NEBAHAT KOÇ
Herkes hatırlamayabilir ama ‘bir zamanlar’ ‘Plastip Show’ diye bir politik mizah programı vardı bu ülkede. Siyasi liderler, silikon kuklalara dönüştürülür, bol bol ti’ye alınırdı. Üstelik de TRT’de! Bir de bugünü düşünün…
Senaristi Erdil Yaşaroğlu’ydu o programın… Günümüzün en popüler karikatüristlerinden biri şimdi o… Penguen’de çiziyor.
Yaşaroğlu’yla, politik mizahı, dünkü ve bugünkü siyasetçilerin mizaha bakışını, Türkiye’nin değişen ve hiç değişmeyen sorunlarını konuştuk.
‘Plastip Show’u hatırlatarak, “Şu anda bırakın TRT’yi, 20’nci yüzyılda yaptığımız politik mizah programı, 21’inci yüzyılda hiçbir kanalda yok. Nedeni hoşgörü azlığı” diyor Yaşaroğlu ve ekliyor: “Erdoğan’ı gülerek çizmek istedim, bir türlü benzetemedim. Sonunda sinirli gülerken çizdim.”
Yaşaroğlu, mizahın baskıcı toplumlarda geliştiğini, o nedenle dünyaya kıyasla Türkiye’de mizahın çok yüksek olduğuna dikkat çekiyor. Muhalefet partileriyle medyanın yeterince görevini yerine getiremediğini, muhalefet yapmanın zaman zaman kendilerine kaldığını söylüyor, ‘Maalesef.’
Mizah okuyan, mizaha dava açmaz
Kendinizi nasıl tanımlıyorsunuz?
Karikatür çiziyorum, mutluyum. İşin özeti o. Televizyona da bir sürü programlar hazırladım. Hobi olarak heykel yapıyorum. Ama esas tek aşkım var, karikatür. En sevdiğim, en uzun ve kesintisiz yaptığım da karikatür.
Karikatür çizerken özgür müsünüz?
Evet. Kendimizi özgür hissediyoruz. Başımıza bir şey gelene kadar. Penguen dergisi olarak bir sürü davalar açılıyor. O kadar saçma davalar da var ki. Karikatürünüzde Ahmet Keskin diye bir isim uyduruyorsunuz. Adana’dan birisi ‘Adımı niye kullanıyorsunuz’ diye dava açıyor.
Vatandaş okuyormuş demek ki, bu güzel değil mi?
Okuduğunu zannetmiyorum. Mizahı okuyan, mizaha dava açmaz, uğraşmaz. Aksine sever, daha hoşgörülü olur.
Özal duvarına asardı, Demirel hiç dava açmadı

O meşhur kapak…
Siyasetçilerden dava açan var mı?
Bize en meşhur iki dava açıldı. Eski başbakan Erdoğan ve eski kültür turizm bakanı Atilla Koç tarafından. Metin Abi (Üstündağ), ‘uyuyan bakan’ diye yazı yazdı. O da, “Uyumuyorum” diyerek dava açtı. 2004 yılında Erdoğan, ‘Tayyipler Alemi’ne dava açtı. Ondan sonra hiçbir şekilde siyasilerden bir dava gelmedi. Bu iki dava da reddedildi.
-Daha önceki dönemlerden dava açan siyasetçiler olmuş muydu?
Penguen’den önce Limon, Leman, Gırgır ve Çarşaf’ta da oldu. Özal mesela çok severdi karikatürleri. Hatta biriktirir, imzalı alıp, duvarına asardı. Ama dava da açardı. Ama Demirel hiç açmadı.
Mizahla hakaret sınırı çok ince bir çizgi
İşinizi yaparken otosansür uyguluyor musunuz?
Hayır, hiç uygulamadık. ‘Bunu yapmayalım, bize kızarlar’ üzerinden değil de, ‘Bunu yapmayalım, yanlış anlaşılır’ tarzında oluyor. Çünkü, mizahla hakaret sınırı çok ince bir çizgi. Orayı geçmememiz lazım. Orayı geçerseniz, mizahınız da çöküyor ve iyi bir şey haline gelmiyor. Yavanlaşmaya başlıyorsunuz.
Çizgi metaforlarla bezeli olduğu için biz elma anlatmak istemişiz ama birisi bu bakış açısıyla bunu armut şeklinde anlayabilir. Yanlış anlaşılır diye geri çektiğimiz ya da revize ettiğimiz oluyor. Ama hiçbir zaman siyasi olarak, ‘Aa, bu bize şöyle yapar, şöyle korkarız’ diye engellediğimiz karikatür olmadı.
Devlet ihaleleri peşinde koşmuyoruz
Mesleğinizi yaparken korku hissediyor musunuz?
Ne olabilir? Dava açılabilir. Biz bağımsız dergi olduğumuz için, bir yerden bir şeye bağlı değiliz. Bir şekilde devlet ihaleleri peşinde koşmuyoruz. Ya da ‘Başka bir yerlerde şirketlerimiz var da, orada özel işler yapılıyor, şu anlaşmaları yapmamız lazım’ gibi dertlerimiz olmadığı için… Burada çizerlerin sahibi olduğu bir dergiden bahsediyoruz. O yüzden çok da korkulacak bir şeyimiz, kaybedecek çok fazla bir şeyimiz yok.
Karikatüristler medya mensubu mudur?
Aynen, niye katmayısınız ki. Basın kartı veriyorlar bize.
Şunun için, medya mensubunun yaşadıklarını siz de hissediyor musunuz?
Aramızdaki temel net fark, biz bir şeyleri mizahla anlatıyoruz. Bu, bizim tamponumuz. İki şekilde tampon oluyor; birincisi sevimliyiz (öyle ya da böyle, ya da bir kesim öyle görmeyebilir). İkincisi, çok okumayanlar, mizahla ilgilenmeyenler anlamıyorlar. İlgilenen de seviyor zaten, çok da uğraşmıyor durumu var. Bir de diyorlar ki, ‘Sürekli 12 yıldır Ak Parti’yi çiziyorsunuz.’ Biz de diyoruz ki, ‘12 senedir Ak Parti dışında başka iktidar yok ki.’ Çünkü iktidar eleştirilir. Biz Ak Parti’yi değil iktidarı eleştiriyoruz.
İlk yayınlanan karikatürlerim, Kadıköy Anadolu Lisesi’nin Martı gazetesinde müdürle dalga geçen karikatürlerimdi. Çünkü oranın iktidarı müdürdü. Gücü eleştirirsiniz. Biz muhalefet liderini de eleştiririz. O da muhalefetin iktidarıdır. Genelkurmay’ı, Obama’yı da eleştiririz. Çok da doğal bir şey değil mi?
En basit bir örneğini vereceğim, uyduruyorum, diyor ki, ‘Elektriğe yüzde 20 zam.’ Bunu dediği anda, senin cebinden para gidiyor. Hepimize dokunan bir şey bu. Şimdi buna senin bir şey söyleme hakkın doğmuyor mu? Bu hakkı, demokrasimiz vermiş. Biz de, o hakkı kullanıyoruz.
Mizah baskıcı toplumlarda çoğalır

Son sayının kapağı.
Türkiye’de bugün mizah kültürü ne aşamada?
Dünyayla kıyasladığımızda çok kuvvetli mizah kültürümüz var. Hem üreticiler hem de okuyucular olarak çok kuvvetliyiz. Seviyoruz çünkü. Mizah bizde Selçuklu’dan itibaren vardı. Osmanlı kültüründen geliyoruz. Hep imparatorluk kültürü var. Padişahın burnu kocaman dediği anda, burnunu kesiyorlar. Bunu diyemiyorsun. Kendince, onu söylemenin başka yollarını buluyorsun. Mizah böyle gelişiyor.
Baskı olan toplumlarda, sadece günümüz iktidarından bahsetmiyorum, konuşmayı engellediğin zaman, mizah yeşermeye başlıyor. Çünkü mizah, alternatif bir dil, alternatif bir iletişim yolu.
Dünyaya baktığınız zaman karikatür ve mizahın en fazla geliştiği ülkeler İran, Mısır. İmparatorluk kültürleri gelişmiştir. Mizah İngiltere’de de gelişmiştir. Ama orada demokrasi de gelişmiş olduğu için o ayrı bir şey. Ama mizah, baskıcı toplumlarda çoğalır.
Gezi’de mizah patlamadı, sadece sokağa döküldü
Türk insanı mizahta üretken mi? Bu, Gezi’de çok dile getirildi de?
Gezi’de ‘Mizah patladı’ diye bir şey çıktı. Bu konuda basın ve birçok insan yanlış düşündü. Çünkü, Gezi’de mizah patlamadı. O mizah zaten vardı ve o zaman sadece sokağa döküldü. Gezi’de yapılan mizah zaten biz dergilerin yıllardır yaptığı, internette yıllardır olan, yurtdışından gelen mizahın geniş kitlelere ulaştırılmasıydı. Yoğurulmuş mizahın sokağa dökülmüş haliydi. Yeni keşfedilmiş bir şey değildi.
Mizah zenginliği güzel bir şey değil mi?
Kesinlikle çok güzel bir şey. Bazı devlet büyükleri, ‘Dünyaya rezil olduk’ dedil. Aksine, Türkiye’nin ne kadar modern olduğu, ‘Şiddet yanlıları da vardı’ ama genele ve esas başlangıcına bakarsanız, güzel, zekice, mizahı, müziği kullanarak protesto edilebildiği görüldü. En modern ülkeler dediğimiz o Batı kültürünün, o Amerika’nın çok çok üzerinde kaliteli bir duruş sergilendiğini gördük.
Olması gereken, özgür basındır
Peki medyanın halini nasıl buluyorsunuz?
Olması gereken değil tabii. Olması gereken, özgür basındır.
Basını takip ediyor musunuz?
Bir yandaş medya, onun karşısında da sert medya var. İkisinden de birer tane örnek izlesen yeter. Çünkü genelde birbirinin replikası haberler olduğu için. Eskiden basılı gazete alırdım ama şu anda gazete haberleri genelde birbirinin aynısı olduğu için internetten takip ediyorum.
Her çeşitten okumaya çalışıyorum. Bir şekilde bir taraflık durumu var. Bu, hastalığı anlayabilmek için Türkiye’de illa üç doktordan görüş alma durumu gibi. Olayı anlayabilmen için ötekini de ötekini de diğer ötekini de okuyup, kendin bir çıkarımda bulunuyorsun. Buna artık mecbursun. Güvendiğin, bağımsız, bu tertemiz, bu doğru haber veriyor denilen yayınların sayısı çok az. Yurtdışında da böyle.
Maalesef muhalefet yapmak bize mi kaldı!
Eleştiri konusunda mizah dergileri gazetelerden daha mı önde?
Maalesef biraz öyle oluyor. Bu çok istediğimiz bir şey mi, değil. Vatandaş olarak bizim içeriğimizin yayılması hoşuma gidiyor ama bir yandan da mizah dergileri tek başına bunu yaparsa, muhalefet nerede o zaman? Sadece basından bahsetmiyorum. Gerçek muhalefet, iktidarın karşısında duran muhalefet nerede? Basın nerede? Bize mi kaldı, muhalefet yapmak?
Size kaldığını mı düşünüyorsunuz?
Üzülerek söylüyorum. Zaman zaman bu görev bize kaldı. Bu beni mutlu ediyor mu, hayır. Bizim de görevimiz ama sadece bize kalmamalı. Biz muhalefetliğimizi tabii ki yapacağız ama sadece bizim yapmamız doğru değil.
Muhalefetin atması gereken golü biz atıyoruz
Muhalefet partileri, nasıl olmalı?
Bir şekilde konuşuyor, muhalefet yapmaya çalışıyorlar. Bu kadar güçlü hükümet olduğu zaman, topluma ulaşma güçleri çok daha zayıf. Bir şekilde erişimi engellenebiliyor. Ama ulaştıkları zaman da hiç etkili değiller. Mesela Kılıçdaroğlu, çok güzel bir cümle buluyor. Yazar olarak söylüyorum ki, yüklemle fiilin yerini değiştirse acayip etkili olacak. Hem Kılıçdaroğlu hem Bahçeli, etkili değil, konuşmalarıyla, jargonlarıyla.
Aslında çok daha iyi muhalefet yapılabilecek malzeme çok var. Biz onlardan daha iyi gol atıyoruz, öyle söyleyeyim. O yüzden politik mizahımız seviliyor. Hükümet bir sürü çok güzel pas veriyor, onlar sürekli taca atıyor. Ben ondan dertliyim. Onların golü 90’a atabilecek danışmanlara, yazarlara ihtiyaçları var. Meclis’te, bizim karikatürleri göstermeleri de bunu gösteriyor. Onu senin yapabilmem lazım. Orada bir zayıflık var.
Politik mizah hoşgörü azlığından yapılamıyor
Karikatürist muhalif olmak zorunda mı? Salih Memecan’a geleceğim de…
Şu çok zor bir şey, ‘Heyy, hükümet ne güzel zam yaptı’ diyemezsin ki. Bunun nasıl esprisini yapacaksın. Muhalefet, politik karikatür yapıyorsan evet. Ama herkes politik karikatür yapmalı mı, hayır. Mizahın içinde de tarzlar var. Mizah da müzik gibi. Kimi Türk sanat, kimi rock kimi rep söylüyor. İlla politik mizah yapman gerekmiyor.
Şu olsa sevinirdim, ben ilk başladığımda 80’li yılların sonuydu. Limon dergisinde ilk karikatür çizmeye başladım. Aynı anda TRT’de Plastip Show’un senaristliğini yapıyordum. Uğur Dündar’ın programının içinde 10 dakikalık siyasi mizah programıydı. Liderlerin silikon kuklalarını yapardık, ünlülerin dönemin başbakanı, cumhurbaşkanı, meclis başkanı, bakan ve liderlerin hepsiyle dalga geçerdik. Ve bunu TRT’de yapardık. Şu anda bırakın TRT’yi bir kenara koyun. 20.yy’da yaptığımız politik mizah programı, 21. yy’da hiçbir kanalda yok.
Olması gerekiyor mu?
Tabii ki. Niye olmasın. Niye sadece mizah dergilerinde olsun. Politik mizah yapılıyorsa, tv, radyoda, her yerde yapılabilmeli. Zeki-Metin’ler ne güzel yapardı. Tiyatro sahnelerinde, kabarelerde politik bir şey yok.
Dönemle mi ilgili?
Mesela Plastip Show’u şimdi yapsak, çok zorlanabiliriz. O zaman elimizde çok done vardı. Özal’ı, Akbulut’u, Çiller’i, İnönü’sü, Türkeş’i, Erbakan’ı. Çok malzeme vardı. Bunların hepsi nevi şahsına münhasır adamlar. Her birinin ayrı ayrı taklidi yapılabiliyordu, ne güzel. Bir sürü insan vardı, bir sürü muhalefet lideri vardı. Onların hepsi böyle farklı ve çok özel adamlardı. Günümüzde kısılıyor ama yapılamaz anlamında değil.
Yapılamamasının nedeni ne?
Hoşgörü azlığı.
Memecan’a Allah kolaylık versin
Salih Memecan…
Zor bir iş yapıyor kendince. Mizahta, muhalefette durmak iktidar tarafından durmaktan daha kolay. O yüzden Allah kolaylık versin.
Her karikatüristin aynı şekilde davranmasını beklemek doğru değil. Farklı bakış açılarına sahip yazarlar varsa farklı bakış açılarına sahip çizerler de olmalı.
Fikirlerine katılmasam da onların karikatürlerine, ‘Dur bakayım şöyle bir şey mi oldu, ne değil ne değildir’ şeklinde o perspektifi de anlamamı sağlıyor. Bir renk ve bizim için bir lezzet.
Bizim tarafımızda yani bağımsız mizah dergilerinde (Uykusuz, Leman gibi) bu tarz yok.
Erdoğan’ı gülerek çizmek istedim, bir türlü benzetemedim
Geçmişi ve bugünü katarak çizmekten hoşlandığınız siyasi figür kimlerdi?
Hepsi çok eğlenceli. Erdoğan da, karikatürünün çizilmesi anlamında eğlenceli. Çünkü çok malzeme veriyor. Eleştirilecek o kadar çok şey yapıyor ki. Ama onun ilginç bir tarafı var. Ben bir keresinde gülerken çizmek istedim, bir türlü benzetemedim. Çünkü gülerken hiç hatırlamıyorum adamı. Çiziyorsun, tam olamıyor, bir şey eksik, bir şey eksik. Sonunda sinirli güldürdüm. Cumhurbaşkanı olduğu için şimdi daha rahatlar, güler diye umut ediyoruz.
Başbakan Davutoğlu sizin için nasıl?
Çok ilginç. Çocuğu sevmesi falan garip. İlginç bir adam. Zaman gösterecek bakalım. Başbakan olunca karakterler de yavaş yavaş şekil değiştirebiliyor. Daha çok bağırmaya başladı. Şimdi daha sinirli. Bu bilinçli yapılıyor. İmparatorluk kültürünün etkisi mi bu acaba? Hep padişah istiyoruz.
Bugün mizah açısından siyasetçilerdeki doneniz az mı?
Bir şekilde az. Çünkü Türkeş’i, Erbakan’, Demirel’i ve Özal’ı her bir ayrı bir karakterdi. Fiziksel olarak taklit edilebilir adamlardı. Kendi pelesenk olmuş lafları vardı. Binaenaleyh gibi küçük küçük doneler verirlerdi. Kıyafetleri, şapkaları, kasketleri, komiklikleri. Şimdi o kadar değil. Renkli değil. Çok ilginç. Belki de o zaman çok abartılıydı. O da garip geliyor. Her biri Yeşilçam karakteri gibiydi. Güle oynaya eğleniyorduk. Korkunç zamanlar da oldu ama Evren bile garip bir adamdı. Netekim diye o da malzeme verirdi.
En çok kimden etkileniyorsak onu çiziyoruz
Kılıçdaroğlu ve Bahçeli’nin karikatür olarak renkleri, doneleri var mı?
İkisi de farklı ve ilginç adamlar. Ama Demirel ya da Özal gibi değil. Onlar gerçekten Yeşilçam karakterleri gibiydi. Tip yaratsan duruşu, konuşması, kıyafetleri pelesenk lafları, tatlı şiveleriyle hitaplarıyla her biri bayağı karakter, film karakteri gibi.
Bahçeli’yi çok çizmiyorsunuz…
Çok da ortada yok, o yüzden. Bizi en çok ne etkiliyorsa onu ele alıyoruz.
Acaba siyaset ve parti tercihleri mi yetersiz?
Alternatif kısıtlanabilir. Ama bir ürünün ya da seçeceğiniz şeyin on çeşit olmasına gerek yok. Siyasetteki seçenek üçe de düşebilir. Ama kalan üçün, perspektifini genişletmesi lazım. Mesele orada. Onların yüzde yüzünü kapsayabilmesi lazım. Üçü düşüp o yüzde 60’ı kapsıyorsa yüzde 40 açıkta kalıyorsa o zaman sorun var. Şu anda yaşadığımız o.
Amerika’da da seçim yapılıyor, Cumhuriyetçiler, Demokratlar… Onlar herkesi, yüzde yüzü ya da büyük çoğunluğu kapsıyor. Sorun orada değil. Yönetim açısından. Açıkta kimseyi bırakmamak yani temsil edilmeyen kimse olmaması lazım.
İnternet, dijital oralara kayma var
Medyanın bu haline göre, dergilerinizde artış oldu mu?
Hem var hem yok. Son yıllarda genel basının tirajı hep beraber düşürüyor. İnternet, dijital oralara kayma var yani mecra yer değiştiriyor.
Tüm medyadan bahsedersek, tiraj kaybından en az etkilenen mizah dergileri. Orada ufak ufak azalma varken, dijital medyada da aslında erişimimiz çok büyüdü. Hem dergilerimiz hem de çizerler olarak. Çünkü, mizah hala sevdiğimiz bir şey, karikatür vazgeçebileceğimiz bir şey değil. Belki dergiyi alıp okumuyor ama bir şekilde internetten takip ediyor. Etki gücümüz ve erişimimiz eskiye göre çok daha yüksek. Bir paragraf yazıdan daha çok yayılıyor. Daha çok insana ulaşıyor, daha çok paylaşılıyor.
En çok hangi dönemde tirajınız arttı?
Gezi’den sonra tirajımız çok yükseldi. Gezi süreci ve sonrasındaki birkaç ayda. Sonra tekrar normale döndü.
Kutuplaşma, bir yönetim metodu olarak kullanılıyor
Size göre Türkiye’nin temel sorunları nelerdir?
Kutuplaşma çok üzücü bir şey. Türkiye’den de önce Osmanlı hatta Selçuklu ve onun öncesinde Türk kültürü kozmopolit bir yapıdan oluşuyor. Her zaman azınlıkları, farklı kültürleri içinde barındırmış. Yüzyıllarca böyle yaşayıp gelen bir kültür ve halk olarak niye hala bir arada yaşamayı öğrenemedik? Ve bunu niye yönetim şekli olarak kullanıyoruz? Bu daha üzücü.
Şu anda yönetim metodu olarak kullanılıyor. Bu, yaşayanlar için ülkenin kalitesini çok düşüren bir şey. En basiti, stres içinde yaşıyorsunuz. Başımıza gelen bir sürü olaylar, insanların yaşadıkları, ölenler bir kenara koyun… En basitini söylüyorum, hiçbir şekilde huzur içinde değilsiniz. Sürekli televizyonda sana bağıran birileri var. Birbirleriyle, kavga eden sataşan gruplar var. Çok zor. Şimdi yüz binlerce Suriyeli insan savaştan kaçarak ülkemize sığınıyor. Kucak açıyoruz. Sonra bir şekilde kavga etmeye başlıyoruz.
Bireysel olarak bir araya geldiğinde sorunlar olur ama ‘Abi’nin yani devletin bizi iyi yönlendirmesi lazım. Bu sorunları çözmesi gereken o. Zaten Türkiye’de işsizlik yüzde 10 durumunda. 2 milyon kişi daha geldi. Ne yapacak bu insanlar? Ertesi gün, ‘Hadi git’ diyemiyorsun ki. Onlara da bize da yazık. Çok da üzülüyorum. Hakikaten insanlık dramı burada çok geçerli.
Cezayir’de bir Fransız IŞİD tarafından öldürülmüş. Vatandaş olarak şundan korkuyorum, ‘Orada oluyorsa bizde de olur.’ Ne kadar korkunç bir şey.
Yöneticin iyiyse yönetilmek güzel
Doğa, işçi ölümleri, kadın cinayetleri hakkında neler söyleyeceksiniz?
Betonlaştırma hikayesi çok. Vatandaş olarak şunu söyleyebilirim ki, bir ülkenin gelişimini tek sektöre bağlamak çok yıkıcı. Bu kadar İstanbul’da fırtınalar, su baskınları olmuyordu. Tamam iklim de değişiyor bir şekilde ama o kadar beton döktük ki suyun gideceği yer bile kalmadı. İstanbul en yeşil şehirlerden bir tanesiydi dünyada. Gitgide azalıyor.
Zaten en büyük derdimiz, şehirlerde konfor olmaması. İstanbul’da nüfus ortada. Almanya’nın en büyük şehri Berlin. Nüfusu 1 milyonu geçmiyor. Çünkü sektörler homojen olarak şehirlere dağıtılmış. Bizde 15 milyonluk şehir var, en basiti yüz metrekare evde 50 kişi yaşıyoruz. Ne kadar rahat olabilinir ki? Şehriniz istediğiniz kadar güzel olsun, ‘Boğaz’ınız ne kadar güzel’ desinler, insanın beş saati trafikte geçtiği zaman o Boğaz’ın güzelliği mi kalıyor?
Sektörleri keşke biz de yayabilsek. Başka şehirlere gidebilme lüksümüz olsa. Yok maalesef. Hepimiz İstanbul’da yaşamak zorunda kalıyoruz. Ne kadar üzücü. Bu konuda hükümetler kısa dönem olduğu için kimse yatırım yapmıyor. ‘Ben seçilmeyebilirim, ona mı yarayacak’ kafasıyla yaklaşırsalar… Aslında uzun dönem yönetilmek iyi bir şey, ama iyi yöneticin varsa.
İyi yöneticiden neyi kastediyorsunuz?
Ülkede herkese eşit davranan birisi. En temel özetiyle. Birine kızıp, ötekine farklı olan, bir çocuğunu seven diğerine tekme atıp, ötekini evden kovamazsın. Böyle bir hakkın yok. Olmaması lazım. O zaman evde huzur olur mu? Olmaz. Diğer çocukları da bozuyorsun.
Amerikalılar Mars’a…
İşçi ölümleri…
Hiç çizmediysek bu konuda 300 tane karikatür çizdik. Bir dönem sırf 100 tane tersane ölümleri üzerine çizdik. Eleştirilecek çok şey var ülkede. Fakat sorun şu, o dertler hiç bitmiyor. Hep aynı dertler. Metin Abi’nin bir lafı vardır, ‘Dertlerimiz o kadar yaşlı ki, aynı dertlere bayramda el öpmeye gitmemiz gerekiyor.’ Artık 301. karikatürde biz daha ne çizeceğiz? Daha ne diyeceğiz? Niye çözülmüyor ki? 500 bin kişinin mi ölmesi lazım? Artık dertlerimizin değişmesi lazım.
Amerikalılar, ‘Mars’a gidemiyoruz ya da orada nasıl kolonileşeceğiz’ derdine geçtiler, biz hala işçi ölümleri, madende göçük oluyor derdindeyiz. Nasıl muasır medeniyet seviyesine ulaşılacak? Sen neyi konuşuyorsun ki? Adamlar bu sorunları 100 sene önce bitirdi. Gücümüz de paramız da enerjimiz de var. Ama hala bu dertlerle boğuşuyoruz.
27 yıldır aynı sorunları çiziyoruz
Başladığınız günden bu yana aynı sorunları mı çiziyorsunuz?
Evet. 27 yıl oldu. Hiçbir şey değişmiyor ki. O nedenle hala aynı şeyleri çiziyoruz. Ne kadar acıklı. Her ekim ayında ben doğalgaz zammını çizmekten kendi adıma sıkıldım. Yine işçi ölümleri. Tutuklanan gazeteciler. Bin senedir uğraştığımız konulardan bir tanesi. Azınlıklara baskılar. Bir sürü var yani değişmeyen sorunlar olarak.
Bir sürü manyakla birlikte yaşıyoruz
-Kadın cinayetleri…
Korkunç. Bir sürü manyak var. Adli tıbba göre altı kişiden birisi akıl hastası Türkiye’de. İlla deli olması gerekmiyor. Ruhsal problemi var anlamında. Bu çok ciddi bir oran. Bir sürü manyakla birlikte yaşıyoruz.
Twitter’a da koydum, Boğaz’daki en göz önünde olan bir benzin istasyonunda beyzbol sopası satıyorlar. ‘Topları var mı’ dedim, ‘Yok abi top satmıyoruz’ dedi. Sopayı niye satıyor, belli. Arabaya koy, ‘Biri sana selektör yaptığı zaman in kafasını patlat’ diyor. Böyle bir korkunç bir şey olabilir mi? Bütün şoförlerin yüzde 70’inde savunmak ya da saldırmak için…
Korkunç bir yerde yaşıyoruz düşünsenize.