ALTAN SANCAR
altan-sancar@hotmail.com
@altansancarr
Prof. Dr. Baskın Oran, Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın ABD, Almanya ve Fransa dahil 10 ülkenin büyükelçisinin ‘istenmeyen kişi’ ilan edilmesi talimatı vermesini “Savaşta bile olmaz” diye yorumladı. Oran, büyükelçilerin bağlı bulunduğu ülkeden talimat almadan harekete geçmeyeceğine vurgu yaptı.
ABD, Fransa, Almanya, Hollanda, İsveç, Norveç, Finlandiya, Danimarka, Kanada ve Yeni Zelanda’nın büyükelçileri tutuklu işadamı Osman Kavala’nın Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararları doğrultusunda serbest bırakılması için çağrı yapmıştı.
Çağrının ardından, Erdoğan, “Yatıyorlar kalkıyorlar Kavala Kavala. Kavala dediğin Soros’un Türkiye şubesi” ifadesini kullanmış ve 10 ülkenin büyükelçilerini ‘istenmeyen kişi’ ilan etmek için ‘Dışişleri Bakanlığı’na talimat verdiğini’ söylemişti. Dışişleri ise henüz harekete geçmiş değil.
Kabine toplantısında ele alınması beklenen talimatın olası sonuçlarını ve büyükelçilerin açıklamasını Diken’e değerlendiren Prof. Dr. Oran, 10 büyükelçinin birden ‘istenmeyen kişi’ ilan edilmesinin ancak savaşlarda yaşanabilecek bir durum olduğunu söyledi.
Türkiye’nin bir dış politikaya sahip olmadığını savunan Oran’a göre, her şey Erdoğan’ın isteklerine göre belirleniyor.
Büyükelçilerin ülkelerinin temsilcileri olduğuna ve bağlı bulundukları ülkeden talimat almadan harekete geçmelerinin mümkün olmadığına vurgu yapan Oran’a göre Erdoğan geri adam atmakta tereddüt yaşıyor.
Prof. Dr. Oran’ın Diken’in sorularına verdiği cevaplar şöyle:
Tarihe belki de ’10 büyükelçi krizi’ olarak geçecek bir dönem yaşıyoruz. Hepsinden önce, nedir bu ‘istenmeyen kişi’ tabiri. Süreç nasıl işliyor?
Persona non grata, yani istenmeyen kişi tabiri diplomaside mevcut. İlanı ise elçiyi kabul eden ülkenin elindedir ve bu çoğunlukla siyasi nedenle yapılır. Kabul eden ülkenin yetkisinde olsa bile bunu sık sık kullanmak da olacak iş değildir. Siz bir devletin büyükelçisini istenmeyen kişi ilan ederseniz, anında sizin büyükelçiniz de geri gönderilir. Bunun sonucunda tam bir sağırlar diyalogu ve ardından da savaşa kadar gidebilen bir süreç başlar. Tabii şimdiki durumda Batılı ülkeler ile aramızda savaş söz konusu değil ama genel olarak savaşa giden tatsızlıklar bile yaşanabilir. İşte bu nedenle, bu ilanı hiçbir devlet kolay kolay tercih etmez.
Bir devlet, bir büyükelçiyi kabul ettiğinde onun dokunulmaz olduğuna da karar vermiştir. İstenmeyen kişi ilan edilir ise ülke sınırları dışına çıkana kadar dokunulmazlık hali devam eder.
Tüm bu durumun Kavala’nın serbest bırakılması çağrısı nedeniyle olduğu görülüyor. Bu açıklama diplomasi geleneği açısından yeterli bir sebep mi?
Ortada bir sebep yok ki yeterli olsun. On büyükelçi, işi aşağıdan alıp yukarı doğru çıkacak, yani hafiften başladılar. Kalkıp, Dışişleri Bakanlığı’na bir ziyarette bulundular. Bu ziyareti sanki kendi kapasiteleriyle yapmışlar gibi yumuşak gösterdiler. İşte bu durumun ardından devletlerinin yapacağı uyarılar gelecek.
Düzgün ülkeler, bunu tepeden inme yapmaz. Küçük uyarılar yaparlar. Önce istihbarat örgütlerini devreye sokarak karşı devletin istihbarat örgütüyle konuşurlar. Sonrasında dışişleri bakanlığı ile temaslar olur, sonrasında da çeşitli adreslerden demeçler başlar. Demeçlerin hiçbiri fayda vermedi ve sonunda büyükelçiler bu talepte bulundu. Fakat bunun ardından devletlerin talepleri gelecek. Derece derece yükseltirler ve pat diye işin içine girmezler.
Küçük uyarılar geldi mi?
Türkiye’nin kara parayla mücadele etmediği konusunda şikâyetler vardı. FATF, Türkiye’yi gri listeye aldı ve bu bir adım sonra kara listeye alınması demektir. Cenevre’de gayrı resmi bir mahkeme kuruldu ve Türkiye mahkûm edildi. Bu durum gayri resmiydi, ancak arkasından resmi durum ortaya çıkacak. Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi devreye girecek ve AİHM’in kabul edilmesi zorunlu kararlarının kabul edilmediği hatırlatılacak. Yine bu arada ABD’den Halkbank konusunda ciddi bir uyarı geldi. Bankanın ceza alabileceği, hatta (sanıkken ABD’li mahkemeyle işbirliği yapan) (Rıza) Sarraf’ın da tanık olabileceği söylendi. Buna ek olarak içeriden de uyarılar geliyor. Büyük burjuvazi olarak TÜSİAD da bir uyarı yaptı. AKP ve MHP’nin dayandığı küçük ve orta burjuvazi de uyarı yaptı, yani Hisarcıklıoğlu da konuştu. Abdullah Gül ise bu uyarıyı yapan 10 büyükelçiden biri olan Finlandiya büyükelçisiyle fotoğraf çektirdi ve yayınladı.
Türkiye’nin ise 2011 yılında beri bir dış politikası yok. Eğer bu dış politika bu şekilde sürecek olursa, Türkiye’nin hali harap. Yine SWAP hariç, Merkez Bankası’nda 52 milyar dolarlık bir eksinin olduğunu da hatırlatalım.
O zaman bu 10 büyükelçi bir politikanın uyarısını mı yaptılar? Daha doğrusu, ‘Harekete geçin’ talimatı mı aldılar?
Büyükelçiler talimat almadan harekete geçemez. Devleti içeride devlet başkanı, dışarıda büyükelçi temsil eder. Dolayısıyla her yaptıkları devletin yaptığıdır. Zaten kendileri yapmış gibi, mektup vererek başladılar. Zaten Almanya da hemen arkasından destek oldu.
Gerçekten içişlerine mi karıştı büyükelçiler?
Hangi içişleri! İnsan hakları ve azınlık hakları içişlerinin konusu değil. Üyesi olduğumuz AGİT, 1991 Cenevre toplantısında, “Haklara riayet uluslar arası ilgi alanına girer ve bu nedenle ilgili devletin içişlerine ait değildir” diyor. Berlin Duvarı’nın yıkılmasından sonra insan hakları bir numaralı basamakta yer almaya başladı. Yapılan “İçişlerine müdahale ettirmeyiz” açıklaması, “Kendi insanımıza rahatça işkence edebiliriz, siz karışamazsınız” demek. 1889 Lahey Konvansiyonu’ndan bu yana devletlerin birbirine karşı zehirli gaz kullanması yasaktır. Saddam ise, zehirli gaz kullandı. Kullanma demek, Irak’ın içişlerine müdahale mi olur?
Batılı ülkeler neden harekete geçme gereği duydu?
Ufak ufak uyardılar ama Türkiye kulağının üzerine yattı ve dinlemedi. Ben şimdiye kadar 10 büyükelçinin birden istenmeyen kişi ilan edildiğini ne gördüm ne de okudum. Bu savaşlarda olabilir, yani savaş ilan edilir, büyükelçiler sınır dışına çıkana kadar dokunulmazlıkları sağlarsın ve elçiliklerin arşiv dokunulmazlığına saygı gösterirsin. Ama ben bu kadarını savaşlarda bile duymadım. Bu durum fantastik bir şey. Fantastik olmasının bir yanı da iç politika için yapılmış olması. Yani içeride “Helal olsun, 10 devlete kafa tuttu. Osmanlı da küffarın elçisini falakaya çekmişti” diyenler var.
Siz diyorsunuz ki “Savaşlarda bile duymadım.” Bu büyük bir kırılma demek değil mi? Buradan dönülür mü?
Sorunun muhatabı cumhurbaşkanının kendisi. Cumhurbaşkanı, “Türkiye’yi soktuğum yerden nasıl çıkarırım” diye düşünüyor mu düşünmüyor mu bilemem. İki ayrı yerde “Talimat verdim, istenmeyen adam ilan edeceğiz; onları ağırlama lüksümüz yok” dedi. Bu açıklama bana, Kenan Evren’in “Asmayalım da besleyelim mi?” sözünü hatırlattı.
Kasım aynı sonunda AİHM’in kararlarının uygulanması için verilen sürenin de sonuna geleceğiz. Batılı ülkelerin ses tonu giderek artacak mı size göre?
Zaten artıyor. Suyun yükselmesi gibi yavaş yavaş yükselen uyarılar yapıyorlar. Avrupa Birliği’nin Türkiye raporunda, “Türkiye Cumhuriyet Suriye’de işgalci güçtür” dedi. Bunu resmi raporunda AB’nin kendisini söylüyor. Daha ne desinler!
İç politika demişken, bu bir çıkış olarak mı kalacak yoksa uygulama potansiyeli söz konusu mu?
Erdoğan, ne söylememesi gerekiyorsa söylüyor; ne yapmaması gerekiyorsa yapıyor. Türkiye’nin özeti bu durumdadır. Bu 10 büyükelçi ki içinde yedi tane de NATO müttefiki olan devletlerden oluşuyor. Demek ki önümüzdeki kitaplara bunu da yazacakmışız.
Belki sizin de yetiştirdiğiniz bazı bürokratlar şu an Dışişleri Bakanlığı’ndan yer alıyor. Bu kriz anında bürokratların yapması gereken nedir?
Dışişleri’nin bazı özellikleri vardır. Yani iç politikada birçok şey yaparsınız, kol kırılır yen içinde kalır, fakat dış politikaya intikal eder ise sizin kontrolünüzden çıkmıştır. Osmanlı ve Bizans’ın tecrübelerini ihtiva eden bir yapıdır Türk dışişleri, çünkü aynı yerde kurulmuş devletlerdir bunlar. Devletlere coğrafya hükmeder.
Türk dışişleri, bugüne kadar ve 1453’ten önce gelen birtakım tecrübeler ile yoğrulmuştur. Diğer bakanlıklara göre de çok iyi eğitilmiş olan bürokratları, el altından hükümeti uyarırlar. Hükümetler de çoğu zaman bu uyarıları dinlerler. Fakat şu anda hükümet diye bir şey yok, bir tek adam var. Dışişleri Bakanlığı’nı elimle koymuş gibi biliyorum ki düğüm olmuş durumda. Zaten bütün sonuçlar sözlü ve yazılı olarak bakana iletilmiştir ki bakan da tek adama iletmiştir. Fakat tek adam dinlemiyor ve bunda kararlı. Ne yapabilirler ki bu durumda?
Gelelim kötü senaryoya; 10 büyükelçi istenmeyen kişi ilan edilirse, Türkiye’nin karşılaşacağı kötü senaryo ne olabilir?
Tek bir kötü senaryo yok, onlarca kötü hatta berbat senaryo var. Bizzat geçmişte ekonomiden sorumlu olduğu için duruma herkesten daha fazla hakim olan Ali Babacan açıklama yaptı. Daha önce SWAP hariç, 35,9 milyar dolar olan eksiyi, 52 milyar dolar olarak açıkladı. Batılı ülkeler, istedikleri anda Türkiye’yi ekonomik olarak boğabilirler, ama yapmazlar. Adım adım uyarılar üzerinden giderler, ama en sonunda sen büyükelçileri yollarsan, onlar da senin 10 büyükelçini atarlar. Ondan sonra işin içinden çıkamazsınız! Eğer sen kendi insanına insan muamelesi yapmazsan, sana devlet muamelesi yapmazlar.