ECE DENİZ
ecedeniz@diken.com.tr
@meneksecedeniz
30 yıllık tutukluluğun ardından şair İlhan Sami Çomak yeni hayatını şöyle özetliyor: “Ben 30 yıldan sonra sıfırdan başlıyorum. Akbil basmayı yeni yeni öğreniyorum. Sokakta insanlara dokunmadan düz şekilde yürümeyi, cep telefonunu yeni yeni öğreniyorum.”
Fotoğraf: Diken
30 yıl üç ay altı günlük hapislik, 22 yıl süren yargılama, 21 yaşında yarım kalan bir gençlik ve hayatı kuşatan bir şiir. İlhan Sami Çomak dendiğinde aklıma ilk gelenler. Tabii ki o hapishanenin daracık odasından dünyayı da kendisini de ve hatta hayatı da daha iyi anlatmaya muktedir.
Şiirin renkleriyle hayatını değiştiren ama kaderini değiştiremeyen bu şairle tanışmak için hızlı adımlarla Bahariye’deki yayınevine yürüyordum.
Tam içeri girdiğim o anda Çomak, WhatsApp’ta Kürtçe klavye olmamasından şikayet ediyordu. Teknolojiye adapte olmaya çalışıyordu. Yakınlarının mesajlara ‘mutlaka dön‘ tavsiyesini dinlerken o, ben de onu izliyordum.
Sanırım ona yeni bir şey sormak zordu. Bir sürü söyleşi yapılmış ve hikayesi farklı tonlarda değişik üsluplarda anlatmıştı. O yüzden ben kendi iç sesime kulak verdim, biraz heyecanla ve merakla yeni hayatını, teknolojiyle sınavını, 30 yıllık hapisliğin onda bıraktığı izlerin peşine düştüm:
30 yılın ardından şu an burada olmak, Bahariye’de özgürce yürüyebilmek nasıl bir his, özgürlük size nasıl hissettiriyor?
Bunca zaman sonra insanlarla buluşabilmek, sınırsızca yürüyebilme imkanı, o genişlik, hayatın renkleri, gecenin bir vakti dışarı çıkma imkanı yine, bir uçtan bir uça gidebilme imkanı yani bu bütün imkanlar beni oldukça mutlu ediyor. Ruhen daha özgür hissediyorum.
’30 yılda hayatımda pek çok şeyi unuttum’
Nazım Hikmet 13 yıllık hapisliğin ardından ‘Hapisten Çıktıktan Sonra’ diye bir şiir yazıyor. Ve orada “Uyandın neredesin evinde/ saat kaç sekiz.. alışamadın hala uyanır uyanmaz evinde olmaya/ 13 yıl hapiste kalmanın sersemliklerinden biri de bu..” bu dizelerde yıllar sonra gelen özgürlüğün şaşkınlığını anlatır. Sizde de böyle bir şaşkınlık oldu, özgürlüğe bu kadar şaşırdınız mı?
Aslında öyle büyük bir şaşkınlık yok. Şaşkınlıktan öte bunca uzun zamandan sonra özlediğim hayata kavuşmuş olmanın verdiği değerli bir sevinç var.
Hayatın gerçeklerini o sert, yalın ama aynı zamanda heyecanlı gerçekliğini yaşayabilme imkanı beni bazen savuruyor. Ancak cezaevinde bu kadar uzun zaman yatmış olmak bana tedbirli olmayı öğretti.
Bütün duygularımı, bütün hislerimi bir anda sarf etmemem gerektiğinin farkındayım. Aslında hayata da hakkıyla adım atmış değilim, 23 gün oldu çıkalı.
Gelen insanlar karşılama, o yoğunluk, röportajlar, aile ve akrabayla buluşmalar, bunların hepsi çok değerli ama gerçek hayat tam olarak böyle değil, biliyorum. Bunlarla baş etmem gerekiyor. Henüz gerçek hayatla kavuşabilmiş değilim.
Nazım’ın dediği türde bir şaşkınlık bende niye yok diye sorarsam aslında şöyle: Elbette çok büyük şair, dünya şairi. Onunla kıyaslanmak bile bir gurur vesilesi benim açımdan. Ama Nazım 13 yıl yattı.
O 13 yıl içerisinde hayatını, hissettiklerini, bütün renkleri ve güzellikleri unutmadı. Benim şöyle bir dezavantajım oldu. 30 yıldan fazla hayatımda pek çok şeyi unuttum. Beni şaşırtmayan şey belki de bu. Ben hatırlayıp şaşmaktan ziyade yeniden kurmak zorundayım hayatı. Dolayısıyla arada bir temel fark olduğunu düşünüyorum.
Bende şayet şaşkınlık yoksa yeniden başlama ihtiyacıyla ilgili bir durumdur.
Sanırım kıyas yapabileceğim, geçmişe dair kıyas yapabileceğim çok temel veriler kalmadı bende. Yani bunu her şeyi unuttum, anlamında söylemiyorum. Geçmişime dair temel her şeyi neredeyse hatırlıyorum çocukluğuma dair, gençliğime dair.
Ama 30 yıl gibi bir dönem düşünüldüğünde benden sonra doğan birkaç kuşağı hiç tanıyamadım. Hayatı tanıyamadım. Dolayısıyla ben sıfırdan başlamak durumunda kalıyorum. Bundan hareketle şaşkınlıktan öte bunca özen bana daha çok sevinç veriyor. Aramızdaki fark bu olabilir.
‘Cep telefonu ve internete tamamen yabancıyım’
Size ulaşmak gerçekten zor çünkü bilinen bir numaranız yok. Telefonu bilinçli şekilde mi kullanmıyorsunuz yoksa kullanmayı tercih mi etmiyorsunuz?
Söylediğim gibi cezaevine girmeden önce cep telefonu ve internet yoktu. Tamamen yabancıyım ve hiç kullanmasını bilmiyordum. Yeni yeni alışmaya başladım. Telefonu artık açabiliyorum. Instagram’a, Twitter’a, Facebook’a girebiliyorum. Ama başlangıçta açamıyordum.
Dün Nazım abim beni aradı. Sen dedi, Instagram’da üç kişiyi beğenmişsin. Normalde böyle yapmamamız gerekiyor.
Ben dedim ki böyle bir şey yok. O da bak üç kişiyi beğenmişsin diyor. Ben onları sildim, “Dikkat et” dedi. “Onu beğenmişsin. Başkasını beğenmezsen yanlış olur” tarzında şeyler söyledi. Ben nasıl olduğunu anlamadım. Bana anlattı, böyle böyle yapmaman gerekiyor diye. Ondan sonra da ihtiyatlıyım.
WhatsApp’ta ortak grup: ‘Mala me’
WhatsApp’a girdiniz mi hiç?
Evet, WhatsApp’a giriyorum. Abim yurtdışında yaşıyor. Bizimkilerle bir ortak grup var. ‘Mala me’ diye, Kürtçe ‘Evimiz’ demek. Oradan bu sabah hem yazıştık, hem de konuştuk.
Bu teknolojik yeniliğe yabancı olmaktan kaynaklı, bir de yoğunluğun verdiği bir tercihti. Telefon almıştım, yeterince kullanamıyordum. Ama bunun dışında telefonumun çoğu kişiye ulaşmamasını da istiyordum. Zira aramalar çok yoğun oluyor.
Kısaca ulaşmak, bulmak isteyen bir şekilde bulur, diyorsunuz.
Hani çok acil ve gerekliyse. Oydu ama bence bir tedbirdi. Çok yorucu oluyor benim için. Sürekli konuşmak, sürekli konuşmak, sürekli bir şeyler, izah etmek.
İşte sosyal medyadan, sosyal medya üzerinden yayıncılık yapan insanlar, televizyon kuruluşları ve benzeri onların da yoğun ilgisi olunca bu benim gücümü aşan bir hale geldi. Akşam altı olunca tükeniyorum doğrusu. Ama en nihayetinde ulaşmak isteyenler, senin gibi genç arkadaşlarımız bir şekilde ulaştılar.
Şu an bir telefonunuz var o zaman?
Var. Aile, tanıdıklara ve dostlara veriyorum. Onlarda bir sorun yok.
‘Akbil basmayı yeni yeni öğreniyorum’
21 yaşında hayatı dışarıda bırakıp hapse girmek zorunda kaldınız. 30 yıl sonra hapisten çıkmak ve hayata karışmak sizi ürkütmedi mi? Kendinize “Şimdi ne yapacağım ben” diye sordunuz mu?
Bunca özlemden sonra o duygu bende oluşmadı.
Aslında hayata dair acemilik, o büyük, açık, 30 yıllık hayat açığı kargaşaya, karmaşaya, bundan sonra ne olur duygusuna götürmekten ziyade tedbirli bir şekilde hayata atılma isteğimi tetikledi.
Bir de avantajım vardı. Ailem, akrabalarım, dostlarım hep yanımda, yöremde oldu. Cezaevindeyken de böyleydi. Dışarıdayken de böyleydi. Ayrıca bu soru, acemilik, kaygı ve benzeri şeyler hayatın gerçek yüzüne dair. Cezaevindeki sorunların hepsi senin iraden dışında ve üretilmiş sorunlarla uğraşmak zorundasın.
Verdiğin bir dilekçenin cevabını günlerce bekleyebiliyorsun diyelim. Bir sevdiğinle açık görüşte 45 dakika görüştüğünde soruları hızlı hızlı sorup cevap alma ihtiyacı hissediyorsun. Doğru dürüst dokunamıyorsun. İnsan, sıcaklığı arar cezaevinde. Onu hakkıyla sevdiklerinle yaşayamıyorsun. Şimdi dışarı çıktım, bu imkanlara kavuştum.
Bunun dışında ortaya çıkan bütün sorunların gerçek hayata dair olduğunu biliyorum ve bunlarla uğraşmanın benim açımdan bir sorundan öte zevke dair şeyler olduğuna inanıyorum. Hayat böyle bir şey sanırım. Sorunlar, karmaşalar çıkar. Sizler de bununla uğraşmak ve halletmek zorundasınız.
Ben 30 yıldan sonra sıfırdan başlıyorum. Bir akbili basmayı yeni yeni öğreniyorum. Sokakta insanlara dokunmadan düz şekilde yürümeyi, cep telefonunu yeni yeni öğreniyorum. Pek çok televizyon kanalı varmış. Kanallara bakıyorum.
O sınırlılık içerisinden büyük ve geniş imkanların olduğu bir alana geçtim. Bu sorunlarla karşılaşmaya hazırdım. Hala aynı duygular içerisindeyim. Hiç de büyük telaş yaşamadım. Çünkü gerçek hayatın kalbi burada.
‘Şiir sadece içeride değil, dışarıda da elimden tuttu’
Aslında yeni doğan bir bebeğin hayata gözünü açması gibi bu anlattıklarınız.
Elbette öyle ama böyle hepten sıfırdan başladığımı söyleyemem. Benim bir hayat tecrübem vardı, 20-21 yıl içerisinde.
Bunun dışında şöyle bir şey de var: Elbette hayat acemisiydim ama ben yazıp çizdiklerimle, şiirimle hep kesin şekilde dışarıdaydım. Yazdıklarıma bakıldığında hep hayata dair şeyler var, gerçeğe dair şeyler var. Hayatın o renklerini hep ben şiirimle birlikte cezaevine çağırdım.
Evet büyük acemilik, büyük açık var ama hayatı her zaman kendime hatırlatan bir şiir bilgisi bende mevcuttur. Bu açıdan şiir sadece içeride değil, dışarıda da benim elimi tutmuş durumda daha sağlıklı, daha direngen şekilde yürümeme vesile oluyor.
‘Kürt olmanın çok dezavantajlı yanı var’
90’larda faili meçhul olabileceğinizi, hatta gözaltında kaybedilme tehlikesiyle yüz yüze geldiğinizi daha önce anlatmıştınız. Peki eğer 2000’lerde belki 2010’lu yıllarda gözaltına alınsaydınız başka bir tabloyla karşılaşır mıydınız? Sizce süreç farklı mı ilerlerdi yoksa size yine benzer bir kader mi biçilirdi?
Aslında her ikisi de olabilirdi. Şimdi Türkiye’de Kürt olmanın çok dezavantajlı yanı var.
2000’li yıllarda olmak bunu değiştirir miydi tam bilemiyorum. Cezaevinde hali hazırda birlikte kaldığım birçok insan eften püften sebeplerle ceza aldı. Belki benim kadar ağır cezalar almadılar ama basit bir sözden hakaret gerekçesiyle ceza alan pek çok insan var.
Sadece aslında Kürtlerle ilgili bir şey değil. Türkiye’de muarız olmak, iktidara muhalefet etmek, cezaevine atılmak için çok iyi bir gerekçe olabiliyor. Halihazırdaki yargı pratiğinin bunu çok kolaylaştırdığını da biliyoruz. Ama belki şöyle de olabilirdi.
Geçmişte devlet güvenlik mahkemelerinin olduğu dönemde insanların, Kürt ya da Türk fark etmez, muhalif olan ya da devletle bir şekilde yolu karşılaşan insanların sesini duyurma imkanı pek yoktu. İnsanların çoğu haksızlığa uğradığında bunu kamuoyuna bildirme, ilan etme imkanına sahip değildi.
2000’li yıllarda şayet böyle bir büyük haksızlıkla ilk yargılama başlamış olsaydı, belki de aynı sonuç doğmazdı. Bugün pek çok sosyal medya mecrası var, gazeteler var vb. Bunlarla belki derdimi daha kesin şekilde anlatıp bu büyük cezadan kurtulabilirdim.
Böyle diyorum ama öte yandan şöyle bir şey var. Yani ben yargılama aşamamı düşündüğümde Devlet Güvenlik Mahkemesi’nde (DGM) yargıladım. Sonra o kalktı. Özel Güvenlik Mahkemesi’nde yargılandım 2000’lerde. O da kalktı.
2010’dan sonra, 13-16 yılları arasında da ağır ceza mahkemesinde yargılandım. Bu dönemde ben artık kamuoyunda bilinen bir şairdim. Yine de mahkemelerin kararını değiştiremedim.
Sekiz yıl önce, 10 yıl önce, 12 yıl önce çıkabilirdim. Bu imkan da vardı. Az biraz bu haksız yargılamanın sonuçlarına dair kamuoyunu bilgilendirmeye de çalıştım ama değiştiremedim. Demek ki benim deneyimime göre pek de sonuç alıcı bir şey olmayabilirmiş.
Size verilen bu 30 yıllık cezada Kürt ve Alevi kimliğinizin etkisi olduğunu, aslında kimliğiniz üzerinden cezalandırıldığınızı düşünüyor musunuz?
Bana özgü bir durum değil. Bu sistemsel bir sorun. Sadece Kürt ve Alevi de değil. Devlet kendisine muhalif olan hemen herkesi yargı eliyle bir şekilde hapsediyor. Aslında Türkiye’deki en temel kurucu gücün yargı olduğunu söylemek gerekiyor.
Türkiye’de en temel kurucu güç yargıdır. Evet, meclis, cumhuriyet döneminde de bakıldığında bir kurucu değere sahiptir ama bütün muhaliflerin her zaman yargı eliyle tasfiye edildiğini biz biliyoruz.
Dolayısıyla Kürt, Alevi olmanın dışında sisteme dair temel bir sorun olduğunu, bunun pek de kimlikleri önemsemediğini de vurgulamak gerekiyor.
Kısaca Kürt, Alevi, sosyalist, solcu olmak devlet açısından temel bir sorun. Bunu bertaraf etmenin yolu da yargıdan geçiyor. Öteden beri buna başvuruyorlar.
‘Hiçbir zaman hapishanelerde iyileşme olmadı’
Ülkenin 30 yıllık siyasi değişimi hapishanelere nasıl yansıdı?
Şimdi aslında bugün 19 Aralık (söyleşinin yapıldığı gün Hayata Dönüş Operasyonu’nun yıldönümü).
Orada yüzlerce insan o çıkan olaylardan sonra öldü, yandılar, zehirlendiler. Yargılamalar hala sürüyor. Hayata Dönüş Operasyonu Türkiye’deki cezaevleri açısından temel bir dönüm noktası. Ondan sonra hiçbir şey eskisi gibi olmadı.
Özellikle mahpuslar açısından hiçbir şey eskisi gibi olmadı. Bütün haklar gasp edildi. Mahpusların geniş bir pencereden hayata bakma imkanı ellerinden alındı. Dönüşümün ilk adımı bu şekilde gelişti.
Bunca yıllık mahpusluğumda şunu çok iyi anladım ki, pek çok düzenleme yapıldı, infaz düzenlemeleri, yasalar ve benzeri ama hiçbir zaman hapishanelerde iyileşme olmadı.
Yıllar önce verdiğiniz bir söyleşide yine son dönemde hapse giren bazı mahkumların teknoloji bağımlılıklarını ve sosyal medyayı aramalarını garipsediğinizi belirtmiştiniz? Neydi size garip gelen?
Bana öyle şaşırtıcı gelmesi, sanırım cep telefonuyla hiç tanışmamış olmam. Telefonla. (Gülerek ekliyor: Ben cep telefonu diyorum, bana diyorlar ki öyle demeyin, telefon deyin.)
Yargılayarak dinlendirmenin sebebi, böyle telefonla tanışmamış olmamdan ileri geliyor.
Bir kuşak, bu son 20-25 yıl, 30 yıl, 40 yıl diyelim, 40 yaşlarda olan insanların hepsi bu süreci yaşadılar. Hayatlarının vazgeçilmez bir aparatı, bedenlerinin bir parçası gibi oldu.
Oysa (hapishanede) bir soru sorduğunda Google’dan girip bulurdum, derlerdi. Veya gayriihtiyari ellerini cebine atarlardı. Bunun gibi pek çok şey oluyordu.
Yazdığınız şiirler hapishaneden nasıl çıktı, yayınlamaya nasıl karar verdiniz?
Aslında ilk yazdıklarımı yazıp yazıp yırtıp atıyordum. Aklıma, kalbime tam uymuyordu. Bir süre sonra yazıp çizdiklerimin okunmaya değer ve gönlüme göre olabildiğini kestirince daha kararlı şekilde şiire yöneldim.
Yazdıklarımı çoğaltıp dışarıya, kız kardeşim Suna’ya göndermeye başladım. Belli bir birikimden sonra yayınevine gönderdim ve bu şekilde basıldı.
İlk kitaplarım böyle çıktı ancak bir şeyi vurgulamak gerekiyor: Ben şimdi uluslararası alanda tanınan bir şairim. Türkiye’de pek çok ödül aldım. Uluslararası ödüller aldım.
Şimdi bunun benim kişisel çabamın ötesinde güçlü bir arka planı olduğunu söylemek gerekiyor. Benim uluslararası alanda bilinmemi sağlayan şey kolektif bir çabaydı. Kız kardeşim Sunanın çabası, editörüm Hakkı’nın çabası, Vasim İpek Özel’in çabası, bana önerileri, telkinleri çevirmenin Caroline Stockford ve Norveç Pen’in desteği olmasaydı bugün bu şekilde bilinen bir şair olarak karşınızda olmayacaktım.
‘Metin Altıok, lisede hocamdı’
Bingöl, şiir ve edebiyat açısından şahsi kanaatimce ilginç bir şehir. Bugün orda doğmuş büyümüş bir sürü genç şairin ödüller aldığını biliyorum. Hatta şair Metin Altıok’un şiirlerinden Ahmet Say’ın yazınına kadar birçok aydının edebiyatına dahil olmuş bir yer. Siz şiirinizde ve edebiyatçılığınızda Bingöl’ün yerini nasıl tarif edersiniz?
Bir Bingöllü olarak Bingöl’e dair bütün övgüleri kabul etmeye hazırım.
Çok seviyorum Bingöl’ü. Bende hakkı büyük. 19 yıl Bingöl’de, iki yıl İstanbul’da yaşadım. Diğer yıllar cezaevinde geçti. Çocukluğumda Bingöl’e taşınmamız, oradaki çelişkilerin ruhuma ve daha sonra şiirime etkisi elbette olmuştur.
Ancak ben tek başına bir mekanın, bir coğrafyanın şiir yaratma özelliği olduğuna inanmıyorum. Şiirin daha çok bir yetenek işi olduğuna kaniyim. Kişide varsa bir yetenek, bunu disipline ederse ve hayal gücüyle beslerse şair olarak yürüme imkanına kavuşur.
Yeteneği yoksa da belli bir yol kat edebilir ama bunun çok da üst düzey bir seviyeye geleceğine inanmıyorum.
Ama söylediğim gibi, Bingöl’e dair eğer varsa böyle bir kanı, bundan çok sevinirim. Lisede Metin Altıok benim hocamdı. Belki de onun eli bana değmiş olduğu için şair oldum.
Çok sevdiğim yazar Ali Özkarcı’ya ait bir söz var “İnsan ölülerine de aittir”. Görünce çok etkilendiğim bir an vardı, hapisten çıktığınızın ertesi günü yakınlarınızın mezarını ziyaret ettiniz. Hayatınızın yeni bir dönemine başlarken onlarla da vedalaştınız. Bu gecikmiş vedalara ilişkin neler söylersiniz?
Ninem ve amcamı ziyaret ettim. Henüz kardeşimin ve kuzenimin mezarını ziyaret edemedim. Onlar Bingöl’deler.
Hem amcamın hem babaannemin benim üzerimde hakları var. Ama bu bence herkesin yapabileceği, yapması gereken bir şey. Ben yaptığım için çok değerli bir şey değil. Her evlat gider akrabalarını, annesini, babasını, ziyaret eder. Ben de bunu yaptım.
Hapisten çıktığınızdan beri basının yoğun bir ilgisi var size, bu durum sizin için bunaltıcı olmaya başladı mı?
Ben hala bu buradaki hayatın ritmine alışabilmiş değilim. Akşam saat altı olunca tükeniyorum.
Bunaltıcılıktan ziyade şöyle bir şey oluyor.
Benzer eğilimlerle aynı sorular sorulunca bu giderek tekrara kayıyor. Ben her röportajdan zevk alıyorum ve yaratıcı cevaplar vermek istiyorum. Tekrarlar da bunun önüne geçiyor. Ama asıl engel olan nokta dediğim gibi yoruculuk. Kapasitem, bünyem henüz bunu kaldırabilecek bir düzeyde değil.
‘Hayatın kendisiyle ilgiliyim’
Siz 21 yaşında hapse girdiğinizde başka bir ülke vardı şimdi bambaşka bir ülke. Türkiye’de son 30 yılda siyasal anlamda çok şey değişti. Ülkenin eğitimli ve entelektüel kesimi Avrupa’ya veya ABD’ye göç etmeye çalışıyor. Bu koşullarda hayata yeniden başlamak sizce zor olacak mı?
Şimdi ben o yurt dışına çıkan bilim insanları, akademisyenleri, doktorları doğrusu yargılayamıyorum. Bence yargılamamak da gerekiyor. Şartlar, bunu zorladığı için gitmişlerdir. Bile isteye gittiklerini düşünmüyorum.
Bunca zorluğu yaşayan biri olarak bunun benim hayatımı çok etkilediğini düşünmüyorum. Doğrudan etkiliyor ama duygu olarak şu an öyle bir motivasyonum yok. Daha çok hayatın yeniliğini, genişliğini tecrübe etmeye çalışan biriyim.
Zorluklar olabilir ama aşılabileceğine inanıyorum. Esasen söylediğim gibi şu anda hayatın kendisiyle ilgiliyim.
Yazı veya şiir yazmak için bilgisayar kullanmaya başladınız mı?
Hayır, ama dün telefonda bir şey yazmaya çalıştım, yazamadım. Kağıda yazdım, kağıt daha konforlu oluyor benim için.
30 yıllık cezaevi yaşamı, sağlığınızı nasıl etkiledi?
Cezaevinde iki kez ameliyat oldum fıtıktan dolayı. Belimde fıtığım var, mide sorunlarım var. Ama bunun dışında bildiğim hayatımı etkileyecek bir sorunum yok. Oradaki yaşamın ve mekanın kesin şekilde etkisi var. Yemeklerden tut koşullara kadar çok etkisi var.
Aileniz bu süreçte ne gibi zorluklar yaşadı?
Bana yaşadıklarını hiç yansıtmadılar. Dışarı çıktıktan sonra daha iyi anladım. Ben cezaevine girdiğimde babam 45 yaşındaydı şimdi 75 yaşında, annem de öyle. Bütün 30 yılı hem cezaevi kapısında hem mahkeme kapısında sürekli yargılamalarla geçirdiler.
Büyük zorluklar sadece bana değil, onlara da uğradı. Bütün bir aileme, geniş aileme de uğradı.
Şunu da belirtmek istiyorum. Ben şair olmam sebebiyle daha görünür oldum, bilindim ama halihazırda içeride aynı soruları yaşayan pek çok insan var.
Ben 30 yıl üç ay altı günle kurtuldum ama 32-33 yıldır cezaevinde olan insanlar var. Tahliyesi gelmiş olmasına rağmen İdare Gözlem Kurulu tarafından tahliyesi ertelenen insanlar var. Bunların dışarıda aileleri var. Benim ailem nasıl acı çekmişse, onların aileleri de derin bir acı çekiyor.
Ben çıktım, sorunlar bitti, öyle bir şey yok. Bu geride kalan insanların da büyük acılar yaşadığını kamuoyunun bilmesini istiyorum.
‘Bir şair, bir şairi överse bu iki kere doğrudur’
Cezaevi yıllarınızda edebiyatçılardan aldığınız ilginç bir mesaj veya şaşırtıcı bir tebrik oldu mu?
Bana birebir mektup, kart ve mesaj göndermemiş olsa da pek çok şair arkadaşım şiirlerimi okudu, imza günlerime katıldı, şiirime ilişkin geniş ve derin yazılar yazdı.
Bu bana kalırsa bir şaire yapılabilecek en büyük destek. Bir söz var, bir şair bir şairi överse bu iki kere doğrudur. Şair dostlarım beni içeride yalnız bırakmadılar.
30 yıldır çok özlediğiniz, yemeyi hayal ettiğiniz bir yemek oldu mu?
Yok ama köy yemeklerine dair bir isteğim vardı. İnsan uzun süre cezaevinde kalınca bazı tatları, bazı yemekleri unutuyor. Çocukluğumun tatlarını barındıran yemekler aklımdaydı. Çıktığımda da annem bana bu yemekleri yaptı.
Köyde topladıkları pancarlar, mantarlar vb. Geçen yazdan beri bekletmişler. Çıkınca bana yaptılar. Beraber yedik. Çocukluğumdaki tadı aldım yani.
Normalde tahliye olmanız gereken tarih geçen ağustostu, değil mi?
21 Ağustos, evet. O ağustostan beri o yiyecekler bekletiliyordu.
‘Hapse girmesem sıradan bir insan olurdum’
Peki İlhan Sami Çomak hapse girmeseydi nasıl biri olurdu?
Sıradan. Sıradan bir insan olurdum herhalde. Şayet bugün beni sizin karşınıza çıkaran şey varsa şiirdi. Şiirin o şartları önemsemeyen gücüydü. Ben sessiz kalınamayacak bir haksızlığa uğradım.
Şiir benim sesim oldu. Beni sıradan bir insandan bilinen bir şaire dönüştürdü. Sanırım en doğru cevap bu.
Yarım kalan üniversite eğitiminizi bitirmek için başvuracak mısınız?
2000’lerin başında bir başvuru yaptım. Cevap vermediler. Sonra tekrardan bir daha başvurdum. Ona da cevap vermediler.
‘Doğru olmaya devam et, böyle’
Şu anki hayat bilginizle 21 yaşındaki İlhan’a bir öğüt verseniz ne dersiniz ona?
“Doğru olmaya devam et, böyle” derim.
İstanbul’da çok merak ettiğiniz görmek istediğiniz bir yer var mı?
Herhalde Yerebatan Sarnıcı’na gitmek isterim. Orası benim için dışarıdayken hep ilgi çekici bir yer olmuştu. Sık sık giderdim. O günlerde öğrencilere de bedavaydı. Şimdi bilmiyorum nasıl, bedava mı değil mi?
Hep yazın veya baharda çıkacağınızı hayal ettiniz ama kışın çıktınız hapisten. Bu biraz hayal kırıklığı yarattı sanırım.
Tabii ki yarattı. Ağustosta çıksaydım bir iki gün burada kalıp, Bingöl’e gidecektim. Köyü, kardeşimin ve kuzenimin mezarını ziyaret etmek istiyordum. O çocukluğumun diyarını dolaşıp tekrardan o anıları tazelemeyi düşünüyordum. Bu olmadı ve bunun yarattığı hayal kırıklığı da var.