SERCAN SARIKAYA
sercansarikaya@diken.com.tr
@SercanSarikaya
Vizontele filminde belediye başkanı şöyle bir şey der: “Bir insan memleketini niye sever? Başka çaresi yoktur da ondan…” Gerçekten de memleket olmasa sevilmeyecek çok şehir gördüm. Şimdi isim verip o şehirlerin halkını karşıma almak istemem. Ama hakikaten nasıl seviyorsunuz o şehirleri?

Mardinlilerin bu konuda şanslı olduğunu söylemem lazım. Çünkü Mardin’i sevmek için oralı olmaya gerek yok, bir kere görmek yetiyor. Şunu da peşin peşin söyleyeyim, ben Mardinliyim. Bu noktadan sonra objektifliğimi sorgulayabilirsiniz tabii, fakat sevilmeyecek gibi olsa tüm hemşehrilerimi karşıma alma pahasına bunu söylerdim emin olun.
(Olduysanız devam ediyorum.)
Geçtiğimiz günlerde çocukluğumu ve ilk gençliğimi geçirdiğim Mardin’e gittim. Bu defa kendi memleketimde turist olmak istedim. Çünkü insan yaşadığı kentin güzelliklerine, hayat gailesi içinde kayıtsızlaşabiliyor.
Şanlıurfa’daki Göbeklitepe keşfi tarihin seyrini değiştirdi. Medeniyetin doğduğu Mezopotamya topraklarında çok da sürpriz değil aslında bu buluşlar. Zaten başlı başına bir antik kent gibi olan, Mezopotamya’nın en kadim şehirlerinden Mardin’de bir antik kent keşfedilmemesi şaşırtıcı olurdu.

Henüz lisedeyken arkadaşlarla gitmiştik Dara’ya. O zamanlar ortada bir antik kent yoktu. ‘Dara zindanları’ olarak biliyorduk biz. İnanılmaz yükseklikte kolonların üstünde duran yapı, o zaman da hayranlık uyandırmıştı bende. Bir zindana bu kadar özenilmesi de o dönemin zalimlerini biraz takdir etmeme neden olmuştu.
Neredeyse 25 yıl sonra tekrar geldiğimde Dara artık bir antik kentti. Yaklaşık 1500 yıl öncesine tarihleniyor Dara Antik Kenti. Kazılarda muhteşem yapılar ortaya çıkmış. Üstelik büyük oranda bütünlüklü yapılar olarak. Çalışmalar da hala devam ediyor.
Dara, Mardin’in Nusaybin ilçesine giden yol üstünde bulunuyor. Aynı ada sahip bir köy var. Mardin’den arabayla yaklaşık 30 dakikada gidilebiliyor. Ayrıca minibüsle de ulaşılabiliyor Dara’ya. Taksiyle de gelmeniz mümkün tabii (çok rica ediyorum önceki yazıdaki gibi ısrarla taksici numarası istemeyin benden). Tarihiyle ilgili detaylı bilgileri Google’dan alırsınız zaten. Ama şu kadarını söyleyeyim, yine bir Pers-Yunan mücadelesi söz konusu.
Gezi ‘Büyük Galeri Mezar’ denilen bölümden başlıyor. Burada camla muhafaza edilen kısımlarda hala kemik ve kafatasları var.

Başka yerde en az 100 lira giriş ücreti olurdu ama Mardin’de çoğu şey gibi antik kente giriş de ücretsiz (Misal, çarşıda bir tur atınca ‘tadımlık’larla karnınızı doyurup üstüne bir de kahve içip beş kuruş da harcamazsınız). Bir oturup soluklanalım dediğimiz çaycı bile zorla aldı çay parasını. Köyün çocukları para kazanmanın yolunu bulmuş ama. Ücreti mukabilinde fotoğraf çekiyorlar. Bizim zamanımızda çocuklar mezarlıklarda sulama yaparak ve Yasin suresi okuyarak para kazanırdı. Bu toplu mezardaysa çocuklar “Abe panoramik çekeyim mi?” diyerek kazanıyorlar paralarını.
‘Büyük Galeri’ kısmını bitirdikten sonra sıra ‘Batı Sarnıcı’na geliyor. Hala dimdik ayakta duran uzun kolonlar üstünde yükseliyor bu sarnıç.

‘Batı Sarnıcı’ndan çıktıktan sonra birkaç yüz metre tabelaları takip ederek yürüyorsunuz. Ve asıl göz alıcı yapıya ulaşıyorsunuz. ‘Zindan’ denilen bu kısma çok dar ve alçak bir kapıdan giriliyor.

İçeri girince “Sürünerek bile girerdim buraya” dedirtiyor karşınızdaki yapı. Dönemin zalimleri, çok özenmiş işkencehanelerine.



Düğün öncesi fotoğraf çekimi için de popüler bir yer olmuş Dara. İnsanların işkence gördüğü, toplu mezarların yer aldığı bir yer, gelin ve damatların mutlu anılarına arka plan oluyor şimdilerde.

Şu sıralar Mardin’e akının başladığını da söylemem lazım. Gitmeye niyetiniz varsa elinizi çabuk tutun. Zira hazirandan sonra metrekareye düşen insan sayısı beşle çarpılacak. Bir de hafta içine denk getirmeye çalışmanızda fayda var. Sabah erken ya da akşam kapanışa yakın saatleri tercih etmeniz de iyi olacaktır.

Nasıl olsa giriş ücretsiz deyip Dara halkını unutmayın. Bir çay içebilirsiniz mesela, ya da hediyelik eşya alabilirsiniz.
Biz yol üstü Deyrulzafaran Manastırı’nı da ziyaret ettik. Dara’dan sonra da Midyat istikametine devam edip Deyrulumur (Mor Gabriel) Manastırı’na geçtik. Bu yapıların da ne kadar tarihi olduğunu söylememe gerek yok. Mezopotamya’nın kadim halkı Süryaniler için çok önemli iki yer bunlar.

Bir turist gibi gezince Mardin’in gerçekten de ne kadar inanılmaz ve masalsı bir şehir olduğunu tekrar anladım. Bir zamanlar tek tük Japon turistin geldiği bu güzide memlekete, şimdilerde dünyanın her yerinden turistler geliyor. Her dilde fotoğraf paylaşımının sonunda #Mardin etiketi oluyor. Sanırım hak ettiği yere ulaşıyor Mardin. Zamana ayak uydururken kimliğini, esnafını, çok dilliliğini (Arapça, Kürtçe, Süryanice) kaybetmeden üstelik.