
BAHADIR KAYNAK
@bahadirkaynak
Henry Kissinger hayattayken de hakkında en çok değerlendirme yazılan uluslararası siyaset düşünürlerinden ve uygulayıcılardan birisiydi. Muhtemelen sadece yazıp çizdikleriyle kalsaydı arkasında böylesine derin izler bırakmayacaktı, ancak Soğuk Savaş’ın en civcivli zamanlarında üstlendiği ABD ulusal güvenlik danışmanı ve dışişleri bakanı rolleriyle uzun uzadıya tartışılmayı hak eden muazzam bir miras bıraktı. Kafasında şekillendirdiklerini fiiliyatta uygulama fırsatını iyi kullandığını düşünürsek 100 yıllık bir ömrü gözü açık gitmeden tamamlamayı başardı.
Akademisyenlerin her zaman iş uygulamaya gelince böylesi etkileyici kariyerler yakalayamadığını görüyoruz. Eski başbakan ve dışişleri bakanımız Davutoğlu’nun Suriye iç savaşıyla itibar kaybına uğramadan önce kendisinin Kissinger’a benzetilmesini hoş karşılamamıştı. Davutoğlu böylesi bir paralellik kurulmasına Kissinger’ın katıksız realist yaklaşımı, dünya siyasetini insani kaygıları bir kenara bırakıp mekanik ilişkiler üzerinden okuması yüzünden tepki göstermiş olmalı. Davutoğlu hem yazıp çizdikleri hem de uygulamasıyla siyaseti daha ahlaki bir zemine oturtma, idealist bir vizyon çizme çabasındaydı. Onun ideallerini paylaşıp paylaşmamamız bir yana Kissinger’la karşılaştırıldığında siyasetteki becerisinin böyle bir karşılaştırmaya yetmeyeceğini herhalde birçok kişi teslim edecektir.
Kissinger’ın bir kısmı yaygın olarak okunan yazdıklarına, çizdiklerine baktığınızda, klasik realist kuramı ne ölçüde içselleştirdiğini görebilirsiniz. Uluslararası düzlemde sadece devletlerin aktör olarak kabul edilebileceğine inancı, hatta bunlar arasında da büyük devletlerin iradelerinin belirleyici olduğuna dair kanaati, siyasetçi olarak uygulamalarında da izlenebilir.
ABD Soğuk Savaş yıllarını güçlü bir anti-komünist söylemin gölgesinde geçirse de Kissinger açısından 20’nci yüzyılın ikinci yarısı diğer dönemler gibi büyük güç mücadelesinin gerçekleştiği bir zaman dilimiydi. Amerikan yönetiminin toplumu kendi hedefleri doğrultusunda mobilize etmek için kullandığı ahlaki üstünlük söylemlerine pek kulak asmayacaktı. Kissinger’ın dünyasında kendi etki alanlarını diğerlerine karşı korumaya ve mümkünse genişletmeye çalışan aktörler vardı. Devletler ellerindeki imkanlar dahilinde bu mücadeleyi daha önceki on yıllarda, yüzyıllarda olduğu gibi modern dünyada da sürdürmekteydi.
Ona göre bu dünyanın kahramanları Büyük İskender, Julius Sezar veya Napolyon gibi sistemi kökünden sarsıp yeni bir nizam kurmaya meraklı maceraperestler değildi. Kissinger’in övgüleri Cardinal Richelieu, Metternich veya Bismarck gibi başarılı savaşlar sonunda bile olsa küresel düzlemde dengeyi arayan ve kuran siyaset adamlarınaydı. Bunların karşısında hayalleriyle gerçekleri birbirine karıştıran, diplomatik sarsaklığı yüzünden rakiplerine alan açan III. Napolyon gibi oyuncular küçümsenecekti.
Görüldüğü gibi onun anladığı biçimde uluslararası siyaset, hesaba kitaba dayalı, mekanik ilişkiler üzerinden anlaşılabilecek bir satranç oyunuydu. Nasıl tahtada beyazların, siyahlara moral üstünlüğünden söz edilemezse, her oyuncu rakibi alt etmek için elindeki tüm araçları kullanmaktaysa siyaset de benzer çerçevede anlaşılmalıydı.
Böyle bir siyasetçinin Soğuk Savaş’ın ideolojik açıdan en yüklü liderlerinden birinin yanında önce ulusal güvenlik danışmanı, sonra dışişleri bakanı görevini üstlenmesi tarihin bir cilvesi olarak değerlendirilebilir. Richard Nixon gibi anti-komünist söylemi yoğun kullanan, Amerikan siyasetini bile kutuplaştıran bir politikacı belki dönemin koşullarında anlaşılabilir. Öte yandan dışarıdan Nixon yönetiminin algısıyla tezat oluşturan ve uluslararası siyaset üretilmesinde böylesi etkin bir rol üstlenen Kissinger’ın çizgisi bambaşkaydı.
Cumhuriyetçilerin görevi devraldığı 1969 yılında ABD’nin en büyük baş ağrısı, Tet saldırısı sonrası iyice derinleşen Vietnam bataklığıydı. Nixon hükümetinin ulusal güvenlik danışmanı Kissinger’ın öncelikli hedefiyse, ABD’yi uygun koşullarda bu beladan çekip çıkarmak olacaktı. Hükümete karşı yoğun protestoların yaşanmasına sebep olan Vietnam’daki askeri tırmanma, bombardımanın komşu ülkelere de kaydırılması ve yoğunlaştırılması, Hanoi’nin ABD’nin koşullarına yaklaşmasını sağlamak amaçlı tedbirlerdi. Bu politikaların yol açtığı can kaybı, dünya kamuoyunda tepkiye yol açsa da devletlerin çıkarları söz konusu olduğunda insani kaygılar göz ardı edilecekti. Neticede bir dört yıl daha çok sayıda cana mal olan savaş sürdürülmüş, ancak 1973’te, yine Kissinger’ın kotardığı Paris anlaşmalarıyla Vietnam savaşı sonlandırılabilmişti.
Kissinger içinde bulunduğu dünyayı iyiyle kötünün, özgürlükle tiranlığın mücadele alanı olarak görmediği için gerekli gördüğü bu geri adımı atabilmişti. Bu ağır yenilgiyle 1970’li yıllar ABD’nin büyük geri çekilmesi gibi okunabilecekken, Sovyetlere karşı belki de Soğuk Savaş’ın sonunu getirebilecek iki ağır karşı darbe indirilecekti, üstelik her ikisinde de Kissinger’ın izi vardı. Öncelikli ve daha önemlisi Moskova’yla sorunları iyice ayyuka çıkan Pekin’e, bütün ideolojik bariyerleri aşarak yapılan açılım oldu. Önce dışişleri bakanları düzeyinde yapılan görüşmeler, daha sonra belki o zamana kadar ABD’nin gördüğü en anti-komünist Başkan Nixon’un Mao’yu ziyaretiyle zirveye ulaşacaktı. Böylece nihayet Çin’in resmi temsilcisi olarak kabul edilen Pekin yönetimi, karşı bloktan koparılacak, biraz mahcup biçimde de olsa müttefik ülkeler kervanına katılacaktı.
Kissinger’ın satranç tahtasındaki ikinci hamlesi ise bugün yeniden gündemin en ön sırasına gelen Ortadoğu’da olacaktı. Yom Kippur Savaşı’yla alt üst olan dengeleri ABD’nin bölgedeki hakimiyetini pekiştirmek için kullanan Kissinger, belki oyun sonunu kendi görev süresinde göremeyecekti ama kurgu kesinlikle onundu. 1973’te ilk başlarında gafil avlanılan savaşın İsrail’in lehine sonuçlanması ABD’nin desteğiyle mümkün olacaktı. Böylelikle Sovyet silahları karşısında üstünlüklerini gösteren Amerikalılar Mısır’ın yeniden Batı kampına geçişini sağlayan sürecin kapısını aralayacaktı. 1979’da Camp David’deki barış hem İsrail’in güvenliğini garantiye almış hem de Mısır’ın Altı Gün Savaşlarında kaybettiği Sina yarımadasına geri dönmesini sağlamıştı. Askerî açıdan gerçekleştiremediği bu başarıyı Kahire ancak Filistin davasının arkasından fiili desteği çekip Sovyetlerle bağlarını kopararak yakalayabilecekti.
Kissinger’ın dışişleri bakanı olarak görev süresindeki önemli olaylardan birisi de Kıbrıs Barış Harekâtı olmuştu. Başbakan Ecevit’le bu süre içerisinde diyalogları, bilhassa Kocatepe gemisini kendi uçaklarımızın vurması sırasındaki iletişimi ilgi çekici boyutlar içerir. Yunan tarafının da bolca komplo teorisi üretmesine zemin sağlayan bir yönü de vardır.
Soğuk Savaş’ın sonunu getiren elbette Kissinger ve onun hesaba kitaba dayalı politikaları olmamıştı. Nixon ve Ford’dan sonraki Carter yönetiminde ciddi prestij kaybı yaşayan ABD, seksenli yıllarda yeniden şahin bir liderin, Reagan’ın başkanlığında yükselişe geçecekti. Bir kez daha karşı tarafı şeytanlaştıran, özgür dünyanın liderliğini alıp dünyanın her yerinde komünist tiranlığa karşı koyan bir büyük güç söylemi etrafı kaplayacaktı. Reagan’ın güç politikaları nihayet Sovyetleri dize getirip Doğu Avrupa’dan çekilmeye ve Batı’nın karşısına dikilen blokun çökmesine neden olmuştu.
Böyle bakınca idealist, cüretkar bir siyasetle ancak sonuç alınabileceği, müzakere yerine güç gösterilerinin sonuç verdiği düşünülebilir. Öte yandan seksenli yıllara gelindiğinde böyle bir sonucun güç dengesinin belirgin biçimde ABD lehine dönmesiyle alındığını hesaba katmak gerekir. Petrol fiyatlarının çakılmasıyla büyük bir mali krize giren, doğu Avrupa’da kendisine ayak bağı olan halkların yüküne ek olarak Afganistan bataklığının ağır maliyetini de hantal ekonomisine çektirmeye çalışan Moskova’nın artık takati kalmamıştı.
Ama belki daha da önemlisi Ortadoğu’da ve daha da önemlisi Çin gibi bir devle olan ittifak bağları kopan Ruslar için ABD’yi dengelemeye devam etmeye çalışmak giderek anlamsızlaşmaktaydı. Neresinden bakılırsa bakılsın Soğuk Savaş’ın en kritik satranç hamlelerini Kissinger kendi döneminde gerçekleştirmişti. Böylelikle kendi adını, hep övgüyle andığı uluslararası siyasetin ustaları arasına yazdırarak 100 yıllık bir macerayı tamamladı.