AYŞEGÜL KASAP
@aysegul_kasap
Türkiye, resmi rakamlara göre yaklaşık 4 milyon Suriyeliye ev sahipliği yapıyor. Bunun yanı sıra bugünlerde de Afganların göçüyle karşı karşıya. Özellikle ABD’nin Afganistan’dan çekilip bölgeyi Taliban yönetimine bırakmasıyla, Türkiye sınırından ülkeye kaçak giren binlerce Afgan’ın görüntüleri medyaya yansıdı.
Söz konusu görüntülerden sonra sığınmacı tartışması yeniden alevlendi. Ancak Bolu Belediye Başkanı Başkanı Tanju Özcan’ın kentteki ‘yabancı uyruklular’a yönelik ayrımcı bir politika uygulayacağı çıkışı, tartışmaları farklı boyuta taşıdı.
Özcan, şöyle demişti: “Önümüzdeki hafta belediye meclisi var. Yabancı uyruklu kim varsa su fiyatlarına ve katı atık ücretlerine başta olmak üzere farklı kalemlerde 10 kat zam yapacağız. Türk vatandaşı ile yabancı uyruklu, aynı fiyattan suyu kullanamayacak. 10 kat suya, 10 kat da katı atık vergisine zam yapacağız. Birileri hakkımda suç duyurusundan bulunacak, insan haklarından bahsedecek, bana ‘Faşist’ diyecek. Hiç umurumda değil. Ben halkın tercümanıyım.”
Galatasaray Üniversitesi Sosyoloji Bölümü öğretim üyesi ve Göç Araştırmaları Derneği (GAR) kurucularından Doç. Dr. Didem Danış, sığınmacı konusunu ve alevlenen tartışmaları Diken’e değerlendirdi. Özcan’ın ifadeleri için “Gerçekçi olmayan, popülist bir söylem” dedi.
‘Bolu’da varlıklı Araplara yönelik özel villa projeleri de var’
‘Yabancı uyruklu’ ifadesinin yasal statü konusunda bir muğlaklığa neden olduğunu belirten Danış şöyle konuştu: “Mesela Bolu’da geçici koruma statüsünde bulunan Suriyeliler var. Aynı zamanda uluslararası koruma başvurusu yapmış, Iraklı, İranlı veya diğer ülkelerden insanlar da yaşıyor. Bu kişilere yönelik zaten böyle bir ayrımcılık yapamaz. Ama Bolu aynı zamanda gayrimenkul almak isteyen yabancıların, özellikle bu körfez ülkelerinden gelenlerin de çok ilgi gösterdiği bir şehirdi. Hatta onlara yönelik de özel villa projeleri yapılıyordu. Dolayısıyla bu şehirde çeşitli Arap ülkelerinden gelen varlıklı, mülk almaya istekli yasal ikametle oturan yabancılar da var. Kısacası tüm Türkiye’de olduğu gibi Bolu’da da farklı yasal kategorilerde yabancılar söz konusu. Bir belediye başkanının kimseye böyle bir ayrımcılık yapmaya yetkisi yok.”
‘Popülist siyaset örneği’
Özcan’ın ifadelerini ‘popülist siyasetin bir örneği’ diye tanımlayan Danış, “Bugünün aşırı kutuplaşmış dünyasında karşılık bulduğu ve kendi seçmeninde bir ilgi yarattığı için böyle bir cümle kurmaktan kaçınmıyor. Hatta ‘Beni ırkçılıkla suçlasınlar’ diyerek kendince yiğitlik yapıyor.” İfadelerini kullandı.
Toplumda yaşanan aşırı kutuplaşmayla beraber sığınmacı konusu da ‘nefret ve vicdan’ düzleminde ele alınmaya başlandı. Hatta rahatsızlığını dile getiren vatandaşlar da ‘ırkçılık’la suçlandı.
‘Irkçılıkla suçlamak doğru değil’
Rahatsızlığını dile getiren vatandaşların ırkçılıkla suçlanmasının doğru olmayacağını belirten Danış şöyle devam etti: “Rahatsızlığımızı dile getirme imkanımızın olması lazım. Ben hemen kolayca ırkçılıkla suçlamayı doğru bulmuyorum. Ama burada belediye başkanının yaptığı net bir şekilde ayrımcılık ve ırkçılıktır. Belediye hizmetlerini ayrımcı bir şekilde uygulayacağını vadediyor ve böylece belli bir gruba karşı ırkçılık yapmış oluyor.”
‘Devlet rasyonel, demokratik ve şeffaf olmalı’
Günümüzde göçün kaçınılmaz olduğunu ve engellenemeyeceğini belirten doçent, önemli olanın doğru bir politika geliştirmek olduğuna dikkat çekti: “Göçün içinde farklı gruplar var. Mesela eğitim amacıyla gelen yabancı öğrenciler, gayrimenkul alıp vatandaşlık sürecine girenler, kendi ülkesindeki çatışmadan kaçarak başka ülkede iltica arayan sığınmacılar veya çalışma amacıyla gelen göçmenler. Mülteci, sığınmacı, kayıtlı ya da kayıtsız göçmen, bütün bu insanlara yönelik nasıl politikalar yürütüleceğine devletin rasyonel ve demokratik bir şekilde, bilgiye ve araştırmaya dayanarak karar vermesi ve bu politikaları uygularken şeffaf olması gerekiyor. “
‘Uyum sürecini zorlaştırıyor’
“Ben bu konu üzerinden bir politik tartışma yapılmasını garip bulmuyorum çünkü tıpkı bir ülkenin ekonomik politikası ne olacak sorusu gibi bir ülkenin göç politikasının ne olacağı da siyasi partiler arasında tartışılabilinir. Ancak bu tartışmanın kamuoyu önünde, şeffaf, açık bir şekilde ve sakince yapılmalı. En önemlisi de, bu tartışmalar sırasında nefret söyleminden, hakaret ve ayrımcılık içeren ifadelerden kaçınılması gerekiyor. Çünkü insanları birbirine karşı düşmanlaştırmış oluyorsunuz ve göçmenlerin uyum sürecini daha da zorlaştırıyorsunuz.“
‘Toptancı yaklaşım yanlış’
‘Suriyeliler demografik yapımızı bozuyor’ tarzı toptancı bir yaklaşımın yanlış olduğunu ifade eden Danış, Türkiye’ye sadece kırsaldan gelen eğitimsiz, çok çocuklu ailelerin olmadığını, Suriyeliler arasında Şam gibi kent merkezlerinden gelen üniversite mezunu, meslek sahibi az çocuklu ailelerin de bulunduğunu belirterek şöyle devam etti: “Suriyelilerin demografik yapıyı bozduğu söylendiğinde aslında onların hepsini aynı çuvala koymuş oluyorsunuz, hepsini tek tipleştiriyorsunuz ve hepsini düşmanlaştırıp ‘biz’ diye kurduğunuz yapıya bir tehdit unsuru olarak sunup insanları da mültecilere karşı doldurmuş oluyorsunuz.”
‘Dışlayıcı dil’in toplumsal barışa ve huzura etkisi
Bu dışlayıcı ve ayrımcı dilin uzun vadedeki geri dönüşleri ise risk barındırıyor: “Bugün yaşadıklarımızın toplumsal barış ve huzur açısından olumlu sonuçları olmayacağı ortada. Göç meselesi bizim ülkemiz için ilk değil. Türkiye’de her zaman göç var. En basitinden 90’lı yıllarda zorunlu Kürt göçü vardı. O dönem de metropollere gelen Kürtlere karşı aşağılayıcı ve düşmanlaştırıcı bir söylem benimsenmişti. Bugünkü mültecilerden farklı olarak, zorunlu iç göçle evini terk etmiş o kişiler Türkiye Cumhuriyeti vatandaşıydılar ama onlara karşı da etnik ve politik bir dışlama, ötekileştirme ve yaftalama yapılıyordu. Bugünküne benzer argümanlar kullanılıyordu ‘Demografik yapımızı bozacaklar, kent kültürüne alışık değiller, kültürümü bozuyorlar’ vesaire.“
Sadece vicdani bir noktadan bakılması doğru değil
Meseleye sadece vicdani bir noktadan bakıp, toplumda dile getirilen bazı sorunların görmezden gelinmesinin doğru olmadığını belirten Danış şunları söyledi: “Göç ve göçmenler konusu önemli ve toplumsal bir meseledir. Hiçbir sorun yokmuş gibi davranamayız. Ama bu konunun daha soğukkanlı, akılcı ve şeffaf bir şekilde konuşulup tartışılması gerekiyor.”
Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın ve AKP’nin sığınmacı konusunu hem dış hem de iç politikada ‘pazarlık’ unsuru haline getirmesi de yaşanan krizi düğümleyen faktörlerden.
‘Dış politikada diplomatik koza dönüştürüyor’
Doç. Dr. Danış Avrupa’nın göç kontrolünü Türkiye, Libya ve Fas gibi komşu ülkelere aktarma eğiliminde olduğunu belirtti: “Aslında Türkiye çok uzun süre sınır bekçisi rolünü üstlenmek istemedi. Ama görüyoruz ki son beş yılda, özellikle 2016’da yapılan göç anlaşması olarak bilinen mutabakattan sonra Türkiye bu rolü üstlenmiş durumda. Göç Araştırmaları Derneği (GAR) olarak, 2016 AB- Türkiye Mutabakatıyla ilgili yaptığımız bir çalışmada da bu durumu ifade etmiştim: AB göçü dışsallaştırıyor. Yani göçü kontrol etme görevini AB dışı aktörlere devrediyor. Türkiye gibi ülkeler de bu rolü üstlenip, kendi iç ve dış siyasi tercihleri için araçsallaştırıyor. Bu durumu özellikle dış politikada bir diplomatik koza dönüştürüyor.
Geçen seneki Edirne olayları bunun tipik bir örneği idi. Tüm bunlar olurken, kimse mültecilerin ne yaşadığını ya da mültecilerin yerleştiği yerlerdeki yerli nüfusun ne tür zorluklarla karşılaştığını konuşmuyor. Oysa hem mültecilerin gündelik yaşamda deneyimlediği çok ciddi sıkıntılar var, hem de mültecilerin yoğun olarak yerleştiği yerlerdeki vatandaşların yaşadığı zorluklar var. Gerçekten sayıca çok büyük bir mülteci nüfustan bahsediyoruz. Bunu görmezden gelip sadece vicdanımızla meseleye yaklaşıp üstünü kapatmak mümkün değil.”