RECEP KARADOĞAN
recepkaradogan@diken.com.tr
@_RecepKaradogan
“Ses varken ekip yoktu, ekip varken ekipman yoktu, ekipman varken ses yoktu.”
Depremin yıkıma yol açtığı şehirlerden Adıyaman’ın merkezinde herkesin ağzından bu çarpıcı cümle dökülüyor.
Depremin 11’inci gününde Adıyaman ne durumda diye sorarsanız lafı hiç uzatmadan iki cümleyle özetlemek mümkün: Tütün kokardı bu şehir, artık ölü kokuyor.
Adıyaman’da dilden dile dolanan bu laf, öyle ‘edebiyat yapmak’, söze gerek bırakmayan çarpıcı fotoğraflara alt yazı ekleme kaygısıyıyla uydurulmuş bir laf değil, gerçeğin ta kendisi. Günlerce yardım çığlıkları karşılıksız kalınca dondurucu soğuğun altındaki enkazlarda can veren insanların, toz dumana karışan kokusu sarmış şehri.
Derin sessizlik
Depremin ilk günü buraya geldiğimde, hiç dinmeyen ambulans sesleri, panik ve çaresizce yükselen yardım çığlıkları yerini derin bir sessizliğe bırakmış.
Şimdi artık elleriyle enkaz kaldıranların günlerce beklediği, üzerine kavga ettiği kepçeler, vinçler moloz kaldırıyor. O öfkeli insanlar, battaniyeye sardıkları cenazelerini de alıp gitmiş. Enkaz başında soğuktan donmamak için yaktıkları ateşin izleri kalmış geriye.
Depremin ancak üçüncü günü kente ulaşan gönüllü ve resmi ekiplerin de çoğu yok ortalıkta. Yoğun trafik bitmiş, insan sayısı azalmış. Yine de kalanlar için çeşitli noktalarda gönüllüler yemek, su ve çay dağıtıyor hala.
‘Bir acı yel kaldı’
Girişte, buradaki durumu iki cümleyle anlatmanın mümkün olduğunu belirtmiştim. Kalabalığın, dinmeyen ambulans seslerinin, panikle koşuşturmacanın yerini alan bu bitkin sessizliği, kendisi de Adıyaman’da yaşayan bir diğer gazeteci arkadaşım şöyle özetledi:
“Yani, şimdi nasıl desem… Atilla İlhan’ın lafıyla anlatacağım ama sen buradaki şenliği bildiğimiz şenlik olarak anlama. Adıyaman’ın şimdiki durumu tam olarak şu: ‘Şenlik dağıldı, bir acı yel kaldı bahçede yalnız.’ Bak, hani nerede o insanlar? Hepsi gitti. Başka yerde evi olanlar oraya, olmayanlar başka ildeki akrabalarına… Bu saatte buralar çok kalabalık olurdu, şu sessizliğe bak! Yardım için gelenlerin sayısı Adıyamanlıların sayısından fazla şimdi burada.”
Evet çoğu Adıyamanlı, evi yıkıldığı veya hasar aldığı için şehri terk etti. Terk etmeyenler de zar zor bulabildiği çadırları mahalle arasına kurup yaşamaya çalışıyor.
Merkeze gelirken kafamda önceki yazıda da anlattığım gibi yardım gelmediği için öfkeli yurttaşlara, bir de yalancılık ve ‘şerefsizlik’le suçlanmanın nasıl bir duyguya neden olduğunu sorup öğrenmek vardı. Ama gerçekten soracağım kimseyi bulamadım. Geride kalan az sayıdaki kişi de derme çatma çadırlarında yorgun argın bekliyor, hayatta değillermiş gibi…
Keyfiyet mi sorumsuzluk mu?
“Bu insanlar keyfiyetten yalnız bırakıldı, ölüme terk edildi” gibi keskin bir düşüncem yok. Çünkü yıkım çok büyük ve her enkaza ulaşmak gerçekten zor. Ama özellikle ilk günlerde hemen hemen hiç yardımın gelmemesi ‘keyfiyet’ olmasa da sorumsuzluğa dayanıyor. Yüksek sayıdaki ölümler pekala engellenebilirdi.
Henüz resmi ölü sayısı güncellenmedi ama bazı yerel kaynaklar kentte şimdiden yaklaşık 10 bin kişinin hayatını kaybettiğini belirtiyor. Enkaz çalışması henüz tamamlanmadığı, bazı yurttaşlar, ölülerini alıp kendileri defnettiği için asıl sayıyı bilmek güç.
Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı’nın henüz tamamlanmayan verilerine göre kentteki hasar durumu şöyle:
İncelenen bina: 34 bin 578
İncelenen birim (her bir ev, dükkan vb.): 115 bin 46
Ağır hasarlı ve yıkık: 6 bin 990 binada 29 bin 703 birim
Orta hasarlı: 2 bin 613 binada 11 bin 179 birim
Az hasarlı: 11 bin 694 binada bulunan 38 bin 823 birim
İlk verilerden de anlaşıldığı gibi beklenen bu depremde yıkımın daha az olması için neredeyse ciddi hiçbir adım atılmamış, gerçekçi planlar hazırlanmamış.
En basitinden bu binalar depreme dayanıklı değil mi, kaçak kat atılmış mı atılmamış mı, usulüne uygun inşa edilmiş mi edilmemiş mi gibi denetimler yapılmamış. Baksanıza bunları yapması gereken belediyenin binası bile yerle bir olmuş.
Hızlıca ‘müteahhit avı’na başlandı ama bunların sırtını dayadığı vekiller, bürokratlar ve iktidarın tepesine uzanan sorumluluk zinciri görünmez kılınmaya çalışılıyor.
Tatbikatlar boşa çıktı
Bunlar, depremden önceki sorunlar silsilesi. Sonrasında, yani müdahale aşamasında da büyük sorun vardı. Bu durumu müdahale ekibinde yer alan bir yöneticiye sorduğumda şu yanıtı aldım:
“Biz bu düzeyde yıkıcı bir deprem beklemiyorduk. Tatbikatlar yaptığımızda şunu diyorduk: Diyelim ki Adıyaman’ı yıkan bir deprem oldu. Hepimizi öldü bilip Malatya, Kahramanmaraş ve Gaziantep gibi komşu illerdeki ekip arkadaşlarımızın bize müdahale edeceği bir plan üzerinde çalışıyorduk. Ama deprem bize yardıma koşacağını hesapladığımız her ili vurdu ve örneğin biz bu arkadaşlarımıza dahi ulaşamıyoruz. Muhtemelen onların da çoğu hayatını kaybetti.”
Bu yönetici dahil aslında aklı ve vicdanı olan herkes sorunların farkında. Kendisi de ilk iki gün ekmek ve su olmadan canla başla müdahaleye giriştiklerini ama hem personel hem de ekipman sorunu yaşadıklarını anlatıyor.
İnisiyatifi ele alma telaşı
Önce “Neden tek bir yardım yok” diye isyan edenler ‘şerefsizlik’le suçlandı. Büyük sorunlar fark edildiğinde bu tavır yerini “Elbette eksiğimiz, yetişemediğimiz yerler olmuştur” söylemine bıraktı.
Yıkıma acil müdahale etmesi gereken ekip üyelerinin çoğunun ya kendisi ya da yakınları enkaz altında kaldı. Yani derin sarsıntı, hem somut hem de soyut olarak kamu kurumlarını da enkaz altında bıraktı.
Vali Mahmut Çuhadar ve AKP’li vekiller başta olmak üzere yöneticilere öfke var. “Durumumuza dikkat çekmediler, hafife aldılar” diye isyan ediyorlar.
Kamu kurumları ‘enkaz altında’ kalınca yardım kuruluşları ve gönüllüler inisiyatifi ele aldı. Bunlar, özellikle açlık, susuzluk ve barınma gibi temel ihtiyaçların giderilmesinde üçüncü gün yetişse de çok ciddi işler başardı.
Kendisinin yapması gerektiği şeylerin başkaları tarafından yapıldığını gören iktidar, hızlıca harekete geçti. Çoğu noktada aslında gönüllülerin yolladığı yardımlara, resmi kurumların hanesine yazılmak üzere ‘el konduğuna’ ilişkin haberler çoğalmaya başladı.
İş, HDP’nin Pazarcık’ta afetzedelere yardım ulaştırmak için ilk günden kurduğu kriz merkezine ‘kayyım’ atamaya kadar uzandı. Onun ardından Adıyaman’da Yeni Mahalle Cemevi’ndeki kriz masası için de harekete geçildi ama henüz kesinleşmiş bir şey yok. Aynı şekilde Babala ve Ahbap gibi yardım kuruluşları da baskı altında.
‘Ses varken ekip yoktu, ekip varken ses yoktu’
Özetlemek gerekirse… İktidar, depremde sarsılan itibarını toparlamak için ipleri yeniden ele almaya çalışıyor. “Çaresiz kaldık, size yetişemedik” gibi aslında tepkilerin daha da artmasını önleyecek bir çıkış yerine isyan edenler provokatörlük, hatta ‘teröristlik’le suçlanıyor.
Kullanmayı çok sevdikleri ‘algı operasyonu’na hız verdiler. Günler sonra sahaya sürülen ‘troller’, etrafta enkaz kaldıran kepçeleri gösterip “Hani kimse yoktu lan provokatörler” diye öfkeli yurttaşların aklıyla dalga geçmekte sakınca görmüyor.
Bu tür çıkışlara “Ses varken ekip yoktu, ekip varken ekipman yoktu, ekipman varken ses yoktu” diye yanıt verilse de, “Ne güzel işte, ölülerinizi erken çıkardık” dercesine çırpınıyorlar.
Bir taraftan da seçim öncesi olduğu için hızlıca bir toparlanma telaşı var. Bağışlar ve inşaat çalışmalarına hız verildi. Panikle başlatılan bu kampanyalarla belki sahada olmayanlar manipüle edilebilir ama her şeye gözleriyle şahit olanları etkilemek zor.