MURAT SEVİNÇ
On birinci eleştiri yazısı…
Akbelen’de olup bitenler, Türkiye tipi kapitalizmin ve güvencesi parti-devlet rejiminin neredeyse tüm niteliklerini içeren dört başı mamur bir örnek.
Kamu ihaleleriyle semirtilmiş şirketler sırtını yasladığı devletin eliyle yurttaşı iteliyor, yurttaş ‘kendi mülkü’nü şirketlerden korumak için ağaçlara sarılıyor, genç asker elindeki gazı dahil olduğu sınıfın gözüne sıkıyor… Tam bir, ‘Varlığımız sermayedarın varlığına armağan olsun‘ hikâyesi ve aynı zamanda, ‘Devlet nedir?‘ sorusunun özet yanıtı.
‘Türkiye tipi’ deyişimin nedeni, Batı burjuvazisinin, gelişmişliğinden-tarihinden kaynaklanan yol yordam farklılıkları.
İlgili kamuoyunun ve sonunda o kamuoyunun baskısına dayanamayan muhalefet partilerinin dikkati, ağaçların ‘son teknoloji ürünü’ hızarlarla ve işinin ‘ehli’ hızarcılarca kesildiği Akbelen’e çevrilmişken, Merkez Bankası’na bazı atamalar yapıldı. Atananlar ‘nitelikli’ hâleden seçilmiş, en azından ‘görünür’ olanlar. Devamı gelecektir. Baktım, sosyal medya muhtarlığının ihtiyar heyetinden iltifatlar gelmeye başlamış, öyle ya, ‘aranan liyakat’a ulaşılmaya başladı artık. Aynı heyet, maliye bakanı değiştiğinde de kendisine ‘yardım’ çağrısı yapmıştı. Nasıl edeceksek!
Nedir sebebi? Bir işin başına aklı başında bir insanın getirilmesine yönelik memnuniyetin olağanlığı bir yana, şu ânâ dek olup bitenler ve müsebbipleri nasıl bir anda unutulabiliyor, nasıl tüm adaletsizlikler, iktidarın ideolojisi, yerleşik uygulamalar gözardı edilebiliyor? Açılması gereken çokça başlık var bu sorunun yanıtlanması için, ama herhalde gerekçelerden biri ve çok önemlisi, ideolojisizlik propagandası ve kaçınılmaz sonucu olan, siyasetsizlik.
Muhalefetin muhalefetinde ‘liyakat’ sözcüğünün ne denli öne çıktığı malum. Diğeri hukuk devleti idi. Ekonomi kötü, neden, çünkü hukuk devleti yara aldı; halimiz harap, neden, çünkü liyakat kalmadı… Tarihten ve günümüzden istediğiniz kadar örnek bulup anlatın, zenginlik ve kalkınma için hukuk devleti ve demokrasinin şart olmadığını, 20’nci yüzyıl faşizmlerinin çok sayıda ‘liyakat sahibi’nin destek ve memuriyetiyle filizlendiğini, örneğin, Franco’nun, ‘demokratik’ Batı’nın desteğini yıllar içinde beceriyle sağlayıp günü geldiğinde göçüp gittiğini, sermayenin palazlanması için hukuk devleti ilkesine riayetin bir zorunluluk olmadığını, kâr elde etmek için demokrasinin gerekmeyebileceğini, 12 Eylül darbesine en çok TÜSİAD çevresinin sevindiğini ve bunu açıkça dile getirdiğini vs…
Hiçbir tarihsel-somut gerçeğin yararı olmuyor söz konusu zihniyete. Onlar bir insanın ideolojisiz de olabileceğine ya da tarihte yaşananların sınıf mücadelesiyle ilişkisizliğine iman etmişler bir kez. Şimdi olduğu gibi kötü kalpli sermayedar, iyi kalpli köylünün ağacını kesiyor.
Ve 12 Eylül darbesi de, sağ-sol kavgası ve meclis bir cumhurbaşkanı seçemediği için olmuştu zaten. Memleketin en prestijli ve şöhretli bilim insanlarından biri, 12 Eylül ve Kenan Evren’i övüp durmuyor mu yıllardır… Acep bu övgülerin sınıfsal aidiyetle, siyasi konumla, ideolojilerle bir ilgisi olabilir mi ki; yok hayır, ne ilgisi var, yoktur, yoktur. Bak aklıma geldi şimdi, yeri gelmedi ama sormak isterim; siz hiç, büyük âlim tafrasıyla “Halkımız cahil” diyen muhteremlerin, asıl çatılması gereken mevkilere çattıklarına, düşünsel konforlarından bir kez olsun ödün verdiklerine tanık oldunuz mu?
Sözün özü, hâlihazırdaki durumun 12 Eylül’ün başarısı ve mirası olduğunu iddia etmek herhalde yanlış olmaz.
Muhalefet ve bir kesim muhalif seçmen, liyakat ve kültürel iktidar kavramlarına fazla sarıldı. Oysa ne bir tür kültürel iktidar var ne de liyakat her derdin ilacı. Muhalefetin ulaşabildiği liyakat sahibi insanlara iktidar ulaşamıyor muydu? Diyelim Rifkin, ücreti karşılığında iktidar danışmanlığı yapmaz mıydı? Saray, adı sanı bilinen iktisatçıları davet edemez miydi? Etse, davete icâbet edilmez miydi? Faiz siyasetinin, şu anki siyaset gibi, dönemsel bir ‘tercih’ olduğunu kabul etmek bu denli zor mu?
Kendi alanımdan sesleneyim; AKP ilk günden itibaren hiçbir anayasal-hukuksal değişikliği (ve uygulamasını) ‘liyakat’ yoksunluğundan yapmadı; tümü, incelikle hesaplanmış adımlardı ve sürüyor. Şu mahkeme kararları, hâkimler liyakatsiz olduğu için mi veriliyor?
Liyakat mı, işte size iyi eğitimli, hatta Boğaziçi mezunu, ‘piresınt continyus tens’te şakkadanak cümle kurabilecek kamu görevlileri, yeni yüzler. İktisatçı Erinç Yeldan, sosyal medya hesabında şu soruyu yöneltmiş: “Yaratılan bu ‘liyakat’a dayalı pembe umut tablosu’na karşı ana soruyu anımsatmak zorundayım. Kim için liyakat? Enflasyonun resmî öngörüsünün yüzde 58 olduğu, emekli maaşlarının dondurulduğu, emeğin ücretlileştirildiği ortamda liyakat kim için?” Gerekli bir soru, ‘Kim için liyakat?‘ Erinç hocanın satırlarına, ‘askıdaki anayasa’yı da eklesek fazlalık olur mu?
İdeolojisizlik (ki ideolojisizlik propagandası başlı başına hâkim ideolojinin ürünüdür), hayatta ‘durulan’ bir yer olmaması, uzak ve yakın tarihte defalarca yanlışlanmış ezberlerin tekrarı, düşünsel-siyasal konfor ve beklenebilir sonucu, siyasetsizlik. Sonra? Böyle giderse, muhalefetsizlik. Gerçi ne fark eder, nasıl olsa ‘Aynı gemideyiz’ ve ‘Devlet ayrı hükümet ayrı.’
Ağaçları kesen hızar nerenin üretimi acep, Alman markasıdır inşallah, sağlam oluyor onların malı. Liyakat sahibi hızar.
Yazı önerisi: Tanıl Bora’nın CHP’nin ‘niteliği‘yle ilgili yazısı.