Türkiye Barolar Birliği’nden sonra (TBB) İstanbul Barosu da, gazeteci Sedef Kabaş’ın ‘cumhurbaşkanına hakaret’ suçundan tutuklanarak cezaevine gönderilmesini eleştirdi: “Bir kez daha yasal şartları oluştuğunda başvurulabilecek bir koruma tedbiri olarak öngörülen tutuklama adeta bir ön infaz yöntemine dönüştürüldü.”
Kabaş, TELE 1’deki programda şu ifadeleri kullanmıştı: “Çok meşhur bir söz vardır. Taçlanan baş akıllanır diye. Ama görüyoruz ki gerçek değil. Ya da tam tersi bir söz vardır. Büyükbaş hayvan bir saraya girdiği zaman o kral olmaz. O saray ahır olur.” Bu sözlerin ardından hakkında soruşturma başlatılan gazeteci önceki gün gece yarısı gözaltına alınmış, dün ise tutuklanmıştı.
Tutuklama kararının gerekçesinde ‘kuvvetli suç şüphesi, kaçma ve saklanma ihtimalinin yüksek olması, bu nedenle adli kontrol hükümlerinin yetersiz kalacağı, bu doğrultuda tutuklama tedbirinin ölçülü olacağı’ savunuldu.
İstanbul Barosu’nun açıklamasında şunlar kaydedildi: “Bir kez daha yasal şartları oluştuğunda başvurulabilecek bir koruma tedbiri olarak öngörülen tutuklama, anayasamıza, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ne ve Ceza Muhakemesi Kanunu’na aykırı uygulamayla adeta bir ön infaz yöntemine dönüştürüldü. Oysa, 2 Mart 2021 tarihinde cumhurbaşkanı tarafından açıklanan İnsan Hakları Eylem Planı’nda, çağrıldığında gelecek olan bir kişinin gece yarısı gözaltına alınmayacağının güvencesi verilmişti.
Henüz Sulh Ceza Mahkemesi tarafından Sedef Kabaş hakkında karar verilmeden, hakimlerin bütün özlük ve disiplin işlemleri konusunda münhasır yetkili olan Hakimler ve Savcılar Kurulu’nun da başkanı olan Adalet Bakanı’nın sosyal medya üzerinden yaptığı açıklama Anayasa’da yer alan yargı bağımsızlığı güvencesini zedelemiştir. Hak ve özgürlüklere dair açık Anayasal ve yasal güvencelerin pratikte uygulanamamasının en temel sebebi, yargı bağımsızlığının ve tarafsızlığının sağlanamamasıdır.”
TBB de tepki göstermişti
TBB’nin açıklamasında ‘kamuoyunu bilgilendirmekle ve kamuoyunun bir görüş oluşturmasına imkan sağlamakla görevli gazetecilerin ifade özgürlüğü söz konusu olduğunda, özgürlük ve hak alanı çok daha geniş bir çerçevede ele alındığı’ ifade edilmişti.
Açıklamada şunlar kaydedilmişti: “Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın 26’ncı, İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’nin 19. ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 10’uncu maddesi uyarınca herkes ifade özgürlüğü hakkına sahiptir. Gerek Anayasa’da gerekse Sözleşme’de ifade özgürlüğünün sınırlanabileceği haller düzenlenmiş ve ifade özgürlüğünün sınırları söz konusu düzenlemeler ve yargı içtihatlarıyla belirlenmiştir.
Önemle ifade edilmelidir ki; kamuoyunu bilgilendirmekle ve kamuoyunun bir görüş oluşturmasına imkan sağlamakla görevli gazetecilerin ifade özgürlüğü söz konusu olduğunda, özgürlük ve hak alanı çok daha geniş bir çerçevede ele alınmaktadır. Gazetecilerin ifade özgürlüğünün daha geniş bir çerçevede korunmasının sebebi; dile getirdikleri olgu, düşünce ve kanaatlerin engellenmesinin aynı zamanda kamuoyunun haber alma ve kanaat oluşturma hakkını engeleyebilecek olmasıdır.”
‘Gözdağı niteliği taşıyor’
“Keza, politikacıların ve kamuoyuna mâl olmuş kişilerin eleştiriye tahammüllerinin de daha geniş olması beklenmektedir. Anayasa Mahkemesi’nin ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin uzun yıllara yayılmış çok sayıda kararına yansıdığı üzere kamu yetkililerinin eleştiriler karşısında diğer kişilerden daha az koruma sahibi olması beklenmektedir. 1986 tarihli Lingens v. Avusturya kararından bu yana bir politikacıya karşı yapılan eleştirinin sınırının özel bir kişiye yapılandan daha geniş olması gerektiği yüzlerce farklı kararda vurgulanmış, Anayasa Mahkemesi de kendi içtihadını bu doğrultuda oluşturmuştur.
Türk hukukunda özel bir ceza düzenlemesi konusu olan ve Türk Ceza Kanunu’nun 299’uncu maddesinde düzenlenen ‘cumhurbaşkanına hakaret suçu’, ülkemizde yoğunlukla ifade özgürlüğünün kısıtlanması için bir araç olarak kullanılmakta, bu kapsamda yapılan soruşturmalar, gözaltı işlemleri ve tutuklamalar, evrensel hukuk prensipleriyle çelişmekte ve kamuoyu üzerinde bir baskı yaratma vazifesi görmekte, gözdağı niteliği taşımaktadır.
Gazeteci Sedef Kabaş’ın soruşturmaya konu ifadelerinin ifade özgürlüğü sınırlarını aşıp aşmadığı konusunda değerlendirme yapmak yetkisi, yukarıda belirttiğimiz ulusal ve uluslararası standartlar çerçevesinde muhakkak ki bağımsız yargı mercilerine aittir. Ancak TCK 299’uncnu madde kapsamında yürütülen bir soruşturmada sabaha karşı gözaltı işlemi yapılması, hiçbir tutuklama sebebi olmadığı halde verilen tutuklama kararı, bu kararın bir tedbir değil kamuoyu nezdinde korku iklimi yaratılmasının bir parçası olduğunu göstermektedir.
Türkiye Barolar Birliği olarak Anayasa ve uluslararası insan hakları belgeleri ile yargı içtihatlarının belirlediği sınırlar çerçevesinde ifade özgürlüğünün savunuculuğunu yapmaya devam edeceğimizi, süreci yakından takip ettiğimizi kamuoyunun bilgisine sunarız.“