
DR. FEYZA BAYRAKTAR
Bazı ilişkiler daha başlamadan finalini fısıldar. Bazen bir mesaj gelmez, içimizde küçük bir çocuk terk edilmiş gibi ağlamaya başlar. Bazı dostluklar “Ben mi yine fazla verdim?” sorusunu mırıldatır. Bazı ofis toplantılarında kırılmamak için kendimizi görünmez yaparız. Ve bazen biri bizi sever ama biz ona güvenemeyiz. Tüm bunların ortak bir adı var: Bağlanma.
Bağlanma, ruhun ilk dili; kelimesiz yıllarda öğrenilen en güçlü anlatı biçimidir. Annenin “Ben buradayım” derkenki tonu, babanın göz teması kurup kurmadığı, düştüğünde seni kaldıran elin sıcak mı soğuk mu olduğu… İşte tüm bunlar, ileride nasıl seveceğini, ne zaman kaçacağını, neye dayanamayacağını belirler. Çünkü her yeni ilişki, aslında o ilk ilişkiyle konuşur.
Sevgilinin suskunluğu, çocukken görülmeyen halini hatırlatır. Arkadaşının bir cümlesi, geçmişte söylenmeyen cümlelerin yankısını getirir. Ve bazen hayatın ortasında, kendine bile itiraf edemediğin o boşluğun adı olur: Görülmemek.
Bağlanma stilleri, tıpkı bir romanın anlatıcısı gibi yaşamımızın tonunu belirler. John Bowlby, bu erken ilişkilerin sadece çocukluk için değil, yetişkinlikteki duygusal, sosyal ve mesleki davranışlarımız için de belirleyici olduğunu ortaya koymuştur.
Kaygılı Bağlanma: Her sessizlik bir terk edilme provasıdır
İlişkilerde sürekli teyit ihtiyacı hissediyorsanız, burası tanıdık gelebilir.
Kaygılı bağlanma, çocuğun duygusal hayatında sürekli hava değişimi yaşandığında oluşur. Bir gün güneşli bir anne vardır; gülümseyen, sarılan, ilgilenen. Ertesi gün bulutlu, yorgun, uzak bir anne… Ve çocuk, sevginin gelgitli bir duygu olduğunu öğrenir. Sevgiye ulaşmak için her zaman tetikte olmak gerekir. Bu çocuk büyüdüğünde, ilişkide sevildiğine ve terk edilmeyeceğine dair sürekli teyit etme ihtiyacı duyar. Sadece bir mesaj gecikmesi bile, terk edilme senaryosunu başlatır. İlişkide karşı tarafın ihtiyaçlarını merkeze koyar ve ilişkiye öyle çok yatırım yapar ki, kendi kaybolur. Karşılık göremezse öfkelenir ama gitmeye de cesaret edemez.
Arkadaşlıkta fazla vericidir. Herkesin derdini dinler, herkesin yükünü taşır ama kendi sırtındakini kimseyle paylaşmaz. Sonra da “Kimse beni düşünmüyor” diye içten içe küser.
İş yerinde, yöneticisinin sessiz kalması veya bir toplantıdaki soğuk tavrı, günlerce kafasında döner. “Her an gözden çıkarılabilirim” kaygısıyla sürekli kendini kanıtlamaya çalışır.
Bu tarzı, ‘Eternal Sunshine of the Spotless Mind’ filmindeki Clementine karakterinde görebiliriz. Clementine, tutkulu ama dengesiz bir ilişkide sürekli teyit arar. Sevgiye açtır ama istikrarsızdır. Terk edilme korkusu ile bağ kurma arzusu arasında savrulur.
Kaçıngan Bağlanma: Duyguları sürgün edilmiş bedenler
Peki ya bağ kurmak yerine duvar örenler?
Kaçıngan bağlanma, duyguların bastırıldığı evlerde büyür. “Ağlama, güçsüz görünürsün”, “Erkek adam mızmızlanmaz”, “Şımarıklık etme” gibi yorum ve uyarılar, ebeveynler tarafından sıklıkla dile getirilir. Anne oradadır ama göz teması kurmaz. Baba sessizdir ya da sadece kurallarla ilgilenir. Dolayısıyla, çocuk hissettiği duygulardan dolayı sürekli yargılanır. Zamanla hissetmenin bir problem olduğuna inanmaya başlar ve duygularını içine gömer. Yani kendi kendine büyür. Ve duvarları sever, çünkü en azından sağlamdır.
Romantik ilişkilerde, fazla yakınlık boğucu gelir. Partneri duygu paylaşımı yapmak istediğinde susar ya da uzaklaşır. Sevildiğini hissettiğinde bile geri çekilir, çünkü sevgi alışık olmadığı bir histir.
Arkadaşlıkta, dostluklar yüzeyde kalır. Kendiyle ilgili duygusal konuları açmaz. Arkadaşını teselli etmek yerine konuyu değiştirir.
İş yerinde, bireysel çalışmayı tercih eder. Ekiple yakınlık kurmaktan kaçınır, ofisteki sosyal etkinliklere katılmaz. Bir projeyi ‘tek başına halletmek’ hem koruyucu hem yalıtıcıdır.
Bu bağlanma biçimini ‘Good Will Hunting’ filminde Will karakterinde görürüz. Zekidir, sevgi görür ama duygularını bastırır, sevildiğinde geri çekilir. Yakınlık onun için bir tehdit gibidir.
Düzensiz Bağlanma: Sevgiyle gelen tehlike
Bazı ilişkilerde hem sarılmak istersin hem kaçmak… Bunun nedeni burada yatıyor olabilir.
Düzensiz bağlanma, bakım verenin aynı anda hem sevgi hem korku kaynağı olduğu durumlarda gelişir. Anne ya da baba bazen şefkatlidir, bazen de şiddetlidir. Çocuk sevgiyle travma arasında kalır. Yaklaşmak ister ama yaklaşmak tehlikelidir.
Romantik ilişkilerde, hızlı ve yoğun bağlar kurar. “Seninle bir bütünüm” derken, ertesi gün partnerini yok sayabilir. Güvenemez, ama yalnız da kalamaz.
Arkadaşlıkta ya çok iç içe olur ya da aniden uzaklaşır. Yakınlık bir süre sonra sıkışma hissine dönüşür. Arkadaşına “Beni neden aramadın?” diye hesap sorarken içten içe “Daha yaklaşırsa bana zarar verebilir” kaygısını taşır.
İş yerinde, yöneticisine bir gün aşırı bağlılık gösterirken, başka bir gün istifa etmeye karar verebilir. Toplantıda aşırı katılım gösterip, ertesi gün toplantıya hiç katılmaz. Duygular dalgalıdır.
Bu tarzı, ‘A Star is Born’ filmindeki Ally ve Jackson arasında görebiliriz. İlişkilerinde hem yoğun bir sevgi hem de büyük bir yıkım vardır. Sevgiyle birlikte gelen acı, ilişkilerini istikrarsızlaştırır.
Güvenli Bağlanma: Kırıldığında kaçmayan, konuşabilen ilişki
Peki ya bağlanmanın sağlıklı hali nasıl görünür?
Güvenli bağlanma, çocuğun duygusal ihtiyaçlarının tanındığı, bakım verenin tutarlı ve ulaşılabilir olduğu ortamlarda gelişir. Ağladığında susturulmaz; duyulur, sarılır, sakinleştirilir. Baba yalnızca otorite değil, oyun arkadaşıdır. Bu çocuk için dünya öngörülebilir ve ilişki güvenli bir alandır.
Romantik ilişkide, duygular paylaşılır, krizler yıkıcı değil dönüştürücüdür. Yakınlık boğucu değil, besleyicidir.
Arkadaşlıkta, sınırlar nettir. Hem verir hem alır. İlişkilerde denge ve güven hakimdir.
İş yerinde, hem işbirliğine açıktır, hem sınır koyabilir. Eleştiriden yıkılmaz, geri bildirimi gelişim fırsatı olarak görür.
Bu bağlanma biçimini ‘Before Sunrise’ filmindeki Jesse ve Céline’de görebiliriz. Duygularını açıkça ifade ederler, birbirlerini dinlerler, bağları samimi ve dengelidir.
Ne yapmalı?
Peki tüm bunları fark ettik. Şimdi ne yapacağız?
Bağlanma biçimi kader değil, bir ilişki tarihidir. Ve her tarih yeniden yazılabilir. İlk sayfa başkaları tarafından yazılmış olsa da devamını kendin yazabilirsin.
1. Fark et: Hangi bağlanma stiline yakın olduğunu anlamak ilk adımdır.
2. İzle: Hangi davranışın seni tetikliyor? Sevilince neden uzaklaşıyorsun? Yok sayılınca neden yapışıyorsun?
3. İfade et: Korkularını, ihtiyaçlarını sözcüklere dök. “Görülmemek beni kırıyor” demek, sessiz kalmaktan daha iyileştiricidir.
4. Destek al: Bağlanma problemlerinde bir uzmandan psikolojik destek almak tüm hayatını değiştirebilir. Sürekli aynı döngülere hapsolmaktansa, terapi sürecine başlayın.
5. İçsel ebeveynlik: O zamanlar alamadığın şefkati, bugün kendine vermeyi öğrenebilirsin. “Sen yeterlisin” demeyi önce sen söyleyebilirsin kendine.
Anneler Günü göründüğünden fazlasıdır
Ve tüm bu bağlanma hikâyelerinin merkezinde, ilk temas noktamız olan anneler yer alır.
Bu Anneler Günü, yalnızca dışarıya değil, içeriye de bakmak için bir vesile olsun.
Kimin annesi sıcacıktı, kimin annesi yoktu gibi davrandı. Kimin babası hep gülümsedi, kimin babası hep sustu. Hepimiz bağ kurarken bir şeyler öğrendik; şimdi belki de o bağları yeniden örme zamanı. Çünkü herkes sevilmeye değer.
Ama bazılarımız, sevginin nasıl verildiğini ya da alındığını çocukken hiç öğrenemedi. Yalnız, yine de umut var.
Çünkü bağlanma yeniden kurulabilir. Güven, sonradan da öğrenilebilir.
Bazen bir terapist eşliğinde, bazen bir dostun sessiz varlığıyla, bazen de kendi iç sesimizi ilk kez duyarak…
Bu Anneler Günü, bize bağ kurmanın hâlâ mümkün olduğunu hatırlatsın.
Bizi büyüten anneler kadar, eksik kalanları telafi eden anne figürlerini de hatırlayalım; bir öğretmen, bir hala, bir arkadaş, bazen bir yabancı, bazen kendi içimizde gelişen yeni bir benlik.
Ve annesi artık hayatta olmayanlar…
Ya da hiçbir zaman bir anne sıcaklığına ulaşamamış olanlar…
Bugün sizin için sadece bir kayıp değil. Aynı zamanda içsel anneliği, kendinize göstereceğiniz şefkati, bugünden sonra kuracağınız yeni bağları düşünmek için de bir fırsat olabilir.
Çünkü bazen ‘anne’ dediğimiz kişi, kan bağından değil, iyileşmeye izin veren bir karşılaşmadan doğar.
Ve bazen en derin iyileşme, insanın kendine annelik etmeyi öğrenmesidir.
Bu Anneler Günü’nde, yalnızca geçmişe değil, geleceğe de bakalım. Yeni bağlar kurmanın, kendimize ve başkalarına şefkatle yaklaşmanın hâlâ mümkün olduğunu kutlayalım.