AYŞEGÜL KASAP
aysegulkasap@diken.com.tr
@aysegul_kasap
Pandemiyle beraber dünya gıda kriziyle karşı karşıya kaldı ve bunun üzerine birçok ülke tarım politikalarını yeniden gözden geçirerek ‘yerli üretim’i artırmak için radikal adımlar atmaya başladı.
Ancak Türkiye’de ise durum tam tersi. AKP’nin politikaları tarımı durma noktasına getirirken, gıda konusunda dışa bağımlılığı artırdı. Bunun yanı sıra ekonomik krizle beraber borç batağına saplanan ve hacizlerle mücadele eden çiftçi de üretim yapamayacak hale geldi.
Diken’e konuşan Gıda Mühendisleri Odası İzmir Şube Başkanı Uğur Toprak, ‘Tarımın, serbest piyasa koşullarına terk edilemeyecek kadar stratejik bir sektör olduğuna‘ dikkat çekerek şunları kaydetti: “Ülkemizi ithalat sarmalından kurtarıp gıda egemenliği ilkelerine dayalı bir tarım politikasını derhal hayata geçirmeli. Çiftçiler, esnaf ve emekçi halk ekonomik olarak koruma altına alınmalıdır.”
Toprak ayrıca kurdaki agresif tırmanışın vatandaşın güvenli gıdaya ulaşmasını engellediğini belirterek bu dönemlerde artan stokçuluğa da dikkat çekti: “Döviz kurundaki artış gıda güvenliği sorunu yaratıyor.”
Gıda krizi dünyanın ana gündem maddelerinden biri. Her ne kadar pandemiyle beraber daha da çok gündeme gelmeye başlasa da gıda krizine etken olan nedenlerden biri de hükümetlerin yanlış politikaları, sosyolojik değişimler ve iklim krizi.
‘Gıda güvencesi tehlikede’
Geçtiğimiz yıllarda insanların tarıma, üretime ve gıdaya çok önem verdiğini belirten Toprak günümüzde ‘işlerin tersine döndüğünü’ belirterek buna neden olan etkenleri şöyle sıraladı: “Tarımsal üretimler azaldı, köyden kente göç arttı, nüfus arttı, işsizlik katlanarak artışa geçti. Birleşmiş Milletler raporuna göre, dünya nüfusunun 2050’de 9,6 milyara ulaşması bekleniyor. Türkiye’ye ilişkin nüfus beklentisi ise yaklaşık 95 milyon olarak öngörülüyor. 2050 yılında dünya nüfusunun yüzde 70’inden fazlasının kentsel alanlarda yaşayacağı beklenmekte.
Kentleşme, yaşam tarzlarına ve tüketim kalıplarına da değişiklikler getirecektir. Kentsel nüfusun payı giderek artarken, kırsal alanlar oldukça uzun bir süre için yoksul ve aç çoğunluğa ev sahipliği yapacaktır. Artan nüfus ve gıda talebine rağmen artan sıcaklıkların sebep olacağı kuraklık ve aşırı hava olayları sebebiyle iklim değişikliğiyle mücadelede önemli adımlar atılmadığı sürece bu tür salgınların olabileceği ve gıda güvenliği/gıda güvencesinin tehlikede olduğu uzun süredir vurgulanan bir sorun.”
Türkiye İşçi Sendikaları Konfederasyonu (TÜRK-İŞ) Kasım 2021 raporunda dört kişilik bir ailenin sağlıklı, dengeli ve yeterli beslenebilmesi için yapması gereken aylık gıda harcaması tutarının (açlık sınırı) 3 bin 191,55 TL olduğunu belirtmişti. Gıda harcamasıyla birlikte giyim, konut (kira, elektrik, su, yakıt), ulaşım, eğitim, sağlık ve benzeri ihtiyaçlar için yapılması zorunlu diğer aylık harcamalarının toplam tutarı ise (yoksulluk sınırı) 10 bin 395,91 TL. Bekar bir çalışanın ‘yaşama maliyeti’ ise aylık 3 bin 902,57 TL oldu.
Ancak 2021 yılı için Türkiye’de belirlenen asgari ücret ise 2 bin 825 lira 90 kuruş. Bu tablo, Türkiye’de vatandaşların güvenli gıdaya ulaşmasının ne kadar zor olduğunu gözler önüne seriyor.
‘Vatandaş ucuz olana yöneliyor’
Kurdaki tırmanışa da dikkat çeken Toprak şunları söyledi: “Asgari ücretin açlık sınırının altında olduğu ülkemizde gıda harcamaları, çok büyük bir kesim için en fazla harcama kalemi ve hane bütçesinde önemli bir paya sahip. Yükselen döviz fiyatları ve artan işsizlikle birlikte gıda enflasyonundaki artış vatandaşın alım gücünü büyük ölçüde azaltıyor. Bu durum vatandaşın gıda alışverişinde öncelikli olarak fiyat kriterini baz almasına ve hangi ürün, nerede ucuzsa oraya yönelmesine neden olmaktadır.”
‘Merdiven altında üretilen gıdalar’
Ucuz ürün ise içinde başka riskleri barındırıyor: “Burada da karşımıza iki büyük sorun çıkmaktadır; birincisi neredeyse hammadde fiyatına satılan ve merdiven altı veya kayıt dışı şekilde uygun olmayan koşullarda üretilen gıda maddeleri, ikincisi ise taklit ve tağşiş. Her iki durum da halk sağlığı açısından risk teşkil etmektedir. Gıda güvenliğine yönelik yoğun tartışmaların olduğu, her gün başka bir gıda zehirlenmesi ve gıda ürünlerinde taklit/tağşiş haberi ile karşılaştığımız günleri yaşıyoruz.”
‘5 kuruş dahi hane bütçesi için önemli’
“Yurttaşlar indirim günlerini takip edip hangi ürün nerede daha uygun fiyatlı diye araştırıyor. Halk ekmeklerin önünde uzun kuyruklarda çoğu zaman saatlerce bekliyor. Pazarın kapanma saatlerine yakın alışverişe giden hatta ne yazık ki pazar toplandıktan sonra geride kalanları toplamak zorunda kalan yurttaşlarımızı da görüyoruz. Çünkü 5 kuruş dahi hane bütçesi için oldukça önemli. Sonuç olarak rahatlıkla diyebiliriz ki; enflasyon, sabit bir geliri olan ve emek gücüne dayanan kesimler için yıkıcıdır.”
‘Dövizdeki artış gıda güvenliği sorunu yaratıyor’
Toprak, stokçuluğun da gıda güvenliğini tehdit ettiğine şu ifadelerle dikkat çekti: “TÜİK’in rakamlarını doğru kabul etsek bile yüzde 30’un üzerinde bir gıda enflasyonu var. Bunun yüzde 50’lere vardığını hepimiz görebiliyoruz. Dün aldığınız ürünün fiyatı, bugün farklı olabiliyor. Aynı ürünü iki gün üst üste aynı fiyata alamıyorsunuz. Döviz kurundaki artış gıda güvenliği sorunu yaratıyor.
Yükselen fiyatlar, stokçuluk gibi bir tehlikeyi beraberinde getiriyor. İnsanlar ürün almak isteyecek ve bunlar kayıt dışı işletmeler tarafından üretilip piyasaya sunulacak. Gıda Güvencesi yoksa Gıda Güvenliği de yoktur. Bunun önüne geçebilmek için mutlaka döviz kurunu dengelemek lazım. Gıda enflasyonunu da dizginlemek gerekiyor.“
Gıda Mühendisleri Odası İzmir şube başkanına göre dünya genelinde gıdanın adaletsiz dağılımı, tarımsal üretim kalitesinin azalması ve su kirliliğinin artması belirli bölgelerde ‘açlık savaşları’na ön ayak oluyor: “Temiz ve sağlıklı gıdaya ulaşmak giderek zorlaştığı için sağlıklı yaşamak lüks haline gelmiştir. Dünyanın belli bölgelerinde oluşan açlığı engellemek ve gelecek nesillerin obezite olma riskini azaltmak için sürdürülebilir gıda ve tarım sistemleri uygulanmaya başlanmalıdır. Bugün dünyada yeterli kaynak olmasına rağmen açlıktan, insanların temiz ve adil gıdaya ulaşamadığından söz ediyoruz. Ancak kapımızı çalan küresel iklim krizi tarım alanlarının dolayısıyla da gıda kaynaklarının azalmasına neden olmaktadır. “
Toprak, Türkiye’nin gıda krizine karşı ivedilikle atması gerektiği adımları şöyle sıraladı;
- Meralarımızı ve tarım arazilerimizi koruyup sürdürülebilir kılmalı, biyoçeşitliliğe ve yerel tohumlarımıza sahip çıkıp su yönetimi ve gübre kullanımı konusunda daha iyi düzenlemeleri hayata geçirmeli ve ülkemizi ithalat sarmalından kurtarıp gıda egemenliği ilkelerine dayalı bir tarım politikasını derhal hayata geçirmeli.
- Çiftçiler, esnaf ve emekçi halk ekonomik olarak koruma altına alınmalıdır.
- Tarımsal girdi fiyatlarının ucuzlatılmasıyla başlayacak reform hareketi, getirilecek muafiyet ve özendirmelerle yükseltilmeli, insanımızın ihtiyacı olan bitkisel ve hayvansal üretim gerçekleştirilmeli, toplumun dengeli beslenmesi için gereken et üretilmeli ve tüketimi gelişmiş ülkeler seviyesine yakınlaştırılmalı, bu koşulların sürdürülebilirliği sağlanmalıdır.
- Tarımsal üretimde yerel anlamda üretime ciddi destekleri olan, geleneksel üretim girdilerini kullanan, biyolojik çeşitliliğin, gıda egemenliğinin ve sağlıklı beslenmenin temel unsuru aile tarımcılığı ya da küçük çiftçilik desteklenmeli, gıda güvenliğini sağlayan bir biçimde, katma değerli ürün üreten sistemlere entegrasyonlarını teşvik edici ve sosyal korumaya yönelik devlet politikaları geliştirilmeli, ortaya çıkan ürünlerin tüketiciyle buluşabileceği pazarlar yaratılmalıdır. Atılan her adımda, hedef sürdürülebilir üretim olmalıdır.
- Tarımın, serbest piyasa koşullarına terk edilemeyecek kadar stratejik bir sektör olduğu unutulmamalı, tarım açısından yeterli toprak büyüklüğü ve verimliliğine sahip ülkemiz; kendi öz kaynaklarına yönelmelidir.
1966’da kabul edilen Uluslararası Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Haklar Sözleşmesi’nde şu ifadeler yer alıyor: “Cinsiyeti ve yaşı ne olursa olsun, her insanın her zaman sürekli, yeterli, güvenli ve kültürel tercihine uygun gıdaya veya gıda üretmek için gerekli araçlara ulaşma hakkı vardır. İnsanlar gıda ihtiyaçlarını kendi kontrollerinin dışında, engelli, yaşlılık, ekonomik yetersizlikler, hastalık, felaket ya da ayrımcılık gibi durumlarda karşılayamadıkları zaman gıda ihtiyaçları devlet tarafından karşılanmalıdır.”
‘Sağlıklı gıdaya uygun fiyatlarla ulaşabilmek bir insan hakkıdır’
Sözleşmeyi hatırlatan Toprak, şöyle devam etti: “Birleşmiş Milletler Gıda ve Tarım Örgütü’nün (FAO) verilerine göre dünyada her dokuz kişiden biri yatağına aç girerken, yaklaşık 1,4 milyar kişi ise obezdir ve bu nedenle sağlık sorunları yaşamaktadır. Aslında, yaşanan açlık ve yetersiz beslenmenin nedeni üretim yetersizliği değil, üretim ve tüketimin adaletli bir şekilde sağlanamamasıdır.
İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’nde de belirtildiği gibi, insanların temel gereksinimi olan gıdanın eşit ve adil dağıtılmadığı bir dünya güvenli değildir. Yaşamak nasıl bir insan hakkı ise sağlıklı, güvenli ve yeterli gıda ile temiz suya, uygun fiyatlarla sürdürülebilir bir biçimde ulaşabilmek de bir insan hakkıdır. Bunu sağlamak da kamunun en önemli görevlerinden biridir.”