
MUSTAFA ALP DAĞISTANLI
mustdagistanli@gmail.com
‘Yaratıcı (Creative) Yazarlık Eğitimi’ veren bir kursun tanıtımı Facebook’ta karşıma çıkıp duruyor. İhtiyacım olduğu doğru da onlar nerden biliyor? (Odamdaki telefonun numarasını bile öğrenmişler!) Aynı yer ‘Yüksek Çözünürlüklü Metin Okuma Eğitimi’ de veriyormuş. İşte bu başlıkla kendi yaratıcılıklarından minik bir örnek de göstermiş oluyorlar. Eğitimler Ankara Bilim Üniversitesi Sertifika Programları kapsamındaymış. Tanıtım metinlerindeki başka yaratıcılıklara da dikkat çekecektim, ama vazgeçtim. Onun yerine, üniversitenin internet sitesinde ‘Rektör’ sayfasından bir tek cümle vermem, göreceksiniz, yetecek. Bu cümleyi aldığım metnin altında sözü edilen dersleri de veren Prof. Dr. Yavuz Demir’in imzası var:
“Başlangıcından bugüne yüksek öğrenimin tüm dünyadaki temel fonksiyonu değişim ve şartlar neticesinde sürekli genişlik ve derinlik kazanarak, yeni hal ve ihtiyaçların belirlediği modellemelerle sürdürülmüş olup; Plato’dan 1960’lı yıllara kadar ‘enformatik’ çerçevede devam eden gelişmeler, 1970’li yıllardan günümüze sorgulama biçimi, yeni bir soru etrafında, hangi kimliği ile var olduğu endişesiyle ‘ontolojik’ bir sürece evrilerek yapı ve anlamın da, bu minval üzere, taammüden, zihinsel karmaşa ve karşı oyun prensibine göre, görünür kılınmasına sebep olması, dolayısıyla, entelektüel reaksiyon ve kuruculuğun da, mühendislikten sosyal alanlara ‘hız ve hafiflik’ niteliğiyle yeni bir form ve dil kazanması ve böylece üniversitelerin ‘yeni dokunuş’ lar hayal ve icralarına sebep oluş hakikati, Ankara Bilim Üniversitesi’nin üç fakülte içerisinde mevcut on bölümündeki ana sürükleyici ve teşekkül ettirici güç olduğu gerçeği, ‘sürdürülebilir düşünce’ pratiğinin ‘reimagine the world’ ana fikri etrafında somutlaşmış bir kompozisyonudur.”
Efendim!
Diken bahçesi
Şimdi çevirmenlik yapan çok eski gazetecilik arkadaşım Alev Er mektup gönderdi geçen gün, dertlerini/isyanlarını tek tek sıralıyor. Dilimizdeki bu dikenleri ayıklamak, çıkarmak için elbirliği gerek, o yüzden size de iletiyorum (punduna getirdiğimde ben de birkaç laf edeceğim italikle):
- Kimse ‘öğleden sonra’, ‘olaydan sonra’ demiyor artık. Denen şu: ‘Öğle sonrası’, ‘olay sonrası’, ‘sonrasında’.
- Kimse, en azından benim bildiklerim, ‘yapmak’ demiyor, bunun yerine ‘gerçekleştirmek’ diyor nedense.
MAD: Bu dikene okurumuz Hasan Kulaç geçen yıl şöyle dokunmuştu:
“Yıldız futbolcunun uçağı iniş gerçekleştirdi!” dedi adam, şimdi Akdeniz Üniversitesi’nde medya derslerine giriyor. KRT, TELE1, HalkTV gibi kanallara yazıyorum, “Lütfen” diyorum, “Eylem gerçekleştirilmez, görüşme gerçekleştirilmez, antrenman gerçekleştirilmez, vs.” Ama arkadaşlar hepsini gerçekleştiriyor sağolsunlar. Bu fiil de virüs gibi girdi dilimize…
Ben de Alev’le Hasan Kulaç gibi düşünüyorum. Hayallerinizi gerçekleştirebilirsiniz (hayaldi gerçek oldu), bir projeyi gerçekleştirebilirsiniz (proje halinden gerçek hale getirebilirsiniz)… Eylem yapılır, antrenman yapılır, ama görüşme gerçekleştirilmeyeceği gibi yapılmaz da düpedüz görüşülür (Erdoğan’la Netanyahu görüştü), beyin ölümü gerçekleşmez, beyin ölür… Fakat bu ‘beyin ölümü’ üstünde birazcık duralım.
“Otuzüç yıldır komada yatan Abdülhamit’in beyni öldü” demek biraz tuhaf gibi duruyor sanki. ‘Beyin ölümü’ diye bir şey var çünkü ve bu tabiri kullanmazsak olmaz sanıyoruz. (Hekimler belki yol gösterebilir bize, yanlış yola sapmayalım.) Yazılarımın ilk editörü ve didikleyicisi çevirmen arkadaşım Zeynep Rona şunu önerdi dolgun laflardan hoşlananlar için: “Beyin fonksiyonları durdu.”
Beyni öldü, geri kalanı yaşıyor demek. ‘Beyin ölümü’nden kasıt da bu değil midir zaten? Hiçbir güç bana ‘beyin ölümü gerçekleşti’ dedirtemeyeceği için kendime bir yol arıyorum.
Az önce bir yazıda şuna rastladım:
“Hummalı çalışmaların ardından 2023’te gerçekleştirdiğimiz Başka Kayda Rastlanmadı sergisiyle birlikte, …”
Hummalı çalışmaların ardından sergiyi açtınız, gerçekleştirmediniz!
- Bir tuhaf kullanım da ‘ile’ ile ilgili. Masayla, iskemleyle, kapıyla demiyorlar artık. Bu da şöyle oldu: masa ile, iskemle ile, kapı ile.
MAD: ‘İle’ meselesini de ele almış, bazı durumlar dışında kelimeye birleştirip yazmayı savunmuştum Alev gibi, gerekçelerimi de açıklamıştım. Meraklısı için: İle ile başımız dertte!
- Okuduğum her yazıda müthiş virgül sarfiyatı var. Canlarının istediği yere virgül atıyorlar. Hatta virgül kullanmamak için icat edilmiş kelimelerin sonuna bile virgül yapıştırıyorlar. “Ahmet giderken Mehmet geliyordu”da bu iki cümlecik şöyle birleşiyor artık, daha doğrusu birleşmiyor: “Ahmet giderken, Mehmet geliyordu.” Oysa gelirken, gelerek, gelince, gelip gibi kullanımlar o virgülleri ortadan kaldırmak için yaratılmış çok faydalı bağlaçlar.
Virgülle ilgili bir israf da şu: Bir şeyler yazıyor, sonra tırnak içinde alıntı yapacak, basıyor virgülü: Ahmet, “Neredesin” diye sordu. Netanyahu, “Gazze bizim olacak” dedi…
Ya kardeşim o tırnak zaten durduruyor seni, neden bir de virgül atıp beni daha fazla bekletiyorsun ki?
- Çoğu insan ‘geçen hafta, geçen ay’ falan demiyor artık; bu da oldu ‘geçtiğimiz hafta, geçtiğimiz ay’.
Bu konuda uyardıklarım da “Ne fark var, ha o ha bu” diyor şaşırarak. “Geçen sen değilsin, zaman geçiyor a akıllım” diyorum ama anlatabilene aşk olsun.
‘1992-1994 yılları arasında.’
Bu nasıl ifade be kardeşim; ‘1992-1994’te’ neyine yetmiyor, neyi eksik bırakıyor, o sonradan eklediklerinin hepsi var burada…
MAD: Geçen yıl, bu dizinin üçüncü yazısında bu meseleyi enine boyuna ele almıştım, meraklısı için: Zamanı boşa harcamayın!
- Hatırlar mısın biz bir sözlük, yazım kılavuzu hazırlamıştık Yeni Yüzyıl [gazetesi] başlarken, orada fiillerin pasifleştirilmesi konusu da vardı ve en çok pasifin pasifi haline getirilen fiillerden illallah demiştik; ‘demek’ pasifleşirken ‘denmek’ olacağına ‘denilmek’ oluyordu ya da ‘koymak’ pasifleşirken ‘konmak’ yerine ‘konulmak’ haline geliyordu vb. Şimdi bir derdim de bu. O hale geldi ki bu kullanım, ‘gecekondu’ yerine ‘gecekonuldu’ denecek ama kimse yadırgamayacak.
- Son bir şey de haber dilinden: Eskiden muhabirler ajanstaki metne bakıp kâğıda geçirirdi kendi diline, meşrebine uygun şekilde yazarak. Şimdi bu dijital bültenlerde işin kolayı bulundu. Kopyalayıp yapıştırıyorlar ve polisten, savcılıktan edinilmiş ajans bilgileri oralardaki dil aynen kullanılarak haber metni oluyor. ‘Kaydedildi’, ‘ifade edildi’, ‘ifadesinde bulundu’, ‘darp edildi’, ‘ihbar sonucu’, ‘polis ekiplerinin çalışması’ gibi kullanımların olduğu yeni gazetecilik dilinin nedeni bu. ‘Kadın yaralandı, komşuların ihbarı üzerine polis ekipleri geldi’ yazıyor mesela. Yahu niye ihbar etsin komşu, bunların hepsi mi muhbir oldu, haber veriyor olamaz mı? Birileri için ‘şahıs’ diye yazan muhabirler bile görüyoruz artık.
MAD: Alev’in burada sözünü ettiği soruna birkaç yazıda değinmiştim ben de, fakat onun gerekçesi aklıma gelmemişti. Çok yerinde bir saptama. Taklit bir öğrenme yoludur, öğrenmenin başlangıç adımlarından sayılabilir, ama tabii hep o ilk adımlarda kalırsanız olmaz, taklitten sıyrılmanız gerekir. Bir şeyi taklit etmek bir zihni çaba gerektirir. Gelgelelim kopya öyle değildir. Hele şimdiki teknolojik imkanlarla hiçbir beceri de gerektirmez. Kısacası, taklit edip birşeyler öğrenebilirsiniz ve sonra taklit etmeden, kendiniz olarak da ortaya birşeyler koyabilirsiniz. Sadece kopyalayarak patinaj yaparsınız, hep başkasısınızdır, yazdığınız da sizin değildir, onun bunundur… Muazzam bir sorun.
- Diken’in yayın yönetmeni Erdal Güven de aynı günlerde bir diken iletti: “ileri bir tarihe ertelendi.”
Gerçekten de sık duyduğumuz, yadırgamadığımız bir deyiş, sapanla saçma atmak kadar saçma. ‘Erte’ zaten gelecek zamanı belirtir, ‘bayram ertesi’ bayramdan sonraki bir zamanı gösterir mesela, Cuma ertesi de Cuma’dan sonrasıdır işte. ‘Ertelemek’ sonraki bir zamana bırakmaktır zaten, geçmiş bir zamana erteleyecek güç kimde var ki?
VAR MI CEVABI OLAN?
Geçen hafta okurumuz Merve Yıldız Güler’in sorusunu yayınlamış, cevabı olanların göndermesini dilemiştim. Kimsenin bir cevabı yokmuş ya da kimse cevap göndermeye gerek görmemiş. Hevesimiz kursağımızda kaldı, ziyanı yok, alışkınız, kursağımız geniştir…
Yalnız, aklıma bir şey getirdi bu durum. On yıldan çok oldu. Erciyes dağından indik, arabalara bindik İstanbul’a dönüyorduk. Bizim arabada üç kişiydik, akşam olmuştu, radyoyu kurcalıyorduk, Aksaray’dan geçerken yerel bir radyoda bir ilahi programına denk gelip kulak kabarttık. Erkek sunucu çalacağı ilahiyi ilan etti, sonra da dinleyicilerin isteklerini iletebileceklerini, onları çalacağını duyurdu. İlahi bitti, sunucu üç beş kelam etti, istek gelmediğini söyleyip “İlahi isteklerinizi şuraya gönderin” dedi. Yeni bir ilahi dinletti. O da bitince tekrar birkaç şey söyledi ama artık kendini tutamaz haldeydi:
“Hani nerde ilahileriniz! Neden göndermiyorsunuz isteklerinizi! Söylesenize hangi ilahiyi istediğinizi! Ne duruyorsunuz!!!!”
Bir ilahi daha koydu. Biz de artık uzaklaşmıştık, ilahi değil cızırtı dinliyorduk daha çok, çıktık radyodan, neler oldu bilmiyorum.
Gelelim Merve Yıldız Güler’in sorusuna… Bu üstünde-üzerinde meselesi üzerine biraz düşünmüştüm ben de. (Bakın, “üzerine düşünmüştüm” dedim.) Fark ettim ki ‘üst’ü ‘üzeri’den daha sık kullanıyorum ben, galiba hepimiz daha çok kullanıyoruz. Aralarında bir fark var belki ama belli belirsiz. Birbirleri yerine kullanılabilirler. Kubbealtı Lugati ‘üst’ maddesi altında birçok kullanım sıralıyor, bunlara da birçok yazardan cümle örnekleri veriyor. Oradan da bu iki kelimenin birbiri yerine kullanıldığını görebiliyorsunuz.
Yine de tercihlerimiz var herhalde. “Kitap masanın üstünde” diyorum ben; ‘üzerinde’ diyeni de gördüm tabii.
“Boşver, üstünde durma” diyorum; ‘üzerinde’ demiyorum.
“Üstüme gelme!”
“O kadar üstüne düşme şu çocuğun.”
“Deniz üstü köpürür, hey canım rinna nay…”
“Denizin üstünde hava bulut…”
Zaten ‘üst’ daha kullanışlı, ‘üzeri’ye çoğu durumda gerek yok:
Üst üste, yüzüstü, dizüstü bilgisayar, tam üstüne bastın, üstü kalsın, yerüstü zenginlikleri, üstüme iyilik sağlık…
Buna karşılık “üzerinize afiyet” diyoruz.
“Sınavda 10 üzerinden 6 aldım.”
“Beni başkalarının sözleri üzerinden yargılama Ahmet, kaç yıllık arkadaşız.”
“Abdülhamit Ayşe’yi aldattı, bunun üzerine Ayşe de hemen boşanma davası açtı.”
Bu cümlede de ‘üstüne’ denebilir belki ama bir nüans var ikisi arasında bana kalırsa. O nüans şu cümleyle beraber düşünürsek daha bariz:
“Ayşe derhal boşanma davası açmakla kalmadı, üstüne bir de tazminat davası açtı.”
Anlaşılan yerleşmiş kullanımlar var ve bunlarda ‘üst’le ‘üzeri’ değişirse bir ahenksizlik çıkıyor ortaya.
Ne dersiniz?