
MURAT SEVİNÇ
Ahmet Yalkın Özerden’in güzel anısına…
Dün, 28 Mayıs Cumartesi günü öğlen vakti, Erenköy Galip Paşa Camii’nden bir cenaze kalktı. ‘Proleter şoför’ lakaplı, Ahmet Yalkın Özerden’in cenazesi. Sevenleri, yakınları, eşi, çocukları ve bir de jandarma vardı. Proleter Ahmet Bey’in kızı, belgeselci Mine Özerden, geçen ay yargılandığı Gezi davasında, malum, 18 yıla mahkûm edilerek tutuklanmıştı. Ne yapmıştı da hüküm giymişti Mine Hanım derseniz, artık bu satırların yazarında- böyle sorulara yanıt verecek takat kalmadı, affedin. Hiç kimseye bir şey anlatmaya, dil dökmeye gerek yok nicedir, anlayanlar anlıyor; başkalarının yok yere çektiği çileden zevk alanlar, insanların acısını mutlulukla seyredenler için sarf edilecek her söze ise, çok yazık. Onlar, öyle insanlar olmakla cezalandırılmışlar ve medenî dilin hiçbir sözcüğü derilerine işlemiyor.
Mine Hanım annesine ve sevdiklerine, jandarma eşliğinde sarıldı, selamladı. Eh iyi insan olmanın, memleketin canlısına, toprağına, kültürüne sahip çıkmanın bir bedeli olacak tabii, oldu, olur buralarda; birinin anasını gömüldüğü mezardan çıkarırlar, diğeri babasını elleri kelepçeli uğurlar, Mine Hanım da kollarına girmiş iki kadın jandarmayla birlikte, cami avlusunda taziyeleri kabul ediyordu. Biliyorum ‘prosedür’ denilecek şimdi, öyle mi, onca güvenlik gücü şart mıdır, bir de güzel kardeşim, prosedürse prosedür, insana yas tutması için olsun fırsat tanımayan bir düzenin hoyratlığına saygı duymak da, yasa gereği midir!
Kimdir, 1937 doğumlu proleter Ahmet Bey; tanışıklığım yoktu doğrusu, fakat lakabını öğrenip zamanında Yaşar Kemal ile gerçekleştirdiği söyleşiyi işitince, 1967 tarihli Ant Dergisi’ni aradım. Baktım ki Bianet o söyleşiyi olduğu gibi yayınlamış, sağolsunlar, ben de bu yazıda kısaca özetleyip anmak istiyorum kendisini. Aslını okumak isteyenler için burada. Söyleşi, YKY’den yayınlanan ‘Bir Bulut Kaynıyor’ kitabı içinde bulunabilir ve ayrıca Özerden çiftinin macerası, Zafer Aydın’ın ‘İşçilerin Haziranı’ başlıklı eserinde de anlatılıyor. (Ayrıntı, 2020)

Nefis bir hikâye ve belli ki çok hoş bir insanla karşı karşıyayız. Yalnızca Türkiye, Türkiye sağı ve devleti, onca insana hayatı zindan eden anti-komünizm melaneti yok söyleşide, biri söyleşiyi yapan diğeri konuşan iki güzel insan var karşımızda.
Yaşar Kemal, önce proletarya teriminin sözlük anlamlarını açıklayıp ardından söyleşiyi yapmasına neden olan gazete haberini aktarıyor. Bir minibüs şoförünün aracının üzerinde plastik harflerle ‘proleter’ yazdığı için başına gelmeyen kalmamış. Koskoca devlet, üzerinde proleter sözcüğü yer alan bir dolmuşu gözden kaçırır mı hiç, polisler gelip bulmuş Ahmet Bey’i, Kadıköy’e karakola götürmüşler, yazının nedeninin açıklamış, “Herkes aracının üzerine bir şeyler yazıyordu, ben de bunu uygun gördüm” demiş ve tüm ısrarlara rağmen minibüsün üzerinde yazıyı silmeyi reddetmiş. Külyutmaz emniyet, siyasi şubeyle temasa geçmiş, savcılığa başvurulmuş, vesaire.
Yaşar Kemal haberi okuyunca çok sinirlenmiş tabii: “Böyle bir rezalet İran’da olmaz, Turan’da olmaz, Afganistan’da olmaz, Afrika’da olmaz, Habeşistan’da olmaz. Hiçbir yerde olmaz. Ama Türkiye’de olur. Çünkü Türkiye’de, Türkiye’de oturan burjuvalar hüküm sürer, ‘Proleter’ sözcüğünü yasak ederler. Kimseler yasak etmez bu sözcüğü şu yeryüzü yuvarlağında, şu iki buçuk milyar insan yaşayan yeryüzü yuvarlağında, proleter sözcüğünü yasaklamak kimsenin aklına gelmez. Ne demek yasaklamak, ne demek böyle olaylar… Ne demek, ne demek… İnsan düşündükçe çıldırıyor.”
Yaşar Kemal, inatçı, proleteri silmektense “Gerekirse cezamı çekerim” diyebilen delikanlı şoförü merak etmiş, araştırmış, bulmuş ve Bostancı’daki evine gitmiş. Yaşar Kemal, Ahmet Bey’i, evini ve ailesini şu sözcüklerle tanımlıyor:
“Hoş geldiniz, dedi. Güleç yüzlü, uzun boylu, azıcık saçları dökülmüş bir genç adam. Çok tatlı, candan, insanı şöyle sevgiyle candan kavrayan bir gülüşü var. Böylesi güzel gülen insanlara insanoğlu çok güvenir. Böyle insanları, böyle candan insanları insanlar çok severler… Kapıyı karısı açtı. Gencecik bir taze. Bir apartmanın ikinci katında oturuyorlar. Evi yeni döşemişler belli. Yeni ve gönülden döşemişler. Güler yüzlerini, sadeliklerini, çocuksuluklarını, candanlıklarını katmışlar her bir eşyalarına. Salonun pencereye yakın yerinde koyu mavi çok güzel bir kanepe ve iki koltuk. Bir güzelce halı. Salonun öteki yanında yemek masası, bir kitaplık. İnce ve zevkli. Masanın üstünde çiçekler. Karşıda bir televizyon. Sonra bir güzel radyo. Bir teyp makinası. Şu Türkiye’de hiçbir burjuva evinde böyle ince, böyle güzel bir zevk görmedim.”
Bu güzel, zarif ve mütevazi evde, kendilerini anlatmalarını isteyince, önce, “Maceramı anlatmaya değmez, Üsküdarlıyım. İşte maceram bu kadar” yanıtını veriyor Ahmet Bey, ancak Yaşar Kemal bir romancı sıfatıyla anlatmasını talep edince, Ahmet Bey belli ki yine mahcubiyetle; zor geçen çocukluğundan, küçük yaşta yitirdiği ana babasından, genç yaşta öğrendiği şoförlük ve tamir bilgisinden, eşi Halide ile tanışmasından ve yaşamlarını kökten değiştiren Almanya’daki işçilik yıllarından söz ediyor.
Proletaryayı da orada öğrenmiş. Şu güzelim cümleleri aktarmazsam olmaz:
“Kim olduğumu orada öğrendim. Proleter olduğumu orada öğrendim. Çok okudum. Kendimi orada öğrendim. İnsan olduğumu, hem de proletaryadan bir insan olduğumu orada öğrendim. O kapitalist memlekette her kitap var. Her bir şeyi istediğin gibi tartışırsın. Alamancayı çabuk öğrendim ve çok okudum.”
Devamında:
“Ben bu kelimeyi çok severim. Kelimeyi değil de anlamını çok severim. Ben proletaryadan bir kişiyim. Ve proletarya insan soyunun en namuslu, en sıcak, en insan sınıfıdır. Kimseyi sömürmez, kimseye hükmetmez, kimseyi ezmez. Dünyayı yaratan proletaryanın elleridir. Proletaryanın elleri olmasa dünya olmazdı. Ben proletarya hayranıyım. Şu dünyada yapılmış güzel olan, faydalı olan ne varsa proletaryanın güzel ellerinin eseridir.”
Sonrasında başına gelmeyen kalmamış tahmin edersiniz, ‘tahmin edersiniz’ diyorum, zira bizim memlekette bazı konularda pek bir şey değişmemiş gibi, dememin bir nedeni bu satırlarda saklı. Anti-komünizm histerisinin tüm olağan sonuçları, proleter sözcüğünün Rusça olmadığını kanıtlamaya çalışmasına da neden olan akıl dışı ithamlar, Komünizmle Mücadele Derneği Başkanı olduğunu söyleyen bir yarım akıllının saldırı ve hedef göstermesi, minibüs şoförü meslektaşlarının tahrik edilip tavır almaları, ihbarlar, linç girişimleri vs. Görüldüğü üzere, hiçbiri çok uzak görünmüyor 2022’de bu satırların okuruna.
Yaşar Kemal, onu rahat bırakmayacaklarını söyleyip uyardığında, şu yanıtı vermiş Ahmet Bey: “Yapsınlar, dedi. ‘Proleteri’ ben kazandım. Alnımın teridir bu. Borcu da var ama… Gene kazanırım.”
Ahmet Yalkın Bey, ‘proleter şoför,’ 27 Mayıs’ta vefat etti. Eşi Halide Hanım’a kızları Mine ve Deniz Hanımlara başsağlığı, sabır dilerim. Babasının cenazesine jandarma nezaretinde katılabilen Mine Hanım’a sıkıca sarılıyorum.
Muhterem Ahmet Yalkın Özerden’e Allah rahmet eylesin, nur içinde yatsın…