Hatice o gün doktora dersini ‘asmış’tı müstakbel kocasına eşlik edebilmek için. Takside giderken, gelecekten konuştular. En çok da evlilik hazırlıklarından.
İlk başta Hatice’nin babasının gönlü yoktu bu evliliğe. Damat adayının yaşına takılmıştı. Adam 59, kızı 36 yaşındaydı.
Nihayet geçen ay rıza göstermişti baba. Cemal, Hatice’yi istemeye gitmiş ve evden mutlu mesut ayrılmıştı.
Birlikte yaşayacakları ev de hazırdı. Cemal bir daire satın almış ve birlikte dayayıp döşemişlerdi.
Son gidip baktığında Hatice’ye telefondan bir mesaj da göndermişti Cemal: “Ev çok güzel. Tıpkı sahibesi gibi.” Bu, Cemal’den gelen son yazılı mesaj olacaktı.
Konferansta tanışmışlar
Hatice Cengiz ile Cemal Kaşıkçı’nın aşk hikayesi gecen mayıs ayında başlamıştı.
İstanbul’daki bir konferansta tanışmışlardı.
Cengiz, Kaşıkçı’yı çalışmalarından biliyordu. Beğeniyordu da yazıp çizdiklerini.
Bir zamanlar Suudi Arabistan’daki kurulu düzene yakın isimlerdendi Kaşıkçı. Ancak geçen yıldan itibaren eleştirmeye başlamıştı Riyad rejimini.
Aynı dönemde ABD’ye taşınmaya karar vermiş, Virginia’ye yerleşmişti.
Bir yandan Washington Post’a makale yazıyor, bir yandan da yurt dışında konferanslara katılıyor, konuşmalar yapıyordu.
İstanbul’daki konferansta da konuşmacılar arasındaydı. Cengiz, soru-yanıt bölümünde Kaşıkçı’ya bir soru yöneltti. Konferansın ardından bir köşede oturup uzun uzun sohbet ettiler.
Sonrasında hep temasta kaldılar. Kaşıkça İstanbul’a geldiğinde görüştüler. Ve gerisi geldi…
Yaz boyu birlikteydiler. Söz, nişan derken, evlilik hazırlığına başladılar.
Her şey normal görünüyordu
Kaşıkçı boşanmıştı. Bir Türk vatandaşıyla evlenebilmek için boşandığını gösteren bir belge göstermesi gerekiyordu.
İlk olarak 28 Eylül’de gitti Kaşıkçı İstanbul’daki Suudi başkonsolosluğuna. Meramını anlattı. Bir hafta sonra gelmesini söylediler. Tanınmış, eleştirel bir isim olmasına rağmen gayet iyi davranmışlardı kendisine. İşkillendi. Hatta Cengiz’e, “Gitmesem mi acaba” diye sordu. Başına bir şey gelebileceğinden kuşkulanmıştı.
Neden sonra fikrini değiştirdi.
Bir hafta sonra yeniden başkonsolosluğun yolunu tuttuğunda içi rahattı. 29 Eylül’de bir konferans için Londra’ya gitmiş, hafta sonu kalmış, 1 Ekim akşamı İstanbul’a dönmüştü. Görüştüğü arkadaşlarıyla herhangi bir kaygısını da paylaşmamıştı.
Londra’yken başkonsolosluğa telefon edip salı günü gelebileceğini söylemişti. Bir süre sonra kendisini arayan bir başkonsolosluk görevlisi 13:30’a randevu vermişti (Reuters haberine göre söz konusu görevli ‘Sultan’ adında bir kadın).
2 Ekim sabahı ‘Sultan’la yeniden teyitleştiler. Belgesi hazırdı. Gelip alabilirdi.
Her şey normal görünüyordu.
‘Cemal nerde?’
Cengiz, dışarda bekleyecekti. “Tamam sevgilim” dedi Kaşıkçı. İki cep telefonunu da Cengiz’e verip binanın girişine yöneldi.
Saat, 13:14’ü gösteriyordu…
Saat dörde yaklaşırken Cengiz kaygılanmaya başladı. Nerdeyse üç saat olmuştu müstakbel eşi içeri gireli.
Üstelik büyükelçilik üç buçukta kapanıyordu. Personel binadan çıkmaya başlamıştı.
İyice gerilmişti Cengiz. Başkonsolosluğun kapısına doğru yürürken bir arkadaşını arayıp durumu anlattı. Sesi telaşlı ve gergindi. Kendinde değildi.
Kapıdaki görevliye yaklaşıp, “Cemal nerde” diye sordu. Yanıt alamadı.
İçeriyi aradı telefonla: “Cemal nerde? Girişte bekliyorum saatlerdir. Cemal içeri girdi ama dışarı çıkmadı.”
Birkaç dakika sonra kapıda biri belirdi ve Cengiz’e “İçerde kimse yok” dedi.
Tuzak mı?
Arkadaşlarının anlatımına göre Kaşıkçı söz konusu belge için önce Washington’daki Suudi Arabistan büyükelçiliğine gittmiş, ancak İstabul’daki başkonsolosluğa yönlendirilmişti. Hatta nişanlısı Kaşıkçı’nın bir tuzağa çekildiğinden kuşkulanmıştı (Bir Suudi yetkili Reuters’e demecinde herhangi bir yönlendirme yapılmadığını söyledi).
Kaşıkçı, ola ki başına bir şey gelirse AKP Genel Başkan Danışmanı Yasin Aktay’ı aramasını öğütlemişti Hatice’ye. Öyle yaptı.
Saat 5’e 20 vardı.
Rejim takipte
Kaşıkçı ile ‘şahsi dostu’ Aktay bir ay kadar önce görüşmüştü. Kaşıkçı, ‘Suudi vatandaşlarına yönelik olası operasyonlar’dan kaygılıydı. Ama Türkiye’de böyle bir şey yapılamayacağını düşünüyordu. Kendi adına bir kaygısı da yoktu zaten.
Yanılıyordu. Rejim takipteydi.
O derece ki Suudi yetkililerin Kaşıkçı’nın yakalanmasına ilişkin bazı görüşmeleri ABD istihbaratının dinlemesine takılmıştı. Suudi Arabistan’a yönlendirilerek derdest edilmesi planlanıyordu. Buna karşılık Suudilerin Kaşıkçı’yı tutuklayıp sorgulamak mı, yoksa ortadan kaldırmak istediği belirsizdi (ABD’nin Kaşıkçı’yı hedef alındığına dair uyarıp uyarmadığı da).
Dahası, yine ABD istihbaratına göre, Kaşıkçı’nın Suudi Arabistan’a yönlendirilip gözaltına alınmasını içeren talimatı bizzat Suudi Arabistan Veliaht Prensi Muhammed vermişti.
Aktay’ın dediği gibi, “Bilinmeyen bir insan değil”di Kaşıkçı. “Dünya çapında, Türkiye’de de tanınan bir insan”dı. “Suudi Arabistan’ın en entelektüel insanı olarak biliniyor, herkesçe tanınıyor”du. Başkonsolosluğa da, ‘kendisine bir şey yapılmayacağı düşüncesinin verdiği güvenle gitmiş olmalı’ydı.
Bilinip tanınıyordu muhakkak ama, yazılarında ve konuşmalarında Suudi yönetimine keskin eleştiriler yönelten biriydi.
Ve muhtemelen tam da bu nedenle o gün başkonsoloslukta ‘bekleyenler’i vardı.
Riyad’dan gelen adamlar
1 Ekim’in geç saatlerinde Riyad’dan yola çıkmışlardı. Toplam 15 kişilerdi.
Haberlerde ortak nokta dokuz kişilik ilk grubun, 2 Ekim’in erken saatlerinde, tam olarak 03:13’te özel bir uçakla Atatürk Havalimanı’na indiği.
Uçak Riyad merkezli, Suudi hükümetine de hizmet veren Sky Prime Aviation Services adlı charter şirketine ait Gulfstream’di.
İkinci grubun ne zaman ve nasıl geldiğine dair ise farklı bilgiler var. Bazı haberlere göre ikinci grup da yine aynı şirkete ait özel bir uçakla akşam 17:15’te; bazı haberlere göre ise tarifeli uçaklarla, daha erken saatlerde İstanbul’a vardı.
Aynı farklılık ekibin başkonsolosluğa varış saatinde de söz konusu. Bazı haberlere göre ilk ekip Kaşıkçı binaya girdiğinde oradaydı, ikinci ekip saatler sonra geldi. Bazı haberlere göre ise Kaşıkçı başkonsolosluğuna adımını attığında tüm ekip hazır bekliyordu.
Uçaktan inenlerin bazılarının diplomatik pasaportu vardı.
‘Ekip’ başkonsolosluğun bulunduğu Levent semtindeki iki otele (Mövenpick ve Wyndham Grand) yerleşti. Üç gece kalacaklarını söylediler.
Oysa gün bittiğinde, işlerini görmüş, dönüş yoluna koyulmuşlardı bile.
Ekibin iki özel uçakla geldiği yolundaki haberlere göre ertesi gün uçaklardan biri Kahire, diğeri Dubai üzerinden Riyad’a varmıştı bile.
Konsolosluktan rezidansa
Peki ne oldu 2 Ekim günü, o saatler içinde?
Başkonsolosluğun içinde ne olduğu muamma (Resmen ya da bizzat doğrulanmayan bir habere göre Türk çalışanlardan ‘alelacele’ erken paydos etmeleri isteniyor. Ne var ki her şey planlanırken böyle bir kararın son dakikada alınması akla yatkın değil).
Dışarda olup bitenler ise polis videosuna göre şöyle:
12:30 civarı binanın önünde bir araç haraketliliği gözleniyor.
15:00 civarında, yani Kaşıkçı içeri adım attıktan yaklaşık iki saat sonra, başkonsolosluğun garajından diplomatik plakalı iki araç çıkıyor. İki araçtan biri (camları film kaplı Mercedes Vito) başkonsolosun hemen yakındaki rezidansının garajına, diğeri (Mercedes binek) girişine park ediliyor (15:12).
Ekiptekilerden altısı özel bir jete binmek üzere 17:40’ta havilamanından çıkış yapıyor.
17:57 ile 20:11 arasında otellerden çıkan ekibin kalanı da 21:00 sularında yine özel bir jete binmek üzere havalimanından çıkış yapıyor.
Kaşıkçı’nın çıktığına dair kanıt yok
Başkonsolosluk yetkilileri ‘kayıp’ haberinin yayılmaya başlamasından itibaren Kaşıkçı’nın işini halledip binadan ayrıldığını öne sürüyor. Ne var ki bu yönde hiçbir kamera kaydı ya da tanıklık yok.
Polisin kanısı ise Kaşıkçı’nın ‘Riyad’dan gelen adamlar’ tarafından öldürüldüğü, hatta cesedinin parçalanarak yok edildiği yönünde.
Geldikleri gibi gidiyorlar
Eğer Kaşıkçı öldürüldüyse ekipten bazılarının günün erken saatlerinde, bazılarının ise akşam saatlerinde İstanbul’a gelip başkonsolosluğa geçmesi, bir ‘infaz’ bir de ‘temizlik’ grubunun bulunduğu kanısını doğuruyor.
İkinci grubun başkonsolosluğa mı yoksa doğrudan rezidansa mı gittiği net değil. Dahası ikinci grubu taşıyan uçak iniş yaptıktan 1 saat 15 dakika sonra, 16:30 sularında Kahire’ye doğru havalanıyor. Kahire’de 25 saat kaldıktan sonra Riyad’a uçuyor.
İlk grubu getiren uçak ise İstanbul’dan 22:45’te ayrılıyor. Ertesi gün 02:30 gibi Dubai’ye varıyor. Aynı gün Riyad’a uçuyor.
Sayılar tutmuyor
Sabah gazetesi, ekibin toplam 15 kişiden oluştuğunu yazıp tek tek fotoğraflarını yayınladı.
Polis videosunda ise dönüşte ilk uçağa altı, ikinci uçağa yedi yolcu bindiği belirtiliyor.
Polis videosu
İddialar
Son yılların en esrarengiz vakasında teyit edilmeye muhtaç beyanatlar geliyor. Bunlar çoğunlukla ‘Türk yetkililerin söylediğine göre’ diye aktarılıyor haberlerde.
1- Doz aşımından öldü
Reuters ajansına konuşan bir ‘Suudi kaynak’ın söylediğine göre İngiliz istihbaratı, Kaşıkçı’ya başkonsolosluğa girer girmez uyuşturulmak için iğne yapıldığını, ancak doz fazla verilince gazetecinin hayatını kaybettiğini saptadı.
‘Suudi kaynak’ iddiasını bir İngiliz istihbarat görevlisine dayandırdı. Reuters, aktardığı bu ddiayı kendi istihbarat kaynaklarına doğrulatamadı, Suudi yetkililer ise doğrudan yalanladı.
2- Türk yetkililer ellerinde Kaşıkçı’nın vahşi bir suikaste kurban gittiğğini, emrin doğrudan Suudi liderliğinden geldiğini gösteren kanıtlar bulunduğunu söyledi.
3- Suudi ajanlar muhalif gazeteciyi konsolosluğa gelmesine müteakip iki saat içerisinde öldürüp özel bir testereyle parçalara ayırdı. Bu iddia da Türk yetkililere ait.
4 – Riyad’dan gelen Suudi ekip içinde otopsi uzmanı bir doktor da vardı.
5- ABD medyasında dile getirilen bir iddia da şu: Türk yetkililer, ellerindeki bilgileri açıklayamıyor, çünkü bu bilgileri nasıl elde ettiklerini açıklamaları durumunda Türkiye ile Suudi Arabistan arasında bir dinleme-gözetleme sıkandalı patlak vermesinden çekiniyorlar. Buna ‘alternatif’ iddia da şu: Türkler bilgileri açıklamıyor çünkü Suudilerle ‘karanlık’ bir anlaşmaya varmak isteyebilirler.