MURAT SEVİNÇ
CHP ile ilgili ilk yazıda Sine-i Millet tartışmasını anlatmaya çalışmıştım. CHP’nin eylemleri ve ona yönelik eleştiriler üzerinde biraz daha durmak iyi olabilir.
CHP gibi köklü partiler tarihleri içinde değişime uğrar. Değişmeyen yerleri her zaman vardır ama zamana direnmek mümkün olmadığı için kaçınılmaz dönüşümler yaşarlar. Tek parti CHP’si 1950’lerin ana muhalefetinden, 1960’ların başındaki CHP 1970’lerin Ecevit CHP’sinden; Baykal CHP’si Kılıçdaroğlu CHP’sinden farklı.
Buna mukabil hiç değişmediği iddia edilen nitelikler de bulunur. Yine de örneğin ‘Atatürk’ün kurduğu parti’ gibi tarihsel yükü hayli ağır bir sıfat dahi aslında aynı kalmaz çünkü yıllar içinde Atatürkçülük algısı ve tanımları değişmiştir.
Bir önceki yazıda, bilişim devrimiyle birlikte temsil ilişkilerinde yaşanan/yaşanacak kaçınılmaz altüst olma durumunun altını çizerken, CHP’nin önemi ve önemsizliğinden söz etmiştim.
Çok önemli çünkü dört seçmenden birinin oyunu alıyor ve o seçmenin çoğunluğu Türkiye’deki eğitimli orta sınıfı temsil ediyor. Yani klasik demokratik sistemi ayakta tutan/tuttuğu varsayılan yurttaş kesimini.
Diğer yandan hiçbir önemi yok çünkü dünya değişti ve artık eski dünyanın bir aracı olan siyasal partilerden büyük beklentiler içinde olmak anlamlı değil. Yalnızca CHP’den değil, herhangi bir partiden.
İkinci varsayımım, henüz doğumu gerçekleşen bir ‘olguya’ ilişkin olduğundan, şu aşamada pek çok insana anlamlı gelmez ve hayal kurulduğunu düşündürür. Doğal, çünkü alışkanlıklarımızla yaşıyor ve elimizde ne varsa onun üzerine tartışıyoruz. Ancak, henüz tam olarak ‘elimizde olmayan’ üzerine kafa yormanın da bir sakıncası yoktur herhalde!
Halihazırdaki koşullarda ‘partiler’ ve ‘vekiller’ hâlâ önemli olduğu için (ya da öyle göründüklerinden), mecburen CHP ve CHP’liler üzerinde düşünmemiz gerekiyor.
CHP ne yapmalı? CHP ne yapabilir? CHP ne yapıyor?
Malumunuz, CHP Mars’ta etkinlikte bulunan bir siyasal parti değil. Türkiye’nin hukuk düzeni içinde siyaset yapıyor. Peki, Türkiye’de bir muhalefet partisi 2017 yılının Haziranı’nda nasıl bir yol/yöntem benimseyebilir? Verili hukuk düzeninde. Bazen CHP’ye yönelmiş sert ve zaman zaman aşağılamaya varan eleştirilere baktığımda, tam olarak ne önerildiğini anlamakta zorlanıyorum. Ancak bu zorlanma, bende bir CHP savunusuna da yol açmıyor. Yalnızca, “Bu koşullarda CHP ne yapabilir?” sorusunu yanıtlamakta güçlük çekiyorum.
Aşağılamaya varan ifadeler sarf edenlerin bir kısmı, AKP-Erdoğan hakkında sıradan bir eleştiri dahi yöneltemeyecek olanlar. İçlerinde kalanları CHP üzerinden döküyorlar ve sanırım bunları ciddiye almamak en iyisi. Benim derdim, dürüst olup kızgınlıkla eleştirenlerin, çoğunu haklı bulduğum eleştirileriyle.
Evet CHP’ye tepki göstermenin pek çok haklı gerekçesi var ancak şu koşullarda bir siyasal parti ne yapmalı? Mars’ta faaliyette bulunmuyor derken kastım: Türkiye’deki siyasal partiler, 1961 Anayasası’ndan bugüne kavuştukları anayasal güvence içinde, kendileri için çıkarılmış yasalara uygun olarak, bir biçimde kurulmuş ‘hukuk düzeni’ içinde faaliyette bulunur. Tüzükleri, programları, eylemleri vs. belli ilke ve kurallarla sınırlanmış durumda. Oyun alanları belli. Yani? Ancak sınırları belirlenmiş bir oyun alanında, kuralları belirlenmiş bir oyunu oynayabilirler. Hepsi bu.
Bu durumda bir ana muhalefet partisi de, ancak ‘kurulmuş’ hukuk düzeni içinde faaliyette bulunabilir. Peki, o hukuk düzeni altüst olmuşsa, ülke ‘nominal/sözde anayasa’ düzenine geçmişse, parti ve devlet yalnızca fiilen değil, artık hukuken de bütünleşmişse (devletin başı aynı zamanda bir partinin de başı), TBMM çoğunluğu OHAL rejimiyle mücadeleyi matematiksel olarak olanaksız kıldıysa, yargı organları iyice bağımlı ve gölgesinden korkar hale geldiyse, bir siyasal parti ne yapmalı? Bir kez daha: Hakikaten ne yapabilir?
Hukuk düzeninin sağladığı olanaklar işlevsiz artık. AYM, diğer yüksek yargı organları vs. hepsini geçiniz. Üniversiteler? Geçiniz, bitmek üzere o iş. Basın? Komik olmayalım, Türkiye’de bağımsız iş yapmaya çalışan üç beş organ dışında bir basın filan yok, ki onların da iki günlük canı var. STK’ler? Sendikalar? Aklı başında olan bir ikisi, iyice bunalmış durumda. Diğer muhalefet partileri? Biri AKP içinde eridi, diğerinin (HDP) her gün bir mensubunu tutukluyorlar. Burjuvazi? Devlet teşvikleri/koruması olmadan evindeki tuvaletin yerini dahi bulamaz. Anayasal haklar, ifade özgürlüğü, toplantı gösteri hakkı, mülkiyet hakkı, masumiyet karinesi? Topunun ruhuna Fatiha, iyi bilirdik.
Herkesin bildiği saçmalıkları, var olan kötümserliği yaymak için tekrar ediyor değilim. Yalnızca, başı sonu belli bir oyunu oynamak üzere sahaya çıkmış bir parti olan CHP’nin; oyun sürerken neredeyse tüm ana kuralları reddetme sevdalısı olup hakemi, tribünlerin yarısını, bina amirini, maçı anlatanı, güvenlikçileri vb. arkasına almış ve inatla ‘bacağa dalan’ bir rakibe karşı ne yapabileceği üzerine düşünmeye çalışıyorum.
Artık OHAL ve kararnamelerle yönetilen, TBMM’nin hemen hiç bir denetim/tartışma hükmünün kalmadığı bir ülkede, nasıl demokratik muhalefet yapmalı? Türkiye, tek bir sözle stadyum isimlerinin değiştirildiği, tarihinde eşi benzeri olmayan bir dönemden geçerken, herhangi bir muhalefet partisi söz konusu ‘eşsizliğe’ klasik araçlarla ne ölçüde çare bulabilir?
Hemen burada bir başka soru daha yöneltmeliyiz. CHP, bu koşulların oluşmasında ne ölçüde katkı yaptı? Çok. Hem de çok. CHP’nin şu anda diğer muhalefet partileriyle birlikte içine sıkıştığı kapana bacağını kaptırmak için epeyce çaba sarf ettiğini kabul etmeli.
O saçma sapan 367 kararının verildiği yıllara dek gitmeye gerek yok. CHP’nin 2011 seçimlerinde cezaevindeki milletvekilleri için yaşadığı ‘hak edilmiş’ çaresizlik; cumhurbaşkanı seçiminde hemen hiç tartışılmadan emrivaki bir biçimde çıkarılan aday; iyi bir halt ediyormuş gibi “Anayasa aykırı değişikliğe evet diyeceğiz” buyurarak durup dururken Kürt vekillerin tutuklanmasının önünü açmak (ve sonrasında havaya bakıp ıslık çalmak!), halkoylamasını gayrı meşru ilan edip ardından hiçbir şey olmamış gibi davranmak…
Bir sonraki yazıda bu ‘eşikleri’ hatırlatmaya çalışacağım. Bir yandan da “Ne yapmalı?” sorusuna yanıt arayarak. O yazı için bir ‘ön yazı’ önermek istiyorum. Dünya’da olup bitenleri yakından takip eden eski diplomat Aydın Selcen, uzun süredir anlatmaya çalıştığım ‘yeni/doğmakta olan’ hakkında iyi örnek olabilecek bir yazı kaleme aldı geçtiğimiz ay, Fransa Cumhurbaşkanı Macron hakkında. Daha doğrusu Macron’un kim olduğundan bağımsız olarak, yürüttüğü kampanya hakkında. Yani, ‘doğmakta’ olana dair. Buraya bırakıyorum.
Bu yazı da, aslında birden çok CHP’den oluşan CHP’yi yönetenlere basit bir soruyla bitsin: Eğer diğer parti ve liderlerin anti-demokratik oluşlarından söz ediyorsanız (ki ediyorsunuz), neden bunca seçim ardından istifa etmeyi hiç düşünmediniz? İstifa ederseniz yerinize gelenin kuş kondurmayacağını düşünmekle birlikte; sorun, sizin de medeni bir kurum olan istifayı hiç düşünmemiş olmanızda değil mi? Sağcı otoriter parti liderlerinin koltuğa yapışmasıyla, sizin yapışmanız arasındaki fark nedir? Sosyal demokrat koltukların tutkalında, biz ölümlülerin hiç anlayamayacağı başka bir hikmet mi var?