
BAHADIR KAYNAK
@bahadirkaynak
Hafta başlarken en önemli gündem maddesi, Tahran’da Erdoğan’ın da katılımıyla gerçekleşecek zirveydi. Geçen haftaki yazıda tartıştığımız üzere toplantının talepte bulunan tarafı Türkiye’ydi, Rusya ve İran’ın bizim tarafımızdan gelen isteklere nasıl yaklaşacağıysa denklemin bilinmeyeniydi. Netice; Türkiye’nin beklentilerini karşılamadı, bilhassa İran Türkiye’nin Suriye’ye sınırlı bir operasyonuna bile yeşil ışık yakmaya yanaşmadı.
Buna rağmen Erdoğan’ın harekat için kararlılığına dair sözleri Ankara ile Tahran arasında çekişmenin daha çok su kaldıracağını gösteriyor. Taraflar arasında değil bir hedef birlikteliği, kırıp dökmeden ilerlemeye dair bir istek bile görünmüyor. Salı günkü görüşme, İran’la ilişkilerimizin önümüzdeki dönemde sorunlu olacağına dair bir işaret.
Tam da bu toplantının üzerine gerçekleşen Zaho’daki vahim olay da bu çekişmeyle -en azından sonuçları itibariyle- bağlantılandırılabilir. Türkiye sınırına yakın bir noktada, turistlerin bulunduğu yere, iddialara göre obüs / havan gibi bir araçla yapılan saldırı can kaybına yol açtı. Bu saldırının Türkiye tarafından gerçekleştirildiğini iddia eden farklı siyasi pozisyonlardan Iraklı siyasetçilerin tutumu kamuoyundaki infiali gösteriyor. Ankara’ya en yakın kesimlerin bile tepki vermeye zorlanması, karşılanması gereken toplumsal bir hassasiyete işaret ediyor.
Bu tür bir hadisenin artık Irak’ın kuzeyinde yıllardır kalıcı hale gelmiş üs bölgeleri bulunduran Türkiye’yi zorlaması, KDP gibi Ankara’yla çok yakın ilişkileri bulunan aktörleri bile köşeye sıkıştırması kaçınılmaz. Terörle mücadele için sık sık sınır ötesinde gerçekleştirilen operasyonların sivil kayıplara yol açması Türkiye üzerindeki baskıyı artıracaktır.
Henüz olayın ne şekilde ve kimin tarafından gerçekleştirildiği netlik kazanmadı ama Iraklıların bizi suçlaması bile yeterince ciddi bir sorun. Bu da sadece Suriye’de gerçekleşmesi beklenen operasyondan dolayı değil, aynı zamanda Irak’ta kalıcılaşan Türkiye varlığından rahatsız İran’ın işine gelen bir durum.
Bu talihsiz olayın zamanlaması ve arkasından gelen söz düellosu bizim içeride ‘terörle mücadele‘ başlığıyla duymaya alışık olduğumuz ama artık giderek alenileşen bir güç mücadelesinin temposunun arttığına da işaret ediyor. Böyle bakınca Tahran görüşmesi gerilimi düşürmek bir yana, ateşin üzerine benzin dökmüş gibi görünüyor.
Zirvenin diğer tarafı Rusya ile ise ilişkiler daha dengeli yürüyor. Ukrayna savaşının zorladığı tercihlere rağmen Ankara temkini elden bırakmıyor, Putin, tüm dünyayla kavgalı haline ve Türkiye’nin zaman zaman canını sıkacak pozisyonlar almasına rağmen köprüleri atmıyor. Türkiye ile İran arasındaki gerginliğin Astana formatında bundan sonra yapılacak görüşmeleri güçleştireceği söylenebilir, öte yandan Rusya’yla ilişkiler bunun ötesine geçiyor.
Nitekim Tahran’daki sonuçsuz toplantıya ve ardından karşılıklı gerilimi tırmandıran açıklamalara rağmen bambaşka bir konuda mesafe kat edildi. Rusya ile Ukrayna arasındaki savaş sebebiyle dünya piyasalarına ulaştırılamayan tahılın yol açtığı gıda krizine bir süredir Türkiye’nin arabuluculuğuyla çözüm aranmaktaydı. Ukrayna tahılının Rusya’nın Karadeniz’de uyguladığı abluka sebebiyle hapsolmasına ek olarak Rus mahsulünün de ambargo, gemilerin sigortalanamaması gibi sebeplerle piyasaya çıkamaması, savaşta taraf olmayan gelişmekte olan ülkelerin bedel ödemesine sebep olmakta. Rusya, ABD ve İngiltere ile saf tutup kendisine tavır alan Avrupa ülkelerine ekonomik olarak zarar verip tutumlarını değiştirmeye çalışıyor ancak ciddi bir gıda krizinin eşiğindeki fakir üçüncü dünya ülkeleri aslında Putin’in hedefinde değil. Bir anlamda savaşın tali hasarından paylarına düşene katlanıyorlar.
Ukrayna’da hapsolan tahılın dünya piyasalarında ulaştırılması için karayolu, demiryolları gibi alternatiflerin son derece yetersiz olduğu anlaşıldığından beri Karadeniz’de sadece bu meseleye özgü bir anlaşma zemini aranmaktaydı. Ukraynalılar yük gemilerinin giriş çıkışına imkân verecek biçimde mayınların temizlenmesinin Odessa limanını Rusya’nın saldırılarına açacağından endişe ediyor. Savaş sırasında Azak Denizi’ndeki limanlarını kaybettikleri için ve burası Ukrayna’nın Karadeniz’e çıkışını sağlayan tek nokta olduğundan savunulması önemli. Kiev, bunun karşılığında Rus donanmasının Odessa’ya yaklaşmasını engelleyecek karadan denize füzeler ve modern silahların kendisine verilmesini istiyordu. Rusya ise tahıl sevkiyatını engellemek gibi bir niyeti olmadığını, açılan koridorun başka amaçlarla kullanılmaması gerektiğini öne sürüyordu.
Savaş halindeki iki ülke arasındaki güven boşluğunu doldurmak ve herkesin taleplerini karşılayacak bir ara çözümün kolaylaştırıcılığını sağlamak Türkiye’nin önüne açılan bir fırsat oldu. Bir BM misyonu olarak tamamen Türkiye’nin gözetiminde ve sorumluluğunda yürütülecek bir operasyonla tahılın dünyaya çıkarılacağı haberi önemli bir başarı gibi görünüyor. Ankara kendi derdine deva olacak bir adım atmakla kalmıyor bütün dünya için de kritik bir konuda başka kimsenin üstlenemediği bir rolü yerine getirmeye hazırlanıyor.
Tahıl anlaşması Ukrayna’da savaşın sonunu getirecek bir adım değil elbette. Tüm dünya üzerinde olumsuz etkileri biriken bir siyasi sorunun yan etkilerinden birisini ortadan kaldıracak bir pratik çözüm. Öte yandan bu anlaşma bundan sonrası için de Rusya-Ukrayna savaşında bir çözüm noktasına ilerlenecekse Türkiye’nin gözden kaçırılmaması gerektiğini gösteren bir işaret. İlgi çekici biçimde Moskova için daha önemli partnerler gibi gözüken Avrupalı devletler bunu bugüne kadar başaramadı. Ne Putin’in saldırısı engellenebildi ne de bir ateşkes sağlanabildi. Ruslarla kıta Avrupası’ndaki muhatapları arasındaki makas hiç olmadığı kadar açıldı. Bu gerçeği de bir kenara koyarak tahıl anlaşmasından çıkarılacak ders, Rusya’yı masaya çekebilecek bir zemin yoklandığında Türkiye’nin akılların bir köşesinde kalması gerektiği. AB’nin mülteci sorunu, Gümrük Birliği gibi birkaç ana başlığa indirdiği, sadece belli gündem maddeleri üzerinden ilişki kurduğu Ankara, diplomatik ağırlığı bakımından öyle kolay kenara atılacak bir ülke değil. Bunun bir kez daha not edilmesini sağlamak Türk tarafının başarısı.
Şimdi en baştaki meseleye, Türkiye’nin çıkarması gereken dersler kısmına dönelim. Tahıl krizinin çözülmesindeki aracılık önemli olmakla birlikte tali bir rol ve jeopolitik dengeleri doğrudan etkilemiyor. Ukrayna-Rusya savaşı bitmedi, yakında biteceğe de benzemiyor ve Türkiye’nin potansiyel rolü ortaya konmakla beraber barışın kolaylaştırıcısı ülke konumunun sadece bir ihtimal olduğunu söyleyelim. Oysa Tahran’da yaşanan tıkanıklık daha gerçek ve elle tutulur sonuçlar üretiyor. Acaba Suriye’deki harekata yeşil ışık yakılır mı umutlarıyla gidilen zirvede muhataplarımızın en azından birinden Ankara’nın tüm bölgedeki varlığına güçlü bir itiraz geldi. Zaho’daki hadiseyle de bu itirazın sadece sözlü bir boyutla kalmayabileceğini, Türkiye üzerinde baskının artabileceğini görüyoruz. Kuzey Irak’taki üs bölgelerine yapılan saldırılar, Suriye’de çatışma haberleri de bunu doğruluyor.
Türkiye, Rusya ile konuşup tahıl krizi meselesinde önemli bir rol üstleniyor ama kendi söküğünü dikemiyor. Bu hafta olan bitenden nasıl Batı’nın Türkiye’ye bakışına ilişkin çıkaracağı dersler varsa bizim de kendimize dair hafta başındaki toplantıdan çıkaracağımız sonuçlar var. Ankara dar bir perspektiften baktığı bölgede, tek çözüm olarak gördüğü sınırlı bir operasyona bile sözde partnerlerini ikna edemedi. Batı nasıl Türkiye’ye ‘Bir kenarda beklesin‘ derken hata ettiğini görüyorsa biz de ‘Başka oyun arkadaşları buluruz‘ derken yanılıyor olabiliriz.
Bu hafta hem başarı hem başarısızlık hanesine yazılacak gelişmelerden çıkarılacak dersler var. Önümüzdeki dönemde daha şimdiden birçok belirtisini gördüğümüz yeni yol arkadaşlıkları kurulacak, eski ortakların bir kısmı arkada kalacak.
Bu haftanın bilançosuna bakarsak Rusya’yla dirsek temasının devam edeceğini, İran’la gerilimin ise şiddetlenerek gelecek günlerin ana meselesi olacağını tahmin edebiliriz.