmasına yardımcı olmuştur. Ünal hoca, araştırma, öğretim ve ek idari çalışmalarıyla bu çabanın hayati bir parçası oldu ve Ocak 2021’e kadar her üç cephede de yaptığı çalışmalarla takdir topladı. Onun üniversite için bir itibarsızlık olarak görülmesine ne yol açabilir? Yeni yönetimin, Ünal Hoca’nın Boğaziçi Üniversitesi’ni ilk sıraya yerleştirmek için yaptığı özverili çalışmalarını ve üniversitenin yüksek standartlarını korumak için gösterdiği çabalarını tehlikeli ve kınanmaya değer bir şey olarak görmesine ne yol açabilir? Şüphesiz tüm bunlar korkunç bir yanlış anlaşılma mı?
Bugün nihayet e-postamı kontrol ettiğimde, Ünal hocanın Boğaziçi’ndeki hemen herkes gibi üniversiteden üç ay daha uzaklaştırıldığını öğrendiğimde derin bir umutsuzluğa kapıldım; bunun olmasını beklediğim için daha da kötü hissettim. Yeni yönetimin son iki yılda Boğaziçi’ne verdiği zararın ayrıntıları, öğretim üyelerinin işten çıkarılması, dünyaca ünlü emekli öğretim üyelerinin emeritus statülerinin geri alınması, birinci sınıf yarı zamanlı öğretim üyelerinin derslerinin iptal edilmesi, öğrencilerin tutuklanması, öğrenci kulüplerinin kapatılması, rektörlüğün zaten işe almaya karar verdiği adaylara göre hazırlanmış iş ilanlarının ardından yeni öğretim üyelerinin geçici olarak işe alınması ve benzerleri zaten medya tarafından haberleştirildi.
Temmuz 2021’de, ünlü yönetmen ve akademisyen Can Candan’ın, tüm bölümlerin itirazına rağmen, uydurma bir disiplin soruşturması sonucunda rektör tarafından işine son verildi. Yaklaşık bir yıl önce, Boğaziçi Üniversitesi rektörü, 6284 sayılı savunmasız kadınları aile içi şiddetten koruma kanunu altında, öğrencilere karşı tutumunu barışçıl bir şekilde protesto eden ve haklarında koruma kararı aldıran dokuz kız öğrenciye karşı dava açtı ve kazandı. İki ay önce, üniversitenin bir kampüsündeki öğrenci yurdunu tek taraflı bir kararla kapatan rektör, ülkenin en iyi ve en parlak öğrencilerinin derslere devam edebilmek için kalacak yer bulamama stresine soktu. Bu öğrencilerden bazıları, İstanbul koşullarında ev bulamama, buldukları evleri karşılayamama gibi nedenlerden kayıtlarını bir seneliğine dondurmak zorunda kaldılar. Bir ay önce, ülkenin ileri gelen genç moleküler biyoloji hocalarından Tolga Sütlü, iki gazetenin iftiraları ve asılsız suçlamaları sonucu, Boğaziçi Üniversite’si rektörünün de suçlamaları onaylaması sonucu işinden kovuldu. İki hafta önce, başka bir üniversitede öğretim üyesi olan mütevelli dekan, Boğaziçi Üniversitesi’nde kendisine özel hazırlanmış bir iş ilanı açtırarak kendi işe alımını ayarladı. Bilgisayar Mühendisliği bölümünden Profesör Tuna Tuğcu, bilgi işlem merkezinde yaşanan özel haklarının ihlali ve güvenliği konusundaki tedirginliğini paylaştığı için beş aydır işinden alınmış durumda. Bu şekilde işinden alınan, engellenen akademisyenlerin ve mezunların sayısı gün geçtikçe artıyor. Gün geçmiyor ki Boğaziçi Üniversitesine gelen zararlarla alakalı haberler görmeyelim. İki hafta önce, bu haberler yüzünden aylar önce e-postalarımı okumayı bıraktığımı fark ettim.
Ama e-postam artık açıktı ve Ünal hocanın üç ay daha kampüse girmesinin yasaklandığını, iş yerinden, tüm hayatını verdiği sevgili üniversitesinden uzaklaştırıldığını okudum. Kızgın, üzgün ve buruktum ve saatlerce merak etmekten başka bir şey yapamadım. Neden? Bu hangi amaca hizmet ediyor? Doğru düşünen herhangi bir insanın isteyeceğinin tam tersi neden yapılsın ki? Ne yazık ki bugün istisnai bir gün değildi. Boğaziçi’nde sıradan bir gündü. Ve yaklaşık iki yıldır her gün aynı durumdayım.
Bugün sadece küçük bir açıdan biraz farklıydı. Boğaziçi’nden kovulmamın üzerinden tam bir yıl geçmişti. Bir yıl önce 24 Kasım’da, Güz 2021 döneminin ortasında, ders vermek için sınıfa girmeden birkaç saat önce, matematik bölüm başkanından bir telefon almış ve hiç beklemediğim bir şekilde rektörün beni kovduğunu öğrendiğini söylemişti. Aradan bir yıl geçmesine rağmen neden kovulduğumu hâlâ bilmiyorum. Belki de bu büyük üniversitedeki meslektaşlarımın, yeni yönetimin üniversiteyi çökertme çabalarına karşı çıkma çabalarına kendi çapımda destek vermiş olabilir miyim? Sanırım öyle, ama muhtemelen hiçbir zaman bilemeyeceğim.
Ama yapacak işlerim vardı ve Ünal hoca’nın Boğaziçi’nden uzaklaştırılmasının uzatılması haberi üzerine yaşadığım bunalımdan sıyrılmak için kendimi zorladım. Kanıtlamaya çalıştığım bir teorem üzerinde birkaç saat harcadım, biraz ilerleme kaydettim, ancak nihai başarı elde edemedim, bir matematik araştırmacısı için olağan bir durum. Daha sonra Boğaziçi’nde danışmanlık yapmaya devam ettiğim ve umutsuzca geri dönmeyi umduğum öğrencilerle internet üzerinden görüşmeler yaptım. Daha sonra Hyderabad’daki Hussain Sagar gölü çevresindeki Kolye Yoluda uzun bir yürüyüşe çıktım. Burada gün batımları aniden gerçekleşiyor, bir an aydınlık bir an karanlık oluyor ve insan Jubilee tepelerinin ışıklarının batıya doğru bir anda alevleniyor gibi görüyor. Ancak o akşam onları fark ettiğimi sanmıyorum; düşüncelerim bir kıta ötede, öğrencilerim, meslektaşlarım ve bir zamanlar parçası olmaktan gurur duyduğum inanılmaz üniversitemle birlikteydi.