
BAHADIR KAYNAK
@bahadirkaynak
Bir reklamda geçiyordu: Aile gibi, sevgi gibi paranın satın alamayacağı özel şeyler vardı; diğer her şey için kredi kartı yeterliydi. Zaman ilerledikçe paranın alamayacağı şeyler kümesi daralıyor duygusuna kapılmamak mümkün değil.
İşte bir zamanlar romantik futbol seyircisinin bayramı olan Dünya Kupası, sadece maddi kaygılarla bu sene Katar’da düzenleniyor. Futbolla ve hatta sporla uzaktan yakından alakası olmayan bir prenslik, nereye koyacağını bilemediği paralarıyla küçük bir hovardalık yapmaya karar verdi, dünyanın futbolunu ayağına getiriverdi.
Aslında petrol ve doğalgaz zenginlerinin futbola el atması yeni bir durum değil. Katarlılar daha önce -Rus oligarklarının yaptığı gibi- arkasında hikayesi, milyonlarca seveni olan futbol kulüplerini satın alarak işe koyulmuştu. Bir zamanlar forma reklamı almamakla övünen Barcelona’ya bile Qatar Airways markasını giydirip Espanyol taraftalarının, “Katar Katalonya değildir” diye pankart açarak dalga geçmesine sebep olmuşlardı. Türkiye’nin taraftar zengini, para fakiri büyük kulüplerinin bile Körfez iş adamlarının radarında olduğu konuşuluyordu.
Ama Dünya Kupası’nı alıp kendi ülkelerine götürmeleri, hem zenginliklerinin boyutunu görmek hem de dünyanın kalanının para için neleri yapmaya hazır olduğuna şahit olmak bakımından ilginç. Elbette Ortadoğu toplumlarının da Dünya Kupası düzenlemeye hakkı var ama bunun için bu işe gönlünü vermiş, milyonlarca futbolseverin olduğu ülkelerin değil, doğalgaz zengini, küçük bir prensliğin seçilmesi abes. Öyle ki Arabistan yarımadasının sıcağında turnuva yazın yapılamayacağı için kupanın mevsimi bile değiştirildi. Şimdilik, katılan takımların formaları giydirilmiş kiralık Pakistanlı taraftarların tezahüratlarıyla havaya girmeye çalışıyoruz. Az sayıda gerçek taraftar da boşuna statlarda “Bira istiyoruz” diye bağırıp duruyor. Dünyanın en popüler sporunun kodamanları, burnundan kıl aldırmayan Batılılar, önlerine serilen zenginliğin karşısında eğilip bükülüyor.
Katar gibi Arap yarımadasının ücra bir köşesinde, normal koşullarda hiç kimsenin dikkatini çekmeyecek bir prensliğin böylesine dünyayı parmağının ucunda oynatmasının şaşırtıcı bir tarafı var. Öte yandan Körfez’in hudutsuz zenginliği sadece futbol alanında karşımıza çıkmıyor. Hatta bunu giderek zenginleşen bir grup elitin küçük bir şımarıklığı olarak görebiliriz. Bundan çok daha önemli olarak, böylesine büyük zenginlikler dünya siyasetinde belirleyici bir rol oynayabiliyor. Para, orduların geçemediği sınırları geçiyor, zapt edilemeyen kaleleri kolaylıkla içeriden fethedebiliyor.
Körfez parasının dünya siyasetinde kritik bir rol oynamasına aslında ilk defa rastlamıyoruz. Doğalgaz nispeten yeni bir zenginlik kaynağı ancak petrol 20’nci yüzyılın başından beri belki dünyanın en büyük endüstrisi. Suudi parasının Soğuk Savaş yıllarında kritik zamanlarda devreye girip uluslararası siyasette önemli etkiler yarattığını biliyoruz. Sadece Afganistan’da Kızıl Ordu’ya karşı mücadele veren mücahitlerin ve onların arkasındaki Pakistan’ın şaibeli güvenlik kurumlarının finansmanından bahsetmiyorum. Aynı zamanda yine Sovyetleri çevrelemek amacıyla uygulamaya sokulan ‘Yeşil Kuşak‘ projesi ve karanlık uzantılarının arkasındaki maddi destek de Körfez’de bulunabilir. CIA’nin kendi bütçesinden karşılayamadığı bazı örtülü operasyonların bir biçimde bu yan cepten fonlandığına dair güçlü şüpheler hep mevcuttu.
Dahası bu örtülü operasyonların sadece Ortadoğu ve çevresiyle sınırlı kalmayıp Latin Amerika’ya kadar uzanan geniş bir coğrafyaya yayıldığına dair rivayetler var. Petrol rantı, siyasi amaçlar için kullanılmaya müsait kaynaklar yarattığından bu paranın dönemin ihtiyaçları doğrultusunda harcanmasında şaşılacak bir şey yok.
Bugün de dünyanın en büyük petrol ihracatçısı Suudilerin elindeki kaynakları siyasi etki için kanalize edebildiğini biliyoruz. Yine Rusya’nın da petrol ve doğalgaz satışları sayesinde sahip olduğu mali gücünü Batı’daki seçimleri manipüle etmek için kullandığına dair söylentileri son yıllarda çokça duyduk. Trump’ın kazandığı ABD seçimlerinden Brexit’e bir dizi önemli siyasi dönemeçte Rus parasının ve devletinin etkili olduğuna dair iddialar ortaya saçıldı. Açıkçası işin bu kısmının biraz abartılı olduğunu düşünmekle beraber petrol ve doğalgaz kaynaklı zenginliğin siyasi değeri göz ardı edilebilir gibi değil. Kendisi de iflasa sürüklenmeden önce Venezüela’nın, Küba’yı ayakta tutmak için petrol zenginliğini kullandığını biliyoruz.
Suudi Arabistan, Rusya, Venezüela önemli enerji ihracatçıları olmakla beraber orta veya büyük ölçekte devlet yapılarına ve hatırı sayılır nüfuslara sahip aktörler olarak değerlendirilebilir. Oysa bugün Dünya Kupası’nın ayağına getirdiği gibi uluslararası siyasete de damgasını vuran Katar, bir zamanlar Suudi prensin, “300 kişi, bir de televizyon kanalı” diye dalga geçtiği bambaşka bir varlık.
İstanbul’un herhangi bir mahallesi kadar nüfusu olan, dünyanın ücra bir köşesindeki küçük bir ülke nasıl böyle bir etki yaratabiliyor? Cevap, elbette doğalgaz sayesinde. Güney Pars sahasındaki muazzam doğalgaz yataklarını İran’la beraber paylaşan Katar, az sayıdaki nüfusunun ihtiyaçlarının çok ötesinde bir gelire sahip. Fosil yakıt kaynakları içinde en temizi olarak bilinen doğalgazın yaygın kullanımı petrolden çok sonra gerçekleşti ancak toplam enerji tüketimi içerisindeki payı düzenli olarak artıyor. Aralarında bizim de olduğumuz tüketici ülkeler de kesintisiz ve ucuz enerji ihtiyaçları sebebiyle üretici ülkelere para akıtmaya devam ediyor. Rusya-Ukrayna savaşı sebebiyle bir numaralı doğalgaz üreticisinin pazar payı kaybına uğraması ve enerji fiyatlarındaki sıçrama üretici ülkeler için iyi bir haber. Gerçi küresel ekonomilerin resesyona gittiği korkusuyla fiyatlarda biraz gevşeme var ama yine de dünyanın parası önümüzdeki yıllarda doğalgaz tedarikçilerinin cebine akmaya devam edecek.
Yani Katar gibi bir ülkenin Dünya Kupası için ayırdığı para sektörün başını döndürmüş olabilir ama gelecekteki nakit akışları da düşünülünce bu onlar için önemli bir meblağ değil. Beslemeleri gereken çok sayıda ağız da olmadığından yerden fışkıran bu kaynağın nasıl kullanılacağı önümüzdeki dönemin uluslararası siyaseti açısından da belirleyici.
Türkiye’yle ve mevcut hükümetle de derinlikli ilişkileri bulunan Katar önümüzdeki dönem bu çizgisini sürdürecek mi? Mevcut durumun devam etmesi için ellerini ceplerine atmaya hazırlar mı? Bu yaptıkları yatırımın karşılığında ekonomik ve siyasi beklentileri nelerdir? Ve belki daha da önemlisi ellerindeki bu muazzam kaynakları nasıl kullanacaklarına kendi başlarına mı karar veriyorlar yoksa Batı’da onları yönlendiren bir ağababaları var mı?
Elbette Türkiye’ye gelen tek yabancı kaynak Katar’dan veya başka bir Körfez ülkesinden akan sermaye değil. Bu akış ekonomik gerekçelerle açıklanabildiği sürece belki çok da üstünde durmaya gerek yok. Sermaye için paranın rengi, dini, milliyeti olmaz. Getirisini en çoklayıp riskini dağıtacak politikaları izlemelerini olağan karşılıyoruz.
Öte yandan derin negatif faizlerin olduğu bir ülkeye düzenli ve yoğun sermaye girişleri yaşandığında bunun nereden ve neden geldiğini merak etmemiz gerekir diye düşünüyorum. Bu elbette yabancı sermayeye veya bunun belli ülkelerden gelmesine yönelik bir tepki değil. Bilakis, arkadaki gerekçeleri anlamak, şeffaflığın sağlanması adına kaçınılmaz bir talep. Sabahtan akşama kadar terörden, beka kaygılarından bahsedilen bir ülkede yabancı bir ülkenin hangi gerekçelerle ve hangi beklentilerle on milyarlarca doları getirdiğini merak etmek zorundayız. Bu temel bir milli güvenlik sorusu.
Evet, reklamlarda söylendiği gibi paranın alamadığı bazı şeyler var. Bugün görüyoruz ki futbol coşkusu bunlardan birisi değil. Çok zengin birilerinin küçük şımarıklıkları bu keyfi elimizden aldı.
Sadece Türkiye’yle sınırlı kalmadan söylüyorum: Umarım ülkelerin kaderleri, demokrasilerin geleceği de de bu parayla satın alınamayan şeyler arasındadır. Yoksa, “Her şeyin bir fiyatı var” diyorsak giderek köleleştiğimiz, kendi kaderimizi birkaç kişinin eline bıraktığımız bir dünyaya doğru gidiyoruz demektir.