KEMAL ŞAHİN*
Her şey, ‘beyaz toros’a bindirilenlerin bir daha geri getirilmediği, işkenceli gözaltı süresinin sınırsız olduğu ve insanlığın zıvanadan çıktığı bir zamanda, dönemin TEM Şube Müdürü Reşat Altay’ın, İstanbul DGM Cumhuriyet Başsavcılığı’na gönderdiği, “Evrakın tetkiki ve kanuni gereğini arz ederim” cümlesiyle biten 13 Eylül 1994 tarihli fezlekesiyle başlar…
İstanbul Fen-Edebiyat Fakültesi Coğrafya Bölümü öğrencisi 21 yaşındaki Karlıovalı Kürt İlhan Çomak, iki haftayı aşan gözaltıdan sonra- o günlerde gözaltında kaybedilmediği için kendini şanslı da saymış olabilir- bu fezlekeyle DGM savcılığına gönderilir. Fezlekeye göre kod adları “Reşo, Hüseyin ve Sait” olan İlhan Çomak’ın sadece üç dört aylık zamanda farklı coğrafyalarda işlediğini ikrar ettiği suçlar: “1993 yılı Haziran-Temmuz Ağustos aylarında, “Genç-Lice-Kulp” üçgeninde PKK’nın gerçekleştirdiği sayısız tüm silahlı çatışmalarda yer almak,İstanbul’da ise; Bağlarbaşı Okumuşlar Kereste deposu, E-5 Karayolu’ndaki Devlet Malzeme Ofisi ve Garanti Bankası Şirinevler Şubesi’nin molotoflanması, Heybeliada, Burgazada, Poyrazköy, Belgrad Ayazağa, Şile, Zekeriyaköy ve Polenezköy Çayırbaşı ormanlarının yakılması, Marmara İnşaat bürosu ve Küçüksu Bekiroğlu Kereste deposunun yakılması, PKK adına eleman temin etmek ve para toplamak.”
Aynı gün savcılık tarafından alınan birkaç satırlık ifadesinde Çomak, işkence gördüğünü ve baskı altında tutanakların kendisine imzalattırıldığını söyler, ancak gelenekselleştiği gibi tutuklanmaktan kurtulamaz. Çok kısa zaman sonra, fizyolojik ve psikolojik olarak insanı hiçe saydığı gibi, zaman ve mekan kavramlarını da altüst eden Altay’ın fezlekesi bir iddianameye dönüşür ve Çomak’ın DGM’deki tutuklu yargılamasına başlanılır.
Beş yılı aşan DGM’deki ‘yargılama’ sonunda, 31.10.2010’da Eski Ceza Kanunu’nun 125. maddesine göre “Devlet’in egemenliği altındaki topraklardan bir bölümünü Devlet idaresinden ayırmaya yönelik eylemlerde bulunmak” suçundan idama mahkum edilir, ancak iyi hali dikkate alınarak idam cezası müebbet ağır hapse çevrilir.
Fakat DGM gerekçeli kararında, İlhan Çomak’ın işkence altında kendisine imzalatıldığını öne sürdüğü sorgu ifadesinin bir kısmına itibar ederken, bir kısmına da itibar etmez. Misal, ‘Genç-Lice-Kulp’ üçgeninde işlediği suçlara ilişkin beyanı için gerekçede, “Sanığın bu bölgelerde silahlı çatışmaya girip girmediği kesinlikle belirlenememiş…” tespitinde bulunur (Ancak hüküm fıkrasında, mahkeme kendini de yalanlarcasına, bu üçgende gerçekleşen silahlı çatışma olaylarını , suçunun eylemleri arasında sayar.)
Yine beraat kararı verdiği orman yakma eylemleri için de gerekçede şöyle der: “Sanığın Heybeliada, Burgazada, Poyrazköy,Belgrad Ayazağa Köyü, Şile yolu üzerinde bulunan ormanlar, Zekeriyaköy ve Polonezköy Çavuşbaşı Köyü ormanlarını yakmak eylemlerine katıldığı anlaşılamamış, bu hususta inandırıcı delil elde edilememiş, sanığın bu husustaki hazırlık soruşturması sırasındaki beyanları da inandırıcı bulunmamıştır.”
Böylelikle, mahkeme, Çomak’ın hazırlıktaki ikrarını, inandırıcı bulunan/bulunmayan şeklinde ikiye böler. Peki neden bunu yapar?
Çünkü, farklı yerlerdeki orman yangınlarının bazıları aynı gün ve aynı saatte gerçekleşmiştir. Çomak’ın aynı zamanda ve farklı yerlerdeki orman yakma eylemlerinde bulunması doğal olarak imkansızdır. Zaten, bazılarının piknikçilerin dikkatsizliği sonucu çıktığı, bazılarının ise faillerinin başkaları olduğu başka ceza dosyalarıyla açıklığa kavuşturulmuştur.
DGM’nin verdiği bu kararın Yargıtay eski 9. Ceza Dairesince onanması üzerine, İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi’ne başvurulur.
İHAM, 10 Ocak 2007 tarihli kararında, yapılan yargılamada, İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi’nin 6/1.maddesindeki ‘adil yargılanma hakkı’nın ihlal edildiğine ve yargılamayı yapan mahkemenin ‘bağımsız ve tarafsız’ olmadığına karar verir. Çomak ve avukatları, 2013 yılı sonlarına kadar, yani 6 yıl boyunca tüm uğraşlarına rağmen İHAM’ın kararının gereği olan ‘yargılamanın yenilenmesi’ yolunu bir türlü açamazlar.
Ancak, 2013 Aralık’taki yargı paketinde yapılan düzenleme sonucu Çomak’ın ‘yargılamanın yenilenmesi’ talebi kabul edilir.
İstanbul 4. Ağır Ceza Mahkemesinin 2014/164 esas sayılı dosyasında ‘yenilenen yargılama’ üç yıldır devam ediyor lakin ‘eski yargılama’ esas alınarak…
22 yıldan bu yana mahpusta tutulan İlhan Çomak haklı olarak soruyor: “Ben hükümlü müyüm, yoksa tutuklu muyum?” Çomak’ın bu sorusuna iki ayrı mahkemeden farklı yanıtlar geliyor. ‘Yargılamanın yenilenmesi’ne bakan 4. Ağır Ceza Mahkemesi, İstanbul 1.Nolu Devlet Güvenlik Mahkemesi’nin Yargıtayca onanarak kesinleşen mahkumiyet kararını dikkate alarak infazın durdurulması talebinin reddine karar veriyor.
Bu karara yapılan itirazı değerlendiren 5.Ağır Ceza Mahkemesi ise, ‘…kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren somut olguların bulunması ve isnat edilen suçun CMK’nun 100/3 maddesinde öngörülen tutuklama nedeninin var sayılabileceği suçlar içerisinde yer alması, atılı suç için, yasada öngörülen cezanın alt ve üst sınırları, tutuklama yerine, adli kontrol altına alınma tedbirinin yeterli görülmemesi ve bütün bunlara bağlı olarak tutuklama tedbirinin, suç, olay ve dosya kapsamına göre orantısızlık doğurmayacağı sonuç ve kanaatine varıldığı’ gerekçesiyle itirazın reddine ve sanığın tutukluluk halinin sürdürülmesine karar veriyor.
Başka bir deyişle, 4. Ağır Ceza Mahkemesi’ne göre İlhan Çomak hükümlü, 5.Ağır Ceza Mahkemesi’ne göre ise tutuklu…
Gelinen aşamada, “Hükümlü mü, tutuklu mu?” sorusunun yanıtının ‘hukukçular’ için bir değeri olabilir.
Ancak İlhan Çomak için de tartışmaya değer bir konu olduğunu sanmıyorum. Çünkü, Çomak için sadece bir tek hakikat var. O da, haksız, hukuksuz ve ahlaksızca kendisine reva görülen 22 yıllık yargısal zulmün tüm şiddetiyle devam ediyor olmasıdır. Bendeniz için de önemli olan yönü sadece budur.
1994 yılından bu yana farklı onlarca yargıç ve savcı Çomak Davası’nda yer alıyor. Başka bir deyişle, ‘eski yargı’ (Kemalist Yargı) gidiyor, ‘yeni yargı’ (Hükümet-Cemaat Yargısı) geliyor. Bir süre sonra, ‘yeni yargı’, eski yargı oluyor. Bir kez daha ‘yeni yargı (Hükümet-Sosyal Demokrat-Ülkücü)’ doğuyor!
Dahası, DGM yargısı, özel yargı ve ‘normal’ yargı dönemleri yaşanıyor. Ama, Çomak’ın, inatla özgürlüğünün gasp edilmesinden vazgeçilmiyor. İHAM’ın kararına rağmen de, siyasi tutsaklığında hiçbir değişiklik olmuyor.
Peki, Neden? Bu sorunun yanıtını da, en büyük tanıklığı kendi mağduriyeti olan, İlhan Çomak’a bırakalım.
Bakın Çomak 9 Nisan 2016 tarihli Evrensel Gazetesi’ndeki mektubunda ne diyor: ”Yaşadıklarımdan öğrendiğim bir şey var” dizesini kullanmanın tam zamanıdır. Yeniden yargılanmıyorum aslında. Yapılan tekrar yargılama oluyor. Zevahiri kurtarmak çabasındalar. Malum, yargımız alışkanlıklarına, kararlarına ciddiyetle bağlıdır. Eh, düşman ve düşman olmayanlar diyen kodlamalarla yargıladığını da biliyoruz. Bu durumda benim gibi Kürt birine düşen de düşman hukuku oluyor sanırım. Yaşadıklarım böyle söyletiyor bana.” İlhan Çomak’ın yaşadıkları bana da Costas Douzinas’ın (Rabia Sağlam ve Kasım Akbaş’ın çevirisiyle) şu söylemini hatırlatıyor:” Ulus devletin hukuki ve siyasi düzeninin terk ettiği biyolojik hayat, fütursuzca öldürülebilen değersiz bir hayattır…”
Ve İstanbul 4.Ağır Ceza Mahkemesi’nde ‘yargılamanın yenilenmesi’ adı altında ‘eski yargılama’nın bir kez daha tekrar edileceği gün (12 Nisan Salı günü, saat 13:30) yaklaşırken İlhan Çomak, mektubunun sonunda hepimize bir çağrıda bulunuyor: “22 yıl geride kalıyor. 8 yıl daha yatırmak istiyorlar. Buna kocaman harflerle ZULÜM deyin siz! 12 Nisan’da buna son vermek için duyarlılığınızı bekliyorum. Sözünüzle, kaleminizle destek verin ki bu apaçık hukuksuzluğu birlikte aşalım. Beni yalnız ve sessiz bırakmayın! Umutsuzluk sessizdir”, çok sessiz…”
Aslında, İlhan Çomak bu çağrısıyla, aynı zamanda bugüne kadar, kendisine yapılagelen hukuksuzluğa sessiz kalanların da, bu hukuksuzluğun bir parçası olduğunu hatırlatıyor. Bence haklı, hem de çok…
Evet, başta İlhan Çomak olmak üzere, isimlerini hiç duymadığımız ve cari sistem tarafından, siyasal, toplumsal ve kültürel eşitlik ya da eşit yurttaşlık talebinde bulundukları için, suçlu konumundan dahi çıkartılan tüm siyasi tutsakların hukuksuz bırakılmalarına sessiz kalanlar suç ortağıdır. Bu suçun en büyük ortakları da, ‘ötekiler’e yapılan insanlık dışı muameleyi görmezden gelmelerine karşılık, insan hakları, demokrasi, özgürlük, eşitlik vs. gibi kavramlardan kendilerine ‘iş çıkaranlar’dır.
‘Ötekiler’in imhası üzerine inşa edilegelen ‘Türkiye Yargısı’nın bu hukuksuzluğuna daha da ortak olmamak için diyorum ki:
Ey yargıçlar, Reşat Altay’ın fezlekesini, sizden öncekilerin yaptığı gibi, bir yargıçlar kararı haline getirmeyiniz! Kendinizi kirletmeyiniz! Bilmelisiniz ki; bu fezlekeye itibar etmeye devam ettiğiniz oranda, kendinizi itibarsızlaştırırsınız!… Bu fezlekenin tetkik edilecek hiçbir yanı da yoktur, İlhan Çomak’ın yaşamının çalınmasına yol açması dışında…
Hiç olmazsa bu fezlekeyi, tutuklu olarak ‘tetkik’ etmeye artık son veriniz!…
*Yargıç