MURAT SEVİNÇ
Seçim sonuçlarına-rakamlara dair, bir kısmını hiç ikna edici bulmadığım, ancak ikna edici bulmayanlar genellikle ‘ülke sosyolojisini bilmemekle’ itham edildiği için dile getirmeye çekindiğim muhtelif varsayımların tamamı, 28 Mayıs ardından tartışılabilir. Bıkmadan yinelemekten yanayım; polemikler, kavgalar, çözümlemeler, muhalefetin günah ve sevapları üzerine sorgulamalar on üç gün ertelenebilir. Önümüzdeki günlerde yalnızca ikinci tura odaklanabiliriz, odaklanmalıyız. Şu satırı okuyup, hâlâ ikinci turdan söz edenlerin ne denli aptal olduğunu düşünen ve bunu dile getirmek için sabırsızlananlar olduğunun farkındayım kuşkusuz. Önemi yok, yeter ki enerjimizi tasarruflu kullanalım ve 28 Mayıs’ı hedefleyelim. Eğer Kılıçdaroğlu ilk turda yüzde 49 oy alsaydı gerek duyulmayacak pek çok eleştiri, biraz daha ertelenebilir. Ayrıca, “Bildiklerimi söylersem yer yerinden oynar” saz heyetini de bir süre duymazdan gelebilir, ha keza, feysbuk ve vatsap gruplarına itidal tavsiye edebiliriz.
Son 24 saatte eş dostta bir toparlanma görüyorum, çok sevindirici. Sabahın köründen gece yarısına dek görevli oldukları sandıklarda AKP’li ablukasına karşı hukuk mücadelesi veren yakınlarım da yorgunluğu atlattı galiba, bu sabah tanıdıkları aramaktan söz ediyorlardı. Gençler moralsizmiş, çok haklılar, onların ilk şoku, alışırlar yıllar içinde.
Güzel de, seçmendeki toparlanmanın partilere/siyasetçilere sirayet etmesi gerek. Muhalefet hızlı davranmalı, tam saha prese başlamalı, hani hep şakalara konu olan Mustafa Sarıgül var ya, işte onun enerji ve çabasını örnek almalı. İkinci tur da kaybedilirse bol bol “Biz zaten demiştik, ah bizi dinlemediler,” diyecek fırsatları olacak.
AKP’nin ve Erdoğan’ın oyu düştü, somut gerçeklerden biri bu. İlk turda kazanan olmadı, bir diğer elle tutulur gerçek. Muhalefet, ayan beyan ortaya çıkan değişim isteğini ve bunun dönüştürücü etkilerini anlatabilmeli. Muhalefet, şu hükümet sisteminde cumhurbaşkanının konumunun meclisten daha etkili olduğunu anlatabilmeli. Muhalefet, iktidarın ‘istikrarsızlık olur’ iddiasını onlara karşı kullanıp, ‘topal ördek’ ile ‘dizginsiz ördek’ arasındaki farkı anlatabilmeli. Muhalefet, hâlihazırdaki mecliste kimlerin yer aldığını, iktidar blokunun ideolojisini ve muhtemel sonuçlarını anlatabilmeli. Muhalefet, AKP’nin oy kaybettiğini ve Erdoğan’ın ‘kazanamadığını’ ısrarla hatırlatmalı. Bir de, muhalefet şu iki haftalık sürede, eğer mümkünse, ahalinin azımsanmayacak kesiminin telaffuz etmekte dahi zorlandığı ‘güçlendirilmiş parlamenter sistem’ ifadesini ağzına almamalı.
Çok yoğun bir propaganda süreci ve emek gerekiyor. İmamoğlu ve Kaftancıoğlu’na görev verilmesi iyi oldu. Hepimiz, her bir yurttaş, çaba harcamalıyız. Herkesin ikna edeceği birileri vardır bu hayatta, haydi. Yalnızca oy için değil, öncelikle sandığa gitmesi sağlanmalı insanların. Yaşamına sahip çıkması için. İktidarın, yüzde 49,5’luk ‘mucizevî’ oranın muhalif seçmeni umutsuzluğa sevk edeceğini umduğu çok belli. Hepimizin bir görevi, şaşkınlık yaşayanları, küsenleri ve ilk turda gitmemiş olanları sandığa götürmek olsun. Oya Baydar bugünkü yazısında, her ne kadar ikinci turdan umutlu olmasa da yeniden sandığa gideceğini ve beraberinde ilk turda ‘oy kullanmamış’ iki kişiyi de götüreceğini söylemiş. Harika. Mesele bu işte. Çünkü, muhalefetin seçmeni sandığa gitmezse, Erdoğan seçimi yüzde 60’la da kazanabilir.
Partilere, özellikle CHP’ye düşen bir görev, bu kez veri akışında bir sorun yaşanmayacağının güvencesini vermek. İnsana kendisini ‘salak’ gibi hissettiren en önemli etmen bu ve şu ana dek ikna edici bir açıklama yapılamadı. Seçmen, sandıklarda görev almak için yoğun başvuru yapmalı ve partiler, kendi partisine başvuranların ‘kim’ olduğuna biraz dikkat etmeli. Bir başka öneri işin uzmanı olan bir arkadaşımdan geldi: Özellikle deprem bölgesi, Doğu ve Güneydoğu’daki kritik yerlere -dokunulmazlığa sahip- milletvekillerinin gitmesi ve olup biten nahoş işler varsa bunları görüntülemesi. Sade yurttaşın gücünün yetmediği gelişmeler yaşanabiliyor.
Durup dinlenmeden çalışmalıyız. Siyaset esnafından çok şey beklemeden, kendimizi kandırmadan, her sonuca hazırlıklı bir biçimde 28 Mayıs’ı düşünmeliyiz muhterem okur. Çevrenizde hâlâ şokta birileri varsa onları da hafifçe çimdikleyin şekerim, haydi.
Bir anayasa sorusu: Bir bakan, milletvekili seçilirse ne olur?
Yanıt: Bir bakan, milletvekili seçilirse artık bakanlık yapamaz.
Anayasa’ya göre, “Türkiye Büyük Millet Meclisi üyeleri, Cumhurbaşkanı yardımcısı veya bakan olarak atanırlarsa üyelikleri sona erer.” (106/4). Demek ki, bir kişi aynı anda hem milletvekili hem bakan olamaz. Peki, bir kişi ne zaman milletvekili seçilmiş sayılır? Sonuç, il seçim kurulunca ilan edildiğinde. Mazbata, vekilliğin kazanılması için gerekli değildir. Meclis’teki yemin töreni ise, yalnızca ‘göreve başlamaya’ ilişkindir, milletvekili sıfatını kazanmasıyla ilgili değildir. Bir örnek: 2007 yılında seçilen bir MHP milletvekili Mehmet Cihat Özönder, mazbatasını almaya giderken trafik kazasında yaşamını kaybetmiştir. MHP, sonraki ismin onun yerini alması için başvurmuş, bu başvuru YSK tarafından reddedilmiş ve MHP, döneme ‘bir eksikle’ başlamıştır. YSK, Özönder’in, seçimin yapıldığı günün akşamında artık milletvekili olduğuna karar vermiştir. (27.07.2007 gün ve 716 sayılı karar.) Hal böyleyken, şu anda bakanlık yapan isimler, artık milletvekilidir. Bu sıfat için ne mazbataya ne yemine ihtiyaç olduğundan, bir dakika bile bakanlık yapamamaları gerekir. Anayasa’nın ciddiye alındığı bir ülkede. Türkiye’de yapabilirler kuşkusuz, ‘sıkıntı yok!’