MURAT SEVİNÇ
Yalnızca bir hafta ara vermek zorunda kalınca, konuların/gelişmelerin ucunu kaçırıyorsunuz ileri demokrasimizde!
Cumhuriyet yazarlarının, adı iddianame olan bir metne verdikleri yanıtlar ve beşinin tutukluluğuna devam kararı. Yurt dışından yargılanmak üzere gelen Atalay ve her sözünün arkasında duran insanlar kaçmasın diye! Hüseyin Gülerce ve muadillerinin muteber olduğu bir rejimde; Ahmet Şık, Kadri Gürsel, Murat Sabuncu gibi isimlerin tutuklu olması olağandır. Şimdilik, Ali D. Topuz’un ‘iddianameye’ dair yazısını buraya bırakmakla yetineyim.
Amerikan demokrasisinin utanç verici uygulamalarından bir olan Guantanamo toplama kampındaki tek tip kıyafet uygulamasının örnek alınmasının, siyasal İslamcı iktidara nasip olması.
Ve tabii, diğerleri yanında hayli önemsiz kalan, Merve Kavakçı’nın büyükelçiliği.
Bir yerden başlamak gerek!
Türkiye Cumhuriyeti’nin Kuala Lumpur Büyükelçisi Merve (Safa) Kavakçı oldu. Yani Türkiye’nin Malezya’daki ‘Hanımefendisi.’ İroni değil bu, bilen bilir; büyükelçi ve eşleri meslek mensupları tarafından adlarıyla değil ‘beyefendi’ ve ‘hanımefendi’ olarak adlandırılır. Daha doğrusu, dışişleri bakanının içinde ‘lale’ olan cümleler kurmadığı zamanlarda böyleydi. Şimdi değişmiş midir, ‘kanka’ ve ‘kanki’ düzeyine inmiş midir bilemiyorum! Sanmam.
Kavakçı’nın büyükelçiliği diğer atamalardan daha fazla dikkat çekti tabii. Yalnızca meslekten biri olmadığı için değil, sembolik konumu nedeniyle. Meslekten olmayan kişilerin büyükelçi olarak atanması yeni değil. AKP döneminde epey artmış görünmekle birlikte daha önce de örnekleri var. Bazı isimlerin hak ettiği ve onurlandırıldığı, bazı isimlere ise torpil yapıldığı düşünülür. Her iki kategoriye de örnek vermek mümkün ama şimdi durup dururken Aydın Selcen’in alanına girip kızdırmak istemem!
Merve Kavakçı’nın ataması, daha ziyade itibarının iadesi olarak değerlendirildi. Hükümet sözcüsü biraz düşük cümlelerle de olsa bu anlama gelen bir açıklama yaptı. Konuya ilişkin haberler ya onay ve takdir ya da tepki şeklinde yer aldı basında. Merve Kavakçı, 1999’da vekil seçildi ve yemin etmek için türbanıyla Genel Kurul’a girdi. Fazilet Partisi (FP) milletvekili olarak. Kişisel olarak siyasal İslamcıların, modern demokrasilerin temelinde yer alan ‘klasik hak ve özgürlüklere’ ilişkin herhangi bir hassasiyetleri olmadığı kanısındayım. Müslümanların değil, siyasal İslamcıların. Nitekim 15 yıllık iktidarları bu varsayımın yanlış olmadığını gösterdi. Bu bağlamda Kavakçı’nın o gün TBMM’ye türbanla gelmesinin de özgürlük bilinciyle/derdiyle ilgili olmadığını düşünüyorum.
Ancak bu yönde düşünmek, benim sorunum ve tespitim. Siyasal İslamcıların derdinin özgürlük ve demokrasi mücadelesi olmadığını düşünmek/bilmek, bir İslamcının o anki davranışının demokratik içerikte olmadığında diretmek sonucunu vermemeli. Kavakçı’nın o gün orada türbanıyla oturması hakkıydı ve ona gösterilen tepkiler, hakkın ihlaliydi. Benim bir yurttaşın eylemi hakkındaki varsayımım ve olumsuz düşüncelerim, o yurttaşın eylemini değersizleştirmez.
Ayrıca o eylem (ve başkaca gerekçelerle) nedeniyle FP hakkında uyduruk bir kapatma davası açıldı ve parti kapatıldı. O zaman Mülkiyeliler Birliği’nin daha popüler bir dergisi vardı, orada yazmıştım bu davayla ilgili. Tahmin edeceğiniz gibi, kapatmaya karşı çıkmıştım! Hemen tüm parti kapatma davalarında olduğu gibi FP davasında da önce partinin kapatılması gerektiğine karar verilmiş, ardından uygun bir iddianame yazılmıştı. Nasıl, size de tanıdık geliyor mu bu yöntem!
O zamanki anayasaya göre, AYM’nin gerekçeli kararında partinin kapatılmasına neden olduğu belirtilen isimlerin vekillikleri düşüyordu. Kavakçı’nın yanında oturup ona destek veren Nazlı Ilıcak milletvekilliğinden oldu! O gün Genel Kurul’da Kavakçı’ya gösterilen tepki ve yapılanlar bir tür devlet refleksiydi. Eylemi gerçekleştirenler, olacakları hesaplamıştır kuşkusuz. Siyasal İslamcılar, türban yasaklarından yedikleri ekmeği başka hiçbir şeyden yemedi. Ancak bu da onların değil, hiç kusura bakmasınlar, laiklik ilkesinden türban yasağı sonucunu çıkaran aklı evvellerin siyasi dehalarının sonucudur. Sen bu kadar akılsızlık yaparsan, birileri de tepe tepe kullanır. Nitekim kullandılar. Hâlâ kullanıyorlar. Doyamadılar.
TBMM’ye türbanla girilmesini yasaklayan herhangi bir anayasa, yasa ve içtüzük hükmü yoktu. Nitekim bugün türbanlı vekillerin bulunması, mevzuat değişikliğiyle değil zımni uzlaşmayla mümkün oldu. İşin doğrusu, Merve Kavakçı’nın vekilliğinin düşürülmesi için bir gerekçe bulmaya çalışıldı ve bulundu! İşte bu da sorunun başka bir boyutu. Bir şey yasal olabilir ama adil olmayabilir. Yazının sonunda önereceğim kitap incelemesinde bu daha genel konuyu kurcalamaya çalışıyorum.
Kavakçı’nın vekilliğinin düşürülmesi yasaya uygundu ama adil değildi. Çünkü vekilliği düşürebilmek için özellikle arandı ve bulundu. O zamanki Vatandaşlık Kanunu hükmüne göre izin almadan bir başka devletin yurttaşlığına geçtiği için ‘kaybettirme yoluyla’ vatandaşlıkla ilişiği kesildi. Yani, o durumdaki diğer yurttaşlara ne yapılıyorsa o yapıldı. Yineleyelim: Yasaya uygun bu yorum, o kişi TBMM’ye türbanıyla giren Merve Kavakçı olduğu içindi. Merve Kavakçı’ya haksızlık edildi.
Henüz KHK teröristi olmadığım yıllarda bu konuyu derslerde, yasaya uygun ama adil olmayan bir tasarruf olarak anlattım. Tabii Kavakçı’ya yemin ettirilmemesini, anayasaya ve içtüzüğe aykırılık olarak. Vekilliğinin düşürülmesi YSK kararıyla olmadı. Çünkü Bahattin Şeker örneğinden (vekil olmak için gerekli koşullardan birine hiç sahip olmadığı anlaşılmıştı) farklı olarak Kavakçı, vekil seçilmek için gerekli koşullardan biri olan yurttaşlığını, ‘seçildikten sonra’ kaybetmişti. Bu nedenle nihai karar Genel Kurul’a iletildi ve milletvekilliği düştü.
Şimdi yıllar sonra, AKP iktidarının 15’inci yılında, önce yurttaşlığa kabul edildi ve hemen ardından büyükelçi olarak atandı. Farklı, demokratik koşullarda bu atama, belki yine yadırganabilir ama anlamlı bulunup takdir de edilebilirdi.
Merve Kavakçı; gazeteciler (tutuklu) yargılanırken, parti genel başkanları ve milletvekilleri cezaevindeyken, on binlerce kamu görevlisi sorgusuz sualsiz işlerinden atılmışken, iki gencecik eğitimci işlerine dönmek için başlattıkları açlık grevini sürdürüyorken, partiyle devlet birleşmişken, TBMM İçtüzüğü muhalefetin sesini iyice kısmak üzere değiştiriliyorken, ana muhalefet lideri adalet sloganıyla yüzlerce kilometre yürümek zorunda hissetmişken, Türkiye bir kanun devleti olma hüviyetini dahi kaybediyorken, atandı…
O gün yapılan bir haksızlıktı. Bugün, başkalarına bin beteri yapılıyor. Demokratik sistemi, bir süre mecburen binilmesi gereken ‘tramvaya’ benzetenlerin kurmaya çalıştıkları rejimde hükümet sözcüsü, atamanın prosedüre/yasalara uygun olduğunu açıklamış. Haklı. Kavakçı’nın vatandaşlıktan çıkarılması da yasaya uygundu. Yaşasın yasalar!
Yeni düzen, ‘Hanımefendiyi’ büyükelçi yaptı. ‘Bu’ büyükelçilik kendisine, kendisi de ‘bu’ büyükelçiliğe, çok yakıştı…
Kitap incelemesi: Son kitap yazısı.