BAHADIR KAYNAK
Meğer modüler mobilya satan dev marketlerinde herkese yedirdikleri İsveç Köftesi de bizden çalıntıymış. Kuzey Savaşı sırasında Rus Çarı Petro’dan Poltava’da şamarı yiyen İsveç Kralı Demirbaş Şarl memleketimize sığınmış. Burada da rahat durmayıp Osmanlıları, Ruslara karşı kışkırtmış (NATO’cu mudur nedir?). Bütün bunlar yetmiyormuş gibi Osmanlı sınırları içinde geçirdiği yıllarda deneyip, pek beğendiği köftemizi de memleketine götürmüş; şimdi kendi yemekleriymiş gibi dünyaya pazarlıyorlar.
Yemek kavgalarımızı Yunanlılarla yaptığımız için bu ufak çalıntı olayını görmezden geliyorduk ama İsveç’in NATO üyeliği başvurusu yapacağını açıklamasıyla daha ciddi anlaşmazlık meseleleri su yüzüne çıkıverdi. Yıllardır İsveç’in PKK’ya verdiği destekten rahatsızlık duyan Türkiye, terör örgütüne destek veren ülkelerin NATO üyeliğine sıcak bakmadığını ilan etti.
Konu, ister istemez 12 Eylül sonrasında askeri rejimin, Yunanistan’ın NATO’nun askeri kanadına dönmesinin önünü açan Rogers Planı’na onay vermesiyle karşılaştırmalar yapılmasına sebep oldu. Yaygın görüşe göre, o dönemde zaten uluslararası itibarı yerlerde olan bir rejim, Batı’yla ilişkileri düzeltebilmek adına karşılık beklemeden Kıbrıs harekâtına tepki olarak ayrılan Yunanistan’ın NATO’ya geri dönüşüne yeşil ışık yakmıştı. Ancak bu jestimiz daha sonra karşılık bulmadı, Atina, Avrupa Birliği’ne müracaatımız boyunca zorluklar çıkartıp, tavizler talep etmeyi sürdürdü. Bu da 12 Eylül generallerinin ciddi bir diplomatik gaf yaptığına dair algıyı güçlendirdi. Bugünkü durumla kurulan paralellik ise “40 yıl önceki hatayı tekrarlamayın, NATO’ya müracaat yapan ülkeler istediklerimizi vermeden vetoyu kaldırmayın” anlamına geliyor.
Doğrusu, senelerdir AB kapısında sürünen ve üye ülkelerin talepleriyle boğuşan Ankara’nın bu defa elinde koz olan taraf olduğunu tespit etmek gerekiyor. Türkiye’nin, NATO’ya üye olmaya heveslenen İsveç ve Finlandiya’dan kendi güvenlik endişelerine karşı hassas olmasını beklemek hakkı. Burada Ankara’nın elde edebileceği kazançlar da mevcut. Öte yandan bugün Türkiye’yi asıl rahatsız edenin İsveç’in konuyla ilgili gevşek tutumu değil, ABD ile PYD arasında kurulan ilişki olduğunu da biliyoruz. Sonuçta İsveç’i Ülkü Ocakları çizgisine getirseniz bile, Türkiye’nin bu meseleden dolayı çektiği baş ağrısında pek bir azalma olmayacaktır.
Ankara’nın, NATO’nun İskandinavya’da genişleme sürecine ilişkin itirazlarının bölge ülkelerinden çok ABD’ye yönelik olduğu söylenebilir. Zira Ankara’nın bu meselede ayak sürümesi, İsveçliler ve Finlilerden çok Amerika’yı rahatsız edecektir. Amerikalılar, Baltık Denizi’nde Rusya’yı iyice sıkıştırma, kendisine meydan okumaya cüret eden Moskova’ya ders verme fırsatını kaçırmak istemeyecektir. Bu durumda, PYD’ye destek veren de ABD olduğuna göre, Türkiye’nin eline güçlü bir koz geçirdiğini, istediklerini almadan geri adım atmaması gerektiğini söyleyebilir miyiz? Yani birilerinin söylediği gibi Rogers Planı’nda boş bulunup geri adım atan Ankara, bu defa dik durup eğilmemeli mi?
Kapalı kapılar ardında yapılması gereken müzakerelerin kamuoyu önüne taşınması zaman zaman böyle fazla heyecanlı yaklaşımların ön plana çıkmasına sebep olabiliyor. Milliyetçiliğin alamet-i farikası abartı müessesesi devreye girip, yeterince yürekli olunursa her şeyin mümkün olduğu tezi, bağıra çağıra anlatılmaya başlanıyor. Konumuza dönersek, Türkiye, İsveç ve Finlandiya’nın NATO üyeliği müracaatlarını kullanarak, ABD’nin PYD’ye verdiği desteği bile sonlandırabilir; bu olmuyorsa Ankara vetosunu kullanmalıdır deniyor.
Maalesef gerçek dünyada bu tür fantezilere yer yok. Kuzey Makedonya’nın da katılımıyla NATO üyesi ülke sayısı 30’a çıkmış durumda ve böyle bir karar alınırken her üye ülkenin tüm taleplerini örgüte kabul ettirene kadar ayak sürümesi mümkün değil. İsveç ve Finlandiya’dan Ankara’nın meşru bazı taleplerde bulunması elbette olası ama buradan ABD’nin, Suriye politikasına ayar vermek söz konusu olamaz. 2016 sonrasında uygulamaya konan Rusya ile yakınlaşma politikaları ve S-400 çılgınlığı bile bu anlamda istenen sonucu getirmemişken, yeni bir zihni sinir projesine ihtiyaç yok. Putin’in Ukrayna’ya saldırısıyla başlayan süreçte ABD, Avrupa kıtasını tam istediği kıvama getirip, İsveç ve Finlandiya gibi tarafsızlığıyla bilinen iki ülkeyi de NATO’ya katılmaya ikna etmişken, bu pazarlığın daha dikkatli sürdürülmesinde fayda var.
Muhtemelen Haziran sonunda yapılacak NATO zirvesinden önce bu iki ülke başvurularını sunacak ve süreç başlamış olacak. Üyeliğe kabul süreci içerisinde Ankara’nın kendi hanesine kazanç yazdırabileceği birçok fırsatı olacak. Nitekim Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü Kalın, genişleme konusunda kapıyı kapatmadığını söyledi, biz de görüşmelerin sağduyuyla süreceği sonucuna varmış olduk. Açıkçası Ukrayna krizi sebebiyle böyle büyük bir mobilizasyon varken ve tüm göstergeler Rusya’yı sistem dışına itecek yeni bir dünya düzeninin hazırlanmakta olduğuna işaret ediyorken, ben de İsveç ve Finlandiya’nın NATO üyeliğinin durdurulabileceğini sanmıyorum.
Aksine hükümetin son zamanlarda Batı’yla, bilhassa ABD ile bozulan ilişkileri tamir etmek için ciddi bir çaba sarf ettiği görülüyor. Son olarak F-16 modernizasyonu ile ilgili Biden yönetiminden gelen olumlu sinyaller, bu konuda mesafe alındığını da gösteriyor. Ege’de iyice Yunanistan’a meyleden müttefiklerimizi de bu şekilde daha dengeli bir tutum almaya yönlendirmeyi umuyoruz. Bundan dolayı Türkiye’nin NATO’nun İskandinavya’da genişlemesine ilişkin tutumunun ölçülü olacağı kanaatindeyim. Ama Erdoğan’ın ilk salvoyu kamuoyu önünde yapması, seçime giderken milliyetçi tabana bir sinyal olarak algılanabilir. İktidara yakın kalemlerin bu aralar ‘ver mehteri‘ havasına girmesini bekliyorum ama bu Ankara’nın gerçek tutumu olmayacaktır.
Peki o zaman Batılı müttefiklerimizin PKK’ya verdiği destek ne olacak, o konuda hiçbir şey yapılmayacak mı deniliyorsa, bu konuda ciddi bir hareketliliğin eşiğinde olabiliriz. Rusya’nın, Ukrayna’da batağa saplanması taraf olduğu diğer çatışma alanlarında da dengeleri değiştirmeye aday. Suriye’de yeni bir safhanın eşiğinde olduğumuzu düşünüyorum ve bu durum Türkiye’nin teyakkuzda olduğu konuyla doğrudan ilişkili, ancak bunu ayrı bir yazıda ele alalım.
Son olarak NATO’nun İsveç ve Finlandiya’ya genişlemesi meselesinin bile dönüp dolaşıp PKK-PYD’ye bağlanmasının Türkiye’nin dış politikasındaki tek boyutluluğu gösterdiğini söyleyebilirim. Demek ki İçişleri Bakanı’nın ifade ettiği gibi dağda 150 terörist kalması gibi bir durumun çok uzağındayız; meselenin dallanıp budaklanmasının ve her alanda karşımıza çıkmasının önüne geçemiyoruz. Öyle ki İsveç Köftesi yerken bile aklımız Kürt Böreğine gidiyor. Olan da arada Putin’in elektriğini, gazını kestiği gariban Finlandiya’ya oluyor.