İstanbul Teknik Üniversitesi (İTÜ) Uçak ve Uzay Bilimleri Fakültesi Meteoroloji Mühendisliği Bölümü öğretim üyesi Prof. Dr. Mikdat Kadıoğlu, kuraklık, orman yangınları, susuzluğun nedenlerini ve çözüm önerilerini anlattı.
‘Zihniyet kuraklığı’ olduğunu vurgulayan Kadıoğlu, aynı yanlışları yaparak doğru sonuca ulaşılamayacağının altını çizdi.
AA’nın sorularını yanıtlayan Kadıoğlu, kuraklığın, tarımda verimsizliğe neden olmasının yanısıra orman yangını, susuzluk ve hayvanlardan insanlara geçen hastalıkların da sorumlularından olduğunu söyledi.
‘Yazın yanmaya açık yerler’
Orman yangınlarının hava sıcaklığıyla yakından ilişkili olduğunu hatırlatarak, özellikle yüksek basınç merkezlerinin oturduğu zamanlarda riskin arttığını söyleyen Kadıoğlu şöyle devam etti:
“Ekim su yılının başıdır. Su yılının başından itibaren kuraklığı ve yağışları takip edeceksiniz. Bir yerde ekim, kasım, aralık, ocak ve şubatta çok fazla yağmur yağmıyorsa, normalin bekleneninden aşağıda yağmur yağıyorsa, kuraklık var demektir. Bu bölgeler yazın yanmaya açık yerlerdir, durumu önceden görmek gerekiyor.”
“Önümüzdeki yaz döneminde orman yangını ihtimali yüksek olacak öngörüsüyle bu kapsamda ihale yapmak, orman işçisi kadrosu oluşturmak, uçak kiralamayı planlamak lazım” önerisinde bulunan profesör, yangın sonrasında ağaçlandırma yaparken yangınlara dayanıklı ağaç türlerine yönelmek gerektiğini, bölgeye uygun karma ağaçların tercih edilebileceğini söyledi.
‘En önemli artış dolu ve yangınlarda’
Kadıoğlu, dünyaya paralel olarak iklim değişikliğinin meteorolojik afet sayısındaki artışının Türkiye’de de görüldüğünü anlattı: “En önemli artış dolu yağışları ve orman yangınlarında var. Orman yangınları ve dolu gibi hadiselerin erken uyarı sistemleri geliştikçe afetlerin sayılarındaki artışa rağmen yaptıkları hasar ve yıkım azalıyor. Yani daha çok insan uyarıları dikkate alıp uyum sağladığı zaman daha az can kaybı oluyor ama mal kayıplarında önlem alınamıyor. Bağ, bahçe ve araba gibi malımızı ve ormanlarımızı maalesef afetlerden kaçıramıyoruz.”
‘Su olan yerde yerleşim yok’
Kuraklıkla birlikte beliren susuzluk tehlikesi hakkında da konuşan Kadıoğlu, Türkiye’de sularla şehirlerin yerlerinin farklı olduğuna dikkati çekti: “Su olan yerlerde yerleşim yok, su olmayan yerlerde de büyük kentler var. Tatlı su Türkiye ve dünyada zaten çok az. İstanbul’daki barajların sayısı belli, küçücük bir yer, üç tarafı deniz ama 20 milyona yakın nüfusu olduğu için suyu temin etmek zorlaşıyor. Bu nedenle Türkiye’nin farklı bölgelerinden İstanbul’a su taşıyoruz. Böylece su çok pahalı bir hale geliyor çünkü büyük bir enerji ve pompalarla suyu getiriyoruz, sorun daha da büyüyor çünkü su getirdiğimiz bölgedeki insanlar susuz kalıyor.”
“Taşıma suyla kentler dönmez, kentleşmeyi de su kaynaklarına göre yapmak gerekiyor çünkü bu anlayışı yıkmamız lazım” diyen Kadıoğlu şunları söyledi:
“Yani biz suyu yönetmiyoruz, su bizi yönetiyor. Daha doğrusu suya olan talep yönetiyor. O yüzden bilimsel olarak olaya yaklaşmak gerekiyor. Çeşitli kuraklıklar var, bunlardan en önemlisinin zihniyet kuraklığı olduğunu görüyorum.
‘Paradigmaları değiştirmek lazım’
Zihniyet kuraklığı var, yeni bir şey yapamıyor ve farklı yöntemler geliştiremiyoruz. Hep ezberlerden gidiyoruz, aynı yanlışları yaparak doğru sonuca ulaşmayı bekliyoruz ki ulaşamıyoruz. Sorumsuz bir duruma girdik, çözümsüz bir hale gidiyoruz onun için paradigmaları değiştirmemiz lazım.”
Kadıoğlu, yerel yönetimlere tavsiyelerde bulundu: “Madem ki su para kadar kıymetli ve önemli o zaman para gibi suyun da bütçesi yapılmalıdır. Nasıl ki mali yılın başı 1 Ocak’sa su yılının başı da 1 Ekim olmalı. Nasıl ki 1 Ocak’ta bütçe devreye sokulur, 1 Ekim’de de İSKİ gibi yerel yönetimlerin kuruluşları, su yılının başında su bütçesini devreye sokmalı. Gördüğüm kadarıyla her sene hazırlanan bir su bütçesi yok, ‘Su yılı başı’ diye bir kavram kullanılmıyor.”
Belediyelerin bünyesinde meteoroloji mühendislerinin bulunmasını gerektiğini söyleyen Kadıoğlu, “Kimler ne kadar su kullanıyor” sorusunun yanıtının bulunarak, “Kuraklık olduğu zaman suyun nereden sağlayabilirim” sorusunun yanıtının mücadele planlarının devreye girmesi gerektiğini anlattı.
Kadıoğlu, iklim değişikliğine uygun arazi planlaması yapılması ve hangi ürünlerin hangi bölgelerde yetiştirilebileceğinin araştırılmasının şart olduğunu belirterek uyardı: “Ürünler bir bölgede yetişiyorsa 10-20 sene sonra aynı bölgede yetişmeyebilir, bunun için nereler tarım alanı olarak kullanıma devam edecekse, oraları koruma altına almamız gerekiyor. Tarım alanlarına bina ve ev yapmamamız gerekiyor. Türkiye’de ezbere gidiyoruz. Su olmayan yerde şeker pancarı yetiştirmek, yalak sularına hücum etmek veya başka yerden büyük masraflara su taşımak sürdürülebilir değil.”