BAHADIR KAYNAK
Putin, kendi kamuoyuna seslendiği bir konuşmada Ukrayna’ya saldırıları meşrulaştırmak için yine tarihten bir örnek vermeyi seçti. Geçen haftaki İsveç köftesi yazıma konu olan Kuzey Savaşı sırasında Çar Petro’nun ele geçirdiği topraklardan bahsetti. “Avrupalılar oralara İsveç krallığının toprakları olarak bakıyordu ama aslında oralar bizimdi; dolayısıyla zaten bizim olanı aldık” dedi. Putin’in bu örneği verirken Ukrayna’yla kurduğu paralelliği anlamamak mümkün değil. Siz istediğiniz kadar Ukrayna’nın toprak bütünlüğünden, sınırların değiştirilemezliğinden dem vurun; Putin’in kafasındaki dünya bambaşka.
Belki en başta hedeflediği gibi ülkenin tamamını yutmayı beceremedi ama Ukrayna’nın doğusundan kocaman bir parçayı koparmayı kafasına koymuş görünüyor. 2014’te kısmen yaptığı işi ilerletip parçaları birleştirmek, Donbas ile Kırım arasındaki koridoru tamamlamak istiyor. Bu oldu bitti karşısında Batı’nın tepkisini ise NATO saldırganlığı olarak nitelendiriyor. Çok paylaşılan karikatürlerin birinde, zebrayı yemeye çalışan aslan belgeselini aslanın mağduriyeti üzerinden aktaran bir anlatıcı vardı. Mevcut durum biraz da o karikatürü andırıyor.
Memleketimizde de aslan yanlısı belgesel dilinin müşterisi epeyce mevcut. ABD ve Avrupa’ya alerjileri sebebiyle onlara alternatif olduğunu düşündükleri Rusya’yla romantik bir bağ kuran bu kesimin Putin’in bu çıkışlarından bile etkilenmediğini görüyoruz. Putin kendi ülkesinde gördüğü anlayışa bizdeki anti-Batı kamuoyunda da sahip.
Rusya’nın komşularından toprak taleplerini bu tür tarihsel öğelerle meşrulaştırmaya çalışması elbette dünyada kabul görmeyecek. Bu tür bir bakışın makul karşılanması hemen her devletin bir biçimde sınır revizyonuyla ortaya çıkmasına sebep olabilir. Putin’in bugün Ukrayna üzerindeki toprak taleplerini tarihsel gerekçelere dayandırmasını makul görenlerin, 1918 yılındaki Almanya haritasına bir bakmasını tavsiye ederim.
Bu sadece bir örnek; biz Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları olarak revizyonist söylemleri belki herkesten daha iyi bir biliriz. Bir imparatorluğu kaybetmenin travması hala Türk siyasetinin en temel belirleyenlerinden birisi. Dahası Misak-ı Milli’yle hak iddia edilen ulusal sınırların tamamına da Kurtuluş Savaşı ve sonrasında Lozan Antlaşması’yla ulaşılamadı. Bu, kaybedilenin sadece imparatorluğun farklı parçaları olmadığını fakat milli sınırlara da ulaşılamadığını gösteriyor.
Öte yandan benzer görüşleri Yunanlılardan, İtalyanlardan, Bulgarlardan, Sırplardan, Macarlardan, kısacası birçok toplumdan duymak mümkün. Eğer herkesin maksimalist taleplerini karşılayacak, tarihten derlediği gerekçelerle hak iddia ettiği toprakları tahsis edecek olsak bir tane daha mavi gezegene ihtiyacımız olurdu. Dünyanın her yerinde kendi kendine gaz vermeyi marifet bilen milliyetçi kamuoyları anlamazdan geliyor olabilir ama bu denklemin çözümü yok.
Şimdilerde de Yunanistan’la sorunların alevlenmesi üzerinden zaman zaman kapalı kapılar ardında duyduğumuz revizyonist talepleri kamuoyu önünde duymaya başladık. Bunlardan ilki Kuzey Kıbrıs’ın ilhakına ya da ona yakın sonuçlar üretecek hukuksal düzenlemelere ilişkin.
Açıkçası dünyada bizim dışımızda hiçbir ülkenin KKTC’yi tanımaması ve bu tutumu sürdürecek gibi görünmeleri zaten sorunlu bir duruma işaret ediyor. Türkiye ise 1974 yılındaki askeri müdahalenin toprak ele geçirmek amaçlı bir tasarruf olmadığını, uluslararası anlaşmalardan doğan garantör statümüzün bir sonucu olduğunu ve amacın Kıbrıslı Türklerin haklarının korunması olduğunu on yıllardır diplomasi zemininde dile getiriyor. Yarım yüzyıldır adadaki fiili durumu hukuki bir zemine aktarabilmek için yapılan görüşmeler bir yere varmasa da Türkiye en başta belirttiği hedeflere ve gerekçelere bağlı kalmaya devam ediyor(du).
Şimdi, birdenbire sağda solda duymaya başladığımız, ilhak ve benzeri bir yaklaşımın Türkiye’nin kendi tezleriyle çelişeceği, Türk ordusunun işgalci olarak tanımlayan Yunanistan ve Rum yönetiminin “Hah işte, biz demiştik” diyeceği bir duruma kapı aralayacağı çok açık. Eğer bu adımı bir pazarlık unsuru olarak düşünüyorsak sonuçta elimizin daha fazla zayıflayacağını görebilmemiz lazım. Sorunun bir ucunun AB’yi doğrudan ilgilendirdiğini, Türk-Yunan dengesinde ABD’nin ağırlığını ciddi biçimde Atina’ya kaydırdığını da bu tür işlere kalkıştığımız konjonktürde ayrıca belirtelim.
Eş zamanlı olarak Ege’ye ve adalara ilişkin sıradışı söylemlere de rastlamaya başladık. Dışişleri bakanının ağzından adaların silahlandırılmaya devam edilmesi halinde egemenlik meselesinin gündeme geleceğini duyduk.
Türkiye’nin Lozan Antlaşması’na dayanarak adaların silahlandırılmasına itiraz etmesi haklı olduğu kadar kaçınılmaz da. Öte yandan egemenlik meselesinin gündeme gelmesi, Ege’de yapılan tatbikatla Yunanistan’a, “Çok ileri giderseniz en azından birkaç adayı elinizden kaçırırsınız” imasının yapılması, bu amaca hizmet eder mi tartışılır. Bir yandan askeri müdahale tehdidini bir kenarda tutmak, diğer yandan aynı bölgenin silahlandırılmasından şikâyet etmek çelişkili bir tutum. Bir yanıyla Putin’in Ukrayna’nın Batı ittifakına yanaşmasını sorun haline getirip diğer yandan bir saldırı başlatıp bu davranışı kaçınılmaz hale getirmesi arasında paralellikler kurulabilir.
Bunu ifade ederek Türkiye’nin Ege’deki çıkarlarından vazgeçmesini, Yunanistan’ın tezlerini kabul etmesini önermiyorum. Bilakis şu anda izlenen politikaların, bilhassa egemenlik meselesini gündeme açmanın Ankara’nın amaçlarına uygun sonuçlar getirmeyeceğini, Türkiye’yi yalnızlaştıracağını düşünüyorum. Her uluslararası anlaşmazlığın egemenlik meselesi üzerinden tartışılmasını, uluslararası sınırların değiştirilmesinin ciddi bir iş olduğunu, köyde tarla sınırlarını belirleyen taşların bir gece vakti birkaç metre ileri alınmasına benzemediğini söylemeye çalışıyorum.
Ukrayna’ya saldırı sonrası Rus liderliğinin kullandığı söylemler ve bizim Kuzey Kıbrıs’ın ilhakı, Ege’deki adaların egemenliği üzerine yorumlarımız, iki kadim devletin dünya görüşünün dünya kamuoyundan farklı olduğunu koyuyor. Galiba bu saat diliminden dünyaya baktığımızda tarihi bazı gerekçeler sunarak uluslararası anlaşmazlıkların sürekliliğini ileri sürerek sabırsızlanıp sınırları değiştirebileceğimizi düşünüyoruz.
İsrail’in Filistin meselesindeki Batı Şeria’daki işgalindeki tutumunu da Batı ikiyüzlülüğünün bir örneği olarak sunabiliyoruz. Ancak şunu unutmayalım ki İsrail bile arkasındaki neredeyse koşulsuz ABD desteğine, dünya siyasetindeki ayrıcalıklı konumuna karşın 1967’de ele geçirdiği toprakların kendi ülkesinin parçası olduğunu hukuken tescil ettiremedi. Mesele hala Filistinlilerle nihai bir anlaşmayla çözülmeyi bekliyor.
Kıbrıs meselesi, Ege anlaşmazlığı gibi konular da benzer şekilde ilhak veya bunun tehdidi ile çözülebilecek konular değil. Bu tür manevralar seçime giderken iç politikada elinde malzemesi kalmayan hükümete can simidi gibi görünüyor olabilir ancak nihayetinde Türkiye’nin çıkarların korunması perspektifinden bakıldığında, bu tür çılgın adımların bir rasyonalitesi yok.
Rusya’nın Ukrayna’nın toprak bütünlüğüne ilişkin öne sürdüğü absürt iddiaların bugüne kadar kabul görmediğini gözlemledik; bundan sonra da farklı bir gelişme olmayacak. Üstelik Putin’in son konuşmasında dile getirdiğine benzer revizyonist söylemler, Rusların arada bir gündeme getirdiği Ukrayna’nın NATO’ya girme çabalarının savaşa yol açtığı iddiasını da sakatlıyor.
Benzer bir çelişkiye düşmeden Türkiye’nin Ege’de ve Kıbrıs’taki yaklaşımlarını sürdürmesinde fayda var. Bugüne kadar hem Kıbrıs’ta, hem Ege’de belli bir hukuki zemine sadık kalıp makul bir pozisyon almaya en azından çaba gösterdik. Bugün zemin kaybediyorsak uluslararası siyasette yalnızlaşmamız ve Batı’yla ilişkilerimizdeki bozulma sebebiyle bu durumdayız. Bu boşluğu Yunanistan’ın dolduracağını tahmin etmeliydik. Buradaki eksikleri de başıbozuk politikalarla telafi edemeyiz
Mevcut çelişkilerin çözümü uçuk, dünyadan kopuk politikalarda değil elbette. Sınırları sorgulamanın, tarladaki taşların yerini değiştirmeye çalışmanın anlamı yok. Bu devirde güç projeksiyonu böyle yapılmıyor, Putin’in de şimdilerde anlamakta olduğu gibi böyle çılgınlıkların astarı yüzünden pahalıya geliyor. Eski haritaları sakince yerine koyalım; herkeste kendi işine gelen bir harita var çünkü.