AYŞEGÜL KASAP
@aysegul_kasap
Covid-19 pandemisinde bazı ülkelerde aşı zorunluluğu masaya yatırılmaya başladı. Avrupa Birliği’ne üye birçok ülkede ‘aşı kartı’ yürürlüğe girdi ve yaptırmayanlara yasaklar gündeme getirildi. Türkiye’de henüz ‘aşı zorunluluğu’ uygulaması getirilmedi ancak bazı kurumlar ve işletmeler aşılarını yaptırmayan vatandaşların kapalı alanlara girişlerini kısıtlayacağını duyurdu. Bunun içinde üniversiteler de var kafe ve restoranlar da. İnsanların eğitim hakkından, sosyal yaşam alanına kadar getirilen bu kısıtlamalar, beraberinde aşı zorunluluğunun ve yasaklarının hukuki boyutunu da gündeme taşıdı.
Anayasa hukukçusu Dr. Ahmet Mert Duygun ve İstanbul Üniversitesi’nden ceza hukuku uzmanı Prof. Dr. Adem Sözüer ‘aşı zorunluluğunu’ ve ‘aşı yasaklarını’ Diken’e değerlendirdi.

Dr. Duygun bulaşıcı hastalıklar söz konusu olduğunda halk sağlığının daha ön planda olduğunu belirterek, “Siz tıbbi müdahale yapılmasını kendinize zorunlu olmasını istemeyebilirsiniz ama burada başkalarının sağlığını tehlikeye atamazsınız” dedi.
Profesör Sözüer ise bulaşıcı hastalık söz konusu olduğunda kişinin rızasına bakılmaz diyerek, şu ifadeleri kullandı: “Bulaşıcı hastalık konu olduğu zaman artık kişinin özerkliği ve rızası değil toplum sağlığı ve onun dışındaki kişilerin sağlığı söz konusu olduğu için farklı bir hukuki rejim gerekir. Orada kişinin rızasına bakılmaz.”
Sözüer: Tedbirlerin alınması zorunlu

Sözüer, normal zamandaki sağlık ve hastalıklarla salgın dönemindekilerin farklı hukuki rejimlere tabi olduğunu belirtti. Covid-19 gibi bulaşıcı hastalıklarda toplum sağlığının ön plana çıktığını, bu nedenle kişinin özerkliğinin arka planda kaldığını söyledi.
“Bulaşıcı hastalıklar ortaya çıktığı zaman toplum sağlığı açısından elbette birtakım tedbirlerin alınması zorunlu ve gerekli” diyen Sözüer şöyle devam etti: “Eğer akıl ve ruh sağlığınız yerinde ve karar açıklama yeteneğine sahipseniz bir hastalıkta ‘Tedavi olmak istemiyorum’ diyebilirsiniz. Bu tedaviyi ret hakkıdır. Hekim sizi orada zorla tedavi edemez. Söz gelimi biri kanser oldu ve tedavi olmak istemedi. Onu zorlayamazsınız, orada kişinin özerkliği söz konusu.“
‘Kişinin rızası değil toplumun sağlığı önemli’
Tıbbi müdahalenin hukuka uygunluğunun temeli, hastanın özerkliği prensibi nedeniyle rızadır. Ama bulaşıcı hastalık konu olduğu zaman artık kişinin özerkliği ve rızası değil toplum sağlığı ve onun dışındaki kişilerin sağlığı söz konusu olduğu için farklı bir hukuki rejim gerekir. Orada kişinin rızasına bakılmaz. Örneğin salgında karantina, sokağa çıkma sınırlamaları önlemleri alınmakta, maske zorunluluğu getirilmekte. Hasta olmayanlar da hem Türkiye’de hem de dünyada bu tedbirlere uymak zorunda. Çünkü burada toplum sağlığı söz konusu.”
‘Genelgeyle değil kanunla olmalı’
Sözüer alınacak her kararın kanuna dayandırılması gerektiğini belirterek, “Anayasa’mıza göre bulaşıcı hastalık nedeniyle olağanüstü hal ilan edilmeliydi. Bütün bu kısıtlamalar kanuna dayanmalıydı. Ama bizde maalesef bunlar genelgeyle yapıldı” dedi.
“Yetişkin herkes aşı olmalıdır” diye bir kanun çıkarılmasının prensip olarak doğru olmadığını belirten Sözüer, toplum sağlığının şöyle gözetilebileceğini söyledi: “Dolaylı bir zorunluluk getirilebilir. O da kişiye birtakım haklarının kullanmasına sınırlama getirilmesi demek. ‘Sinemaya gidemezsiniz, eğitim ve mesleki faaliyetine devam demezsiniz’ şeklinde sınırlamalar getirilebilir. Kanunen açıkça zorunlu olmasa da bu tür sınırlamalarla kişiler aşı olmaya yönlendiriliyor. Bu durum hukuka uygun olur mu? Evet olur. Burada artık o kişinin kendisi söz konusu değil başka insanların hayatı ve sağlığı söz konusu. Aşı yaptırmayarak başka insanların hayatı için risk oluşturuyor. Bu nedenle hem aşı olmam hem de tüm haklarımı aşı olanlar gibi kullanırım gibi bir uygulama söz konusu olamaz.”
‘Eşitlik ilkesine aykırı değil’
Sözüer bu durumun hukukta eşitlik ilkesine de aykırı olmadığına şöyle dikkat çekti: “Ben para verip sinemaya giriyorum aşı olmayan neden giremesin? Eşitlik ilkesi aynı durumdaki kişiler bakımından uygulanabilir. Ama burada biri aşı olmuş diğeri aşı olmamış, aynı durum söz konusu değil. Dolayısıyla aynı durumda olmayan kişiler bakımından farklı uygulamalara izin vermek eşitlik ilkesini ihlal etmez.“
‘Kanuni temeli olmalı’
Sözüer ‘aşı ya da PCR testi zorunluluğu’ kararının bireysel veya kuruluşların inisiyatifine bırakılmaması gerektiğini de şöyle anlattı: “Bazı esnaf dernekleri ya da ticari kuruluşlar bireysel kararlar alıyor, ‘Biz insanlara restorana kahveye sokmayacağız’ diye. Aslında böyle önemli sınırlamalara ilişkin temel kararları bu kurumlar alamazlar. Bu tür kararlar için mutlaka bu sınırlamaların kanunla düzenlenmesi şarttır. Burada çok ciddi boyutlarda kişi ve toplum sağlığını etkileyen bir salgınlık hastalık var. Bu salgınla ilgili her türlü hak sınırlayan tedbir bakımından TBMM’nin kanun çıkarması gerekir. Anayasa’mıza göre temel hak ve özgürlüklerin sınırlandırılmasının mutlaka kanuni temeli olmalı. Ancak bu kanunlara dayalı olarak iş yerleri ve okullar bu tedbirleri uygulayabilir.”
‘Bilime uymak zorundayız’
Sözüer’e göre son dönemde görülen aşı karşıtlığının temel nedenlerinden biri de salgının başlangıcından beri tedbirlerin gerekli hukuki zemine dayandırılmaması: “Bu işin alt yapısını hukuk ve aydınlatma oluşturmaktadır. Biz sürekli olarak bir yandan hukuki alt yapıyı sağlam koyacağız diğer yandan da aydınlatma yoluyla kişilere doğru bilgilere ulaşacağız. Bütün sağlık sistemimiz kanıta dayalı tıp anlayışı üzerine bina edilmiştir. Bilim aşı olunmasını söylüyorsa biz buna uymak zorundayız. Bu gerekliliği topluma aktarırken hukukun taşlarının yerli yerine oturtulması ve sağlam hukuki zeminde gidilmesi gerekir.”
‘Hem ceza hem tazminat’
Sözüer virüs bulaştırarak insanların yaşamını tehlikeye sokmanın ya da ölmesine sebebiyet vermenin ceza sorumluluğunu gündeme getireceğini söyledi: “Mesela HIV virüsü AIDS’e neden oluyor. Bu virüsün kendisinde olduğunu bilmesine rağmen cinsel ilişkiye girip başkasının bu virüsü kapmasına ve ölmesine neden olanların ceza sorumluluğu doğmuştur. Bu konuda Türkiye’de ve birçok ülkede davalar açılmıştır, cezalar verilmiştir. Aynı durum Covid-19’da da geçerli. Şayet bir kişi kendinde Covid-19 virüsü olmasını bilmesine rağmen tedbirsiz hareket ederek bu virüsü başkasına bulaştırırsa ve bu durum somut olarak ortaya konabiliyorsa ve nedensellik bağı da varsa hem ceza hukuku hem tazminat hukuku sorumluluğu söz konusu olacaktır.”
Dr. Duygun: Tıbbi rıza aranmayabilir

Anayasa hukukçusu Dr. Duygun gündeme gelen ‘aşı zorunluluğu’ uygulamasının hukuki boyutunu şöyle değerlendirdi: “Zorunlu aşı şüphesiz bir tıbbi müdahale ve her tıbbi müdahale gibi aslında birtakım hukuka uygunluk koşullarını içermesi gerekiyor. Burada ana kural tıbbi müdahalenin rızaya dayanmasıdır. Ama belirli koşullarda yaşamsal açıdan bir aciliyet teşkil ediyorsa, yani müdahalenin yapılmasında hastanın ya da toplumun menfaati varsa bu durumda tıbbi rızanın aranmadığı bazı durumlar olabiliyor. Zorunlu aşıyı buradan hareketle ortaya koymak lazım.”
AYM kanuni dayanağı işaret etti
Aşı tartışmalarının Covid-19’dan önce de olduğunu belirten Duygun, Anayasa Mahkemesi’ne (AYM) kadar giden bir dosya üzerinden örnek verdi: “Daha önce çocukluk dönemi aşıları konusundaki uyuşmazlıklar AYM’ye geldi. AYM bu aşılara ilişkin kararında çocukluk dönemi aşıların zorunlu tutulmasının Anayasa’nın 17’nci maddesinde ortaya konan vücut bütünlüğü hakkının ihlali olduğunu söyledi. Ancak burada çok önemli bir nüans var; o da karara gerekçe olarak mahkeme, temel hakka müdahale olan bu aşıların yapılmasında kanuni dayanağın olmadığını, daha da açık söylersek, bu aşılara dayanak gösterilen Umumi Hıfzıssıhha Kanunu’nun bu aşıların yapılmasını ortaya koyacak derece açık hükümleri içermediğini belirtti. Dolayısıyla, AYM aslında yine bu kararında eğer bir kanuni dayanak ortaya konursa, çocukluk dönemi aşıların zorunlu kılınabileceğini de söylemiş oldu. Nitekim AYM başka bir kararında kanuni dayanak olduğu için çocukların topuğundan kan alınması uygulamasının zorunlu kılınmasının hak ihlali olmadığını belirtti. Bu kararda bu tıbbi uygulamaya ilişkin hükümler Umumi Hıfzıssıhha Kanunu’nda ön görüldüğü için yapılabileceği belirtilmiş oldu.”
Dr. Duygun, zorunlu aşı uygulamasında kanuni bir dayanağın olması gerektiğini belirterek şu anki birçok uygulamaya dayanak gösterilen Umumi Hıfzıssıhha Kanunu’nun 1930’larda çıkartıldığını hatırlattı ve Covid-19’la mücadele için yeni bir kanunun çıkarılması gerektiğini söyledi.
‘Toplumsal sağlık öne çıkar’
Duygun bulaşıcı hastalıkların toplumsal sağlığı ilgilendirdiğini ve aşının zorunlu olabileceğini belirtti: “Covid-19 bulaşıcı bir hastalık ve bilimsel veriler aşının bulaşıcılığı bir ölçüde kırdığını bize gösteriyor. O zaman aslında toplumsal sağlığı korumak adına aşının zorunlu kılınması ya da aşı olmayan kişinin belirli bir eylemlerden yapmaktan yoksun bırakılmasının kanuni bir dayanak ile çerçevesinin çizilmesi koşuluyla anayasaya uygun olacağı söylenebilir.”
Çekya ve Yehova Şahitleri örneği
Duygun burada Çekya örneğini verdi. Çekya’da tıbbi olarak yaygın şekilde bilinen dokuz hastalığa karşı çocukları aşılanması zorunlu. Geçerli bir neden sunmadan çocuklarını aşılatmayan ebeveynler para cezasına maruz bırakılıyor ve aşısız çocuklar anaokullarına alınmıyor. Ebeveynler söz konusu para cezası uygulamasının hak ihlali olduğunu belirterek konuyu Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne (AİHM) taşımıştı. Ancak AİHM bunda hak ihlali bulmayarak, kararında “Yaygın hastalıklara karşı çocukların zorunlu olarak aşılanması ve geçerli sebep sunmadan çocuklarına aşı yaptırmayan ebeveynlere para cezası verilmesi, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ni ihlal etmez” demişti.
Duygun’un verdiği bir başka örnek de Yehova Şahitleri. İnançlarının gereği zorunlu olarak kan aldırılmasına karşı olan bu inanç grubundaki bazı kişiler konuyu AİHM’e taşımıştı. AİMH de başvuruda ‘inanç özgürlüğünün ihlal edildiği’ yönünde karar vermişti. Çünkü somut olayda başvuruculara yapılan tıbbi müdahale Covid-19 aşılarının aksine başkalarının sağlığını korumak meşru amacına dayanmamaktaydı.
‘Başkalarının sağlığını tehlikeye atabilirsiniz’
Duygun’a göre buradaki hassas çizgi karşımızdaki insanların sağlığı: “Siz tıbbi müdahale yapılmasını kendinize zorunlu olmasını istemeyebilirsiniz ama burada başkalarının sağlığını tehlikeye atamazsınız. Covid-19 bulaşıcı bir hastalık olmasaydı, buna rağmen bir aşı zorunluluğu olsaydı insanlar ‘Ben aşı olmak istemiyorum’ diyebilirdi. Ama burada bulaşıcı bir hastalık söz konusu. Halk sağlığı daha ön plana alınıyor bu nedenle.”
Birçok vatandaş özellikle mRNA teknolojisinden faydalanarak üretilen Covid-19 aşılarının uzun vadede yan etkileri olabileceği iddiası yüzünden tedirgin. Bu nedenle aşının zorunlu olmasına karşı çıkıyor.
Mahkemeler tıbbi verileri dikkate alıyor
Duygun burada bilimsel verilere dikkat çekti: “Aşı, hukukla tıbbın çok iç içe geçtiği bir yer. Dolaysıyla burada mahkemeler tıbbi verileri göz önünde bulunduruyor. Bu nedenle yan etki açısından şunu söyleyebilirim; bilimsel veriler ciddi bir yan etki ortaya koymadığı müddetçe ‘uzun vadede olumsuz etkileri olabilir’ argümanı daha arka planda kalıyor. Nitekim Fransa’da anayasa ve idari yargının önüne elen uyuşmazlıklarda mahkemeler, zorunlu tutulan bazı aşıların yan etkilerine ilişkin bu iddiaları bilimsel veriler ortaya konulamadığı için dikkate almadılar.“