ELMAS TOPCU
@topcuelmas
Almanya’da medya kuruluşları üzerinde baskı oluşturma girişimi, şimdiye kadar hep deneyenin mağlubiyetiyle sona erdi. Bunun daha kolay anlaşılabilmesi için yakın tarihteki üç önemli vakaya bakmak yeterli.
Başsavcı vakası

Berlin’de birçok kişi basın özgürlüğü için sokağa dökülmüştü. Fotoğraf: Reuters
Sonuncusu geçen yaz Alman istihbaratına ait gizli belgeleri yayınladıkları gerekçesiyle Federal Başsavcı Harald Range’nin netzpolitik.org sitesi editörlerine yönelik açtığı soruşturmaydı. Vatan hainliği iddiasıyla başlatılan soruşturmanın başlatıldığı 30 Temmuz’da ortaya çıktı, 4 Ağustos’ta federal başsavcı ilerlemiş yaşı da göz önünde bulundurularak erken emekliye sevk edildi.
Başbakan vakası

Fotoğraf: Retuers
Diğer vaka Almanya Başbakanı Angela Merkel’in 2014’te Avrupa Parlamentosu seçimleri sonrasında yan çizerek, Jean-Claude Juncker’in Avrupa Birliği Komisyonu başkanlığını önleme girişimi oldu. Seçimlerden önce, sandıktan birinci parti olarak çıkan gücün lider adayının başkanı seçileceği sözüne rağmen Merkel, seçimler sonrasında düzenlediği basın toplantısında başka bir tavır sergiledi. Bu da ARD Televizyonu’nun tecrübeli Brüksel Temsilcisi Rolf-Dieter Krause’yi çileden çıkardı. Basın toplantısında Merkel’i köşeye sıkıştırmasının ötesinde, aynı akşam Almanya’nın en çok izlenen kanalı ARD’nin ana haber bültenine yaptığı yorumda da Merkel’in tavrının ‘alışılmışın dışında aptalca, ahmakça’ diye niteledi Krause.
Kamuoyunda da hararetli tartışmaya neden olan bu yorum Merkel’in Juncker’e tavrının değişmesi sonucunu getirdi. Hatta başkan seçilmesi için son ikna turlarını da Merkel bizzat attı. Krause bir mülakatta olup bitenlerin Merkel’le ilişkisini etkileyip etkilemediği sorulduğunda Krause, “Hayır, aynı eskisi gibi, ben soruyorum, o da elinden geldiğince yanıtlamaya çalışıyor“ diye yanıt verdi.
Cumhurbaşkanı vakası

Fotoğraf: Reuters
Üçüncü vaka, son yılların en büyük skandalı da sayılan ‘Wulff davası.’ 2012 yılı ocak ayında dönemin Almanya cumhurbaşkanı Christian Wulff’un, aldığı özel krediyle ilgili hakkında yayınlanacak bir haber öncesinde Bild gazetesinin genel yayın yönetmenini araması ve onun telesekreterine bıraktığı not çalkantılara neden oldu. Günlerce bu kayıt medyada döndü durdu. Medyayı etkileme çabası olarak görülen bu girişimi Wulff’u istifaya götüren en belirleyici hata sayıldı.
Almanya’da gazeteci politikacıdan değil, politikacı gazeteciden korkar
Yukarıdaki örneklerden de anlaşılacağı üzere Almanya’da gazeteciler, politikacı veya savcıdan korkmaz. Tam tersine politikacı ve savcı medyadan korkar. Üstelik bu konuda kamu radyo televizyonları ile özeller arasında pek fark da yoktur. Özellerin, reklamlarla ayakta kaldığı düşünülürse iş çevrelerine karşı daha dikkatli olduğu da bilinen bir gerçek. Ama kamu radyo televizyonları halkın ödediği aidatla finanse edildiğinden onlarda çekince yok.
Almanya’daki kamu radyo televizyonculuğuna gelince… Türkiye’deki TRT ile uzaktan yakından alakası yok. Almanya’da kamu radyo televizyonundan anlaşılan, toplumun her kesimine hizmet götürmekle yükümlü yapı olarak tanımlanması. Bu nedenle de iktidarın parti yayın organı gibi hareket etmez.
Almanya’nın 16 eyaletine hizmet veren, ağırlıklı yayın bölgesi de bu eyaletler olan dokuz kamu radyo televizyon kuruluşu var. Bu kuruluşlar, dönüşümlü biçimde ürettikleri benzer formattaki programlarla da Almanya’nın birinci televizyon kanalı ARD’yi oluşturuyor.
ARD’yi oluşturan dokuz kamu radyo televizyon kuruluşunun bütçe, genel müdür ataması ve yayın politikasını belirleyen yayın kurulları. Yayın kurullarında siyasi parti üyeleri dışında, sendika, dini cemaat temsilcileri, STK’lar, spor kuruluşları, cinsel, dini ve kültürel çeşitliliğin yansıtılmasını sağlayan temsilciler yer alıyor. Son olarak Radyo Bremen’in yayın kuruluna Alevi, LGBT ve engelli vatandaşların haklarını savunacak birer temsilci atandığını yazmıştık.
Nikolaus Brender örneği
Kamu radyo ve televizyon kuruluşları hane başına ödenen aidatlarla finanse edildiği için elbette mali ve idari yapılarını düzenleyen devlet sözleşmeleri var. Ancak bu sadece hukuki bir çerçeve. Özetle iktidarlar, yayın içeriğine veya personel politikasına müdahale edemiyor. Ettiğinde basına nelerin gelebileceğine en iyi örnek de 2009’da ZDF’de yaşanan Nikolaus Brender örneği.
Yine halkın ödediği radyo televizyon aidatlarıyla finanse edilen bir kamu radyo televizyon kurumu olan ZDF’in o dönemki genel yayın yönetmeni Brender’in sözleşmesinin uzatılmasına ZDF’in idari kurulu başkanı, CDU’lu Roland Koch karşı çıkmıştı. Gerekçe olarak, düştüğü iddia edilen izlenme rakamları gösterilse de Hrstiyan Birlik’in Brender’in bağımsız gazetecilik ilkelerinden rahatsız olduğu biliniyordu. Konu anayasa mahkemesine kadar taşındı ve yüksek mahkeme, kamu radyo televizyonlarının idari kurullarındaki politikacı oranının yüzde 44’ten yüzde 33’e düşürülmesine hükmetti.
Devlet değil kamu televizyonu
Peki ben bütün bunları niye anlatıyorum?
Anlatıyorum, zira son olarak Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ı ti’ye alan şarkısıyla Türkiye’de de yoğun tartışmaya neden olan ‘extra3’ programı çerçevesinde çok şey yazıldı çizildi. Çoğu hatalı. Öncelikle bu şarkı ve videoklibin yayınlandığı ARD’nin, hazırlayan NDR‘nin ‘devlet televizyonu olduğu ve bunun devletin politikasının ve yaklaşımının göstergesi’ sayıldığı ileri sürüldü. Bu nedenle ‘Türkiye Cumhuriyeti’nin bu klip dolayısıyla gösterdiği tepkiyi, bir televizyon kanalında yayınlanan klibe bu şekilde tepki gösterilir mi’ diye yorumlamanın doğru olmayacağı ileri sürüldü.
Tekrarlıyorum. Yayınlayan ARD de, yapımcısı NDR de devlet televizyonu değil, yukarıda vurgulandığı sekilde kamu radyo televizyon kuruluşu. Ve bunlarda yayınlanan kabare, skeç ve kara mizah programları her hafta, başta Merkel olmak üzere bütün hükümet üyelerini tefe koyup çalıyor.
Özetle Erdoğan şarkısı devlet ve hükümet politikasını yansıtmaz, ama şarkıda vurgulananların hükümet üyelerinin içinden geçenleri yansıttığından emin olabilirsiniz.