MURAT SEVİNÇ
Muhalif siyasetçiler, özellikle Altılı Masa’nın kimi mensupları, muhalif seçmenin aday isminin açıklanması konusundaki ısrarını yadırgadığını dile getiriyor zaman zaman.
Siyaseti ‘cumhurbaşkanı adayının ismine’ kim sıkıştırdı? Ben mi, siz okurlar mı? Peki bir kez oraya sıkıştıktan sonra, herkesin aynı şeyden söz etmesinde, dönüp dolaşıp “Kim aday olacak” sorusunu yöneltmesinde, muhtemel adaylar üzerinden polemik yapmasında ve hatta birbirine düşmesinde ne gariplik var? Evet, ben de bir seçmen olarak en çok muhalefet adayının ismini merak ediyorum artık, bunun dışındaki her muhalif söz ve vaatle büyük ölçüde mesleki gerekçelerle ilgilenir haldeyim.
Son zamanlarda, kulağı delik eş dosttan, kimi muhalif siyasetçilerin “Canım, eninde sonunda bir seçim, kazanılır da kaybedilir de” nevi bir eğilime sahip olduğunu işitiyorum. Ben bu sayınlar sayını siyaset esnafının rahatlığına sahip değilim ne yazık ki, çünkü ne burnum o denli havada, ne de onların yaşam koşullarına, konforuna sahibim. Ayrıca, siyasetin gerekleri ile zevzeklik arasındaki farkın ayırdına varacak yaştayım. Böyle düşünen muhalifler, eğer bir mucizeyi gerçekleştirip de üstün çabaları sonucunda seçimi kaybederse, hayal ettikleri “Artık önümüzdeki seçime bakacağız” konuşmasını yapamayacaklar, kuşkuları olmasın. İnsanın şöyle sözler sarf edebilmesi için şuursuz sıfatı çok hafif kalıyor.
Neden mütemadiyen isim üzerinde duruluyor? Çünkü hâlihazırdaki sistemde en önemli unsur o isim, bunda anlamayacak ne var? Çünkü, muhalefetin önerdiği hükümet biçiminin yaşama geçmesi için de o isim ve niteliği önemli. Çünkü, seçimde ‘vaatlere’ değil, bir başka ‘isme’ karşı yarışılacak. Çünkü, sade yurttaş ‘gelecekte’ ne yapılacağından çok bugün kimin kazanabileceğiyle ilgileniyor. Çünkü, o sade yurttaşın isim dışında bir şeylere ilgi duyması muhalefetin becerisiyle ilgili, halkın yeteneğiyle değil. Çünkü, dikkat çekici olan, örneğin adalet yürüyüşü, ittifaklar, helalleşme gibi heyecan verici eylemlerdi, aklı başında hiç kimse sayfalarca parti raporu okumuyor, okumaz. Çünkü, muhalif seçmen bıkkın, hem de çok bıkkın ve anlaşılabilir gerekçelerle telaşlı; çoluk çocuğunun geleceğinin önümüzdeki seçime bağlı olduğunu düşünen insan az değil, hal böyleyken asgari tutarlılık, umut ve heyecan beklentisi içinde. Çünkü, Demirtaş’ın cezaevindeki çabasıyla yarattığı etkiyi onca muhalif dışarıdayken başaramıyor.
Adayın ismine takılıp kalmak ve yalnızca bunun üzerine konuşmak, siyasetin alanını daraltıyor ve seçimi/seçim sürecini salt isimlere ve anket faaliyetine indirgiyor, doğru. ‘Kazanacak kişi aday olsun’ arzusunu her tartışmanın merkezine yerleştirmek de aynı kapıya çıkıyor, doğru. Doğru olmasına doğru da, işin buraya varmasının müsebbibi endişeli yurttaş olmadığı gibi, ismin belli olduğu bir adaylık süreci ile o kurucu ve dönüştürücü siyaseti bir arada yürütmenin önünde bir engel de yok. ‘Kazanacak aday’, anketlerde diğer isimlere göre yüzde bir-iki fazla çıkan aday olarak ele alınmak zorunda değil, heyecan ve umut verici bir siyasetin taşıyıcısı da pekâlâ ‘kazanacak aday’ namıyla anılabilir ve “İsimler önemli değil” iddiası ancak bu durumda anlamlı hale gelir. O heyecan verici işler yapılmadığında, aksine moral bozucu tutumlara tanık olunduğunda seçmen de sabah akşam aday ismi düşünür ve yıldız isim arar hale geliyor.
Milyonlarca seçmenden biriyim ve muhterem muhalefet affetsin; ne Kılıçdaroğlu’nun kimi yazarlarca büyük siyasi manevra olarak kabul gören ‘başörtüsü çıkışı’ ve ardından yaşananlarda, ne Kılıçdaroğlu’nun ABD’ye gidip bilim insanlarıyla görüşmesinde, ne Kılıçdaroğlu’nun çok önemli bir karar günü Almanya’da pasaport sırasında fotoğraf çektirmesinde, ne İYİP’lilerin şehirli milliyetçiliğinde, ne AKP’den kopanların özeleştiri yoksunluğunda, ne DEVA’nın asgari düzeyde eşit yurttaşlık önerilerine dahi Kenan Evren ve Muhsin Batur cümleleriyle tepki gösteren zevatta, ne HDP’nin adaylık açıklamasında, pek bir ‘kurucu heyecan’ görmüyorum. Eh, geriye adayın kim olacağı konusu kalıyor.
Peki, bu durum bir umutsuzluk mu yaratmalı, asla, derdim bu değil. Aksine, muhalefet seçimi kazanırsa -ki iki seçimi de alabilir-, memlekette onların dahi dudağını uçuklatacak bir özgürlük coşkusu (karşısında faşizan bir direnç de olacak muhtemelen) yaşanacağını, milyonlarca yurttaşın çok sesliliğinin ve taleplerinin müesses muhalefetin siyasetini ve siyasetçilerini de epey zorlayacağını tahmin ediyorum. Türkiye’nin Altılı Masa’dan ‘da’ büyük olduğu görülecektir. Hal böyleyken, seçim ve gelecek için umutsuzluğa kapılmaya da, ‘mecburiyetten’ aday ismi üzerine konuşulmasını yadırgamaya da gerek yok.
Umalım ki muhalefetin adayı bir an önce açıklansın ve çevresinde hızla birlik sağlanabilsin. Gayet iyi gidiyorken son üç-dört ayda anlaşılmaz işler yapan Kılıçdaroğlu mu olur, Umre’ye giderek adaylık koşullarından birini daha karşılayan İmamoğlu mu olur, her kim olacaksa artık açıklanmasında herhalde (eğer adayın açıklanması seçim sonrasına bırakılmayacaksa!) yarar var. Bir soru da, bizlerden muhalefete: Şu sıralar, aday ismi üzerine değil de ne üzerine konuşalım? Muhalefet halkta, başka ne ya da neler üzerine konuşma heyecanı yarattı ve bu halin müsebbibi yurttaş mı? Değil.
Seçim konusuna devam edeceğim…
Yazıyı Tanıl Bora’nın, Laurent Berlant’ın ‘zalim iyimserlik’ kavramı üzerine kaleme aldığı yazısından bir alıntıyla bitirmek istiyorum:
“Altılı Masa muhalefetinin, aylardır aylardır, nasıl bir toplum istediğini, -veya bir toplum haline gelmemizi nasıl sağlayacağını-, anlatmadan, neyi nasıl onaracağını anlatmadan, ‘saha’yla ve anket nesnesi olarak gördüğü seçmenle etkileşimli bir ilişki kurmadan, insanları vatandaşlıklarına döndürecek bir toplumsal seferberlik yaratmaya çalışmadan, toplumsal muhalefetle, protestolarla canlı bir temasa gönül indirmeden, zahmet etmeden, hayat pahalılığına güvenerek, istibdat bıkkınlığına güvenerek, ‘gidecekler’, ‘çözeceğiz’, ‘iyi olacak’, ‘merak etmeyin’ telkinleriyle tutunduğu iyimserlik, işte tam da zalim iyimserlik değil mi? ‘Zulmün artsın- ki çabuk zeval bulasın’ düsturunun, bazen adeta gerçekten zulmü artırmaya adandığı bir iyimserlik.”
Hakikaten ve yeri gelmişken, kimi muhaliflerin iktidara dönüp dönüp “Zulmün artsın ki tez zeval bulasın” deyişi, size de biraz sinir bozucu gelmiyor mu? Hele ki bir milletvekili tarafından dile getirildiğinde. “Bugün halkın/milletin için ne yaptın?” “Allah’tan, ona zulmedenlerin tez zeval bulmasını diledim!”
Yazı önerileri:
1. Fikret İlkiz’in ‘Zaman çıktı yerinden…’ başlıklı nefis yazısı.
2. Işın Eliçin’den bir seçim ve Brezilya yazısı.