MURAT SEVİNÇ
Büyük, çok büyük barış mitingleri düzenlenmeli. Yurttaş tepkisini barışçıl yöntemlerle, vakur bir biçimde ve mutlaka büyük kalabalıklarla sergilemeli.
Birkaç yüz insan sokağa çıkıp slogan attığında gaz yiyor, şiddet görüyor, gözaltına alınıyor, tutuklanıyor. Onların gördüğü eziyet, yüz yüze kaldığı şiddet; rahat evlerinde oturanların ellerindeki bit kadar aletlerle attığı tweet’lerle giderilemiyor. Like’lar hiçbir işe yaramıyor ne yazık ki.
Büyük barış mitingleri düzenlenmeli.
Mitinglerde, ‘Barış istiyoruz’ diyen herkes yer almalı. Silahların susmasını isteyen her yurttaş olmalı. Muhtelif partilere oy veren, farklı siyasi görüş ve inanca sahip herkes katılmalı.
Olağan koşullarda, her katılımcı kendi sembollerini taşır. Ancak barış mitinglerinde katılımcılar herhangi bir siyasi partinin sembolünü taşımamalı. Orada, başat kimliğiyle, yalnızca insan ve tabii yurttaş olarak bulunmalı.
Büyük barış mitingleri düzenlenmeli.
Böylesi bir çaba, yalnızca HDP’nin ya da birkaç STK’nin üstesinden gelebileceği bir iş değil. Mutlaka CHP de olmalı. Sürekli olarak ‘kanın durması’ndan söz eden Saadet Partisi de olmalı. Kuşkusuz tüm sol partiler olmalı. Partisi zırvalasa dahi, kendisi oy verdiği parti gibi düşünmeyen her yurttaş olmalı. Sendikalar olmalı. Sivil toplum bileşenleri olmalı.
Büyük, çok büyük barış mitingleri düzenlenmeli.
İspanya’da olduğu gibi. İtalya’da olduğu gibi. İngiltere’de olduğu gibi. Büyük barış mitingleri düzenlenmeli.
Şubat 2003’te Irak savaşını protesto amaçlı, dünya çapında savaş karşıtı eylemler organize edildi. O eylemlere milyonlarca ‘dünya yurttaşı’ katıldı. Yaklaşık 600 şehirde. Ve hiçbiri; ne Londra’daki sakin mahallesinde mutlu mesut yaşayan İngiliz, ne Barselona sahilinde yürüyüş yapan Katalan, ne de akşam yiyeceği pizzanın hamurunu karan İtalyan, ‘Bana ne Irak’ta olan bitenden’ demedi.
Mart 2004’te Madrid’teki bombalama sonrasında 400 bin insan sokağa çıktı; ETA şiddetine karşı. Londra’nın, Oslo’nun, Dublin’in, Berlin’in meydanlarında toplandı insanlar, defalarca. Kendi memleketlerindeki ve uzak diyarlardaki savaşları protesto etmek için.
Bugün Türkiye’de yaşanan, kendi evimizde yaşanandır. Tanışımızın, arkadaşımızın şehrinde ve mahallesinde olup bitiyor her şey. Suruç’ta parçalanan çocukların cenazeleri, memleketin her yerinde toprağa verildi. PKK’nin acımasızca katlettiklerinin cenazeleri, şehirlere dağılıyor. Yoksul evlerinde gözyaşı döküyor insanlar.
Bir anne ‘tabut’a yaklaşıyor çaresizlikle, belki ‘nefes alıyordur’ diyerek. Adını hiçbir zaman bilmeyeceğimiz, bizler için büyük ölçüde ‘sayı’dan ibaret genç insanların fotoğraflarıyla karşılaşıyoruz her Allah’ın sabahı, gazetelerin ön sayfalarında.
Bu satırlar yazılırken, gün içinde bombalarla öldürülen kamu görevlisi sayısı 15’i buldu. Tunceli’de bir polis, kızının yanında öldürülmüş. Bunun akıl fikir vicdan alır yanı var mı?
Öte yanda, gündüz sömürülüp gece linç edilmek istenen yüzlerce Kürt inşaat işçisi tehdit ediliyor ahali tarafından. Korkuyorlar. Bir Kürt, Peşmerge kıyafetiyle poz verdiği için dövüp Atatürk büstü öptürüyorlar.
Sivil ölüm haberleri geliyor bölgeden. El kadar bir kız çocuğunun cenazesi, buzdolabında rehin tutuluyor. Nerede ne ölçüde katliam yaşanıyor, bilmiyoruz. Bildiğimiz, yaşandığı.
Memleketin her yerinde, dağında ve ovasında, şehrinde ve köyünde, insanlar göz nurlarını toprağa koyuyor.
Büyük, çok büyük barış mitingleri düzenlenmeli.
Cenazeler; ırkçılığı, ayrımcılığı körüklüyor, her daim olduğu gibi. Doğuya yol alan yolcu otobüsleri taşlanıyor. Parti binaları yakılıyor. Gazeteler basılıyor. Gazete binaları, milletvekili eşliğinde basılıyor üstelik. Benim vergimle ve ulusun vekâletiyle, esip savuruyor cevval vekil. Sırtı sağlam ve bunun farkında.
Memleketin her yerinde, PKK ile ‘bir’ gösterilmek için büyük çaba harcanan HDP’lilere, Kürtlere, Kürtçe konuşanlara saldırılar düzenleniyor. ‘Heyecanlı’ tosunlar tarafından! Sürü halindeler tabii. Tek başlarına hareket edemezler.
Almanya’da da vardı bunlardan. Elebaşları Röhm idi. SA adı veriliyordu. Sağda solda ellerinde sopalarla, silahla yıldırmaya çalışıyorlardı herkesi. Sendika ve parti binalarını basıp dayak atıyorlardı solculara, Yahudilere. Nazi’lerin ‘ayak takımı’ydı’ SA’lar. ‘Artık’ ihtiyaç kalmadığı anda, tasfiye edildiler, her yerde ve her zaman olduğu gibi. Ortalama Alman olup biteni izliyordu ve korkuyordu o esnada. 1930’larda twitter olmadığı için, kınayamıyordu da!
Yerli malı SA’lara inat, büyük barış mitingleri düzenlenmeli.
Gencecik insanlar, cayır cayır katledilir ve fırsat kollayan ırkçılık bir kez daha gözümüzün önünde harlanırken, herkeste olduğunca siyasetçilerde de anormal bir hâl var. Onlar da akıl tutulması yaşıyor gibiler. Tweet atıyorlar. Şaka gibi. Takipçileri o tweetleri paylaşıyor! Ardından birileri küfrediyor. Bu arada, kimi insan yazıp çiziyor, tepki vermeye çalışıyor olanlara. Yine birileri küfrediyor.
TV’lere çıkıp mütemadiyen yalan söyleyen, korkunç cehaletleri ve çıkarcılıklarıyla zırvalayanlar, her birimizin ne denli ‘haksız’ olduğunu anlatıyor topluma. Onlar anlattıkça, birileri küfrediyor.
2000’lerin başındayken anayasa komisyonu başkanı yapılan BK bir tweet atıyor ve diyor ki: “Gebertilen teröristlerin muayenesi mutlaka yapılmalıdır. Görülecektir ki, önemli bir bölümü sünnetsiz. Uyan Kürt kardeşim ne olur uyan artık.” (Genç okuyucular bilmeyebilir; bu ‘sünnetsiz’ hikâyesi asıl olarak, Öcalan için ‘Ermeni dölü’ başlıkları atılan dönemden mirastır. Kim mi atıyordu o manşetleri? Kim olacak, ‘had safhada özgür’ basınımız tabii ki!) Aklı başında insanlar doğal olarak tepki gösteriyor BK’nin bu satırlarına. Birileri o ‘tepki gösterenler’e küfrediyor.
Şimdi ben bu satırları yazdığım için de, birileri küfredecek elbet. Hayatta ‘küfür’ dışında bildiği hiç bir şey, dile getirebileceği tek bir ‘düşünce’si olmayan, 30-40 sözcükle yaşamaya ant içmiş zavallı birileri, yine sövecek. Çünkü memlekette ‘makul’ kalmadı. Edep kalmadı. ‘Düşünce’ ve ‘tartışma’ geçer akçe değil.
Tabii diyeceksiniz ki, memleketin ‘hoca’sı, PKK’lilerin penis şekli konusunda toplumu bilgilendiriyorken, ‘cemaat’ ne yapsın? Siz de haklısınız.
Ezcümle, toplumun bir kesimi kendini kaybetti. Ve henüz delirmemiş olan, her düşünceden ve hayli kalabalık olduğunu düşündüğüm ‘makul’ yurttaş kitleleri çaresizlik hissiyle izliyor olup biteni. En berbat duygu olan, ‘çaresizlik’le.
İşte bu nedenle, barış mitingleri düzenlenmeli.
Büyük barış mitinglerine, herkes katılmalı. Her görüşten insan ve yurttaş bir ucundan tutmalı. Bir şey ile ‘yaftalanmak’tan çekinmemeli. Kendilerine benzemeyen kim varsa ‘vatan haini’ diyenler, bir kez daha derler. Ne önemi var, vatan babalarının malı mı?
Yaşadığımız, bir partinin, iki sendikanın altından kalkabileceği bir durum değil. Başta HDP ve CHP olmak üzere, istekli tüm partiler, sendikalar, STK’ler ‘birlikte’ ve ‘insan gibi bir yaşam isteyen’ herkes ama herkes dahil olmalı mitinglere. Sahip çıkmalı. İnsanlar, ‘ölüm’ ve ‘şiddet’ istemiyoruz diye haykırmalı. Duyacaklar. Mutlaka duyacaklar. Duymak zorunda kalacaklar.
Memleketi 1 Kasım ve sonrasına iyice darmadağın olmadan çıkaracak, elinde silah olanları zor durumda bırakacak, bu toplumun değiştiğini onların yüzüne çarpacak, yurttaşın bir kesimi yeni tatil planları yaparken ‘başkalarının çocukları’nın toprağa düşmesini önleyecek, başka yol var mı? Varsa, nedir?