ŞULE TÜRKER
suleturker34@gmail.com
Başlıktaki ifade, Barış Muslu’nun, raflara gelmeden tükenen ve şimdilerde 100 bin basılan 5. kitabı ‘Gecikmeli Teslimiyet’ten.
Bilmeyenler için kısa bir özet geçelim; Barış Muslu aslında mühendis. Michigan Tech Üniversitesi’ni üç senede bitirip, Türkiye’ye döndüğünde Koç Üniversitesi’nde işletme mastırını tamamladı. 2001 yılında kendi şirketini kurdu. Ancak geçirdiği ve doktorların çare bulamadığı rahatsızlığı, onu farklı bir kulvara soktu. Fiziksel rahatsızlığını ortadan kaldırmak için yaptığı araştırmalar sonucu NeuroFormat adını verdiği sistemi geliştirdi. “Malum mühendis kafası, analiz ederek, beyin üzerine pek çok yöntemi inceleyerek, kendi üzerimde uygulayarak NeuroFormat sistemini geliştirmiştim” diye anlatıyor o günleri.
‘Yıka Beynini’, ‘Beynine Format At’, ‘Sağlığına Format At’, ‘Neuro Aşk’ kitapları, farklı illerde yaptığı seminerler, sosyal medya hesaplarından yaptığı canlı yayınları sayesinde NeuroFormat tekniği binlerce kişi tarafından bilinir ve uygulanır oldu. Uzman psikologlardan oluşan NeuroFormat ekibini yönetmeye ve geliştirdiği tekniği anlattığı seminerler vermeye devam eden Muslu, yeni kitabı Gecikmeli Teslimiyet’te, kendi deyimiyle sistemin ‘bir üst sürümünü’ takipçileriyle paylaşıyor.
“Yüz binlerce okurum NeuroFormat tekniğiyle mucizelere imza attılar. Kronik rahatsızlıklarını iyileştirdiler. Fobilerini, bağımlılıklarını yendiler, kilo sorunlarından kurtuldular. ‘Geçmez’ denilen alerjilerini, hayatlarını karartan kronik ağrılarını ve daha birçok ciddi rahatsızlığı alt ettiler.”
“Yok artık” mı dediniz? Gerçekten de duyunca ya da okuyunca inanmakta zorlanıyor insan. Ama kitapta yer alan ‘mucizevi iyileşme hikayeleri’ni (Hepsi Muslu’nun her akşam İnstagram hesabında canlı yayınlarına ya da seminerlerine katılan kişiler) okuduğunuzda, bir taraftan hayrete düşerken, diğer taraftan baştaki kesin yargılarınız gidiyor.
Gelelim işin özüne…
Pek çok hastalığın nedeni travmalarımız
Barış Muslu’ya göre yaşadığımız pek çok sağlık sorununun temelinde travmalarımız yatıyor. Burada bir parantez açalım; Muslu’nun “Biz de çok şaşırdık” dediği ve ‘bir üst sürüm’ olarak nitelendirdiği şey, travmayı yaşayan anneye çalışıldığında çocuğunun yaşadığı kronik hastalığın iyileşmesi. “Aslında hepimiz birbirimize bağlıyız” diyor Muslu. Ve devam ediyor: “En temel mesajı vereyim; Geldiğim noktada ulaştığım bilgi net; Tüm kilitleri çözen anahtar; teslimiyet, tevekkül!”
İşgüzar beyin
Muslu’nun ağzından devam edeyim: “Mesajı en baştan vereyim, konumuz ister sağlık sorunları olsun ister fobiler, ister kilo ve alerjiler ya da kronik ağrılar, aslında temelde yatan neden; işgüzar bir beynimizin olması… Biz insanlar beyin hasar gördüğü için hastalanmıyoruz. Bilakis beyin bizi korumaya, ne pahasına olursa olsun hayatta tutmaya çalıştığı için hastalanıyoruz. Beyin bizi kötü olay karşısındaki travmadan, tehlikeden koruyor. İşin mantığını doğru anlamak gerek. Beyin bizi koruduğu için hastalanıyoruz. Okurken kafa karıştırıcı gelecek belki ama iyileşmek için de o ‘korumayı’ ortadan kaldırmak gerekiyor. Anlayacağınız bir anlamda bizim en büyük mücadelemiz beynimize karşı. Kendi beynimizi ikna edebilirsek, mutlu da oluruz sağlıklı da oluruz, daha uzun da yaşarız. İronik değil mi? Mucizevi varoluşumuzu sürdürmemizdeki başkumandan, bizi korumak adına bizi öldürebilir!”
Savaş ya da kaç
Beynin ‘temel yazılımı’nın savaşmak ve kaçmak üzerine kurulu olduğuna dikkat çeken Muslu şöyle devam ediyor:
“Bu şu demek; Beynimiz bir tehditle karşılaştığında yani daha ilkel zamanlardan beri var olan ‘savaş-kaç’ komutunu hissettiğimizde, organların kapasitesini artırmak üzere gelişmiş. Ne yapıyor tehlike anında kalbimiz? Hızlanıyor. Böylece belli bölgelere fazla kan giderken, belli bölgelere daha az kan gidiyor. Mesela sempatik sinir sistemi denilen şey oluşuyor. Beynimizdeki en modern yazılımlar ile en ama en ilkel yazılımlar hala aynı anda çalışmaya devam ediyor. Ve bütün sorun da aslında buradan çıkıyor. Üst üste binmiş yazılımlardan! Beyin, bir yırtıcıyla karşılaşma ile yöneticiye sunum yapma arasındaki farkı bilmiyor! Aynı tehdit algısını yaratıyor. Bedene de bunu yaşatıyor.
Bilinç ile bilinçaltı arasında büyük farklar var. Ve bu da bizi hasta ediyor! Bilinçaltının en önemli özelliği şudur; Bilinçaltı her şeyi fiziksel görür. Yani kavramlardan anlamaz.”
Patron örneği
Muslu bir örnekle bunu açıklıyor: “Diyelim patron herkesin içinde sana bağırıyor. İçinden, ‘Allah’ım bu nasıl olur’ diyorsun, ‘Nasıl herkesin ortasında bana bağırır’ Duyguların yükseldiği, zirve yaptığı bir an. Rencide olmuş hissediyorsun, öfke duyuyorsun. Herkesin sana baktığını düşünüp utanıyorsun. Bu sırada alt beyin, ‘Yapabileceğim bir şey var mı’ diye soruyor. Niyeti tamamen iyilik. Ve ne yapıyor? Patronun azarını, rencide olma duygusunu anlayamadığı için en fiziksel haliyle yorumluyor sahneyi. ‘Bir şeyi yutmak zorunda kaldın. İçinde bir şey kaldı onu atmamız lazım’. Ve başlıyor bağırsakta hücre artırmaya. Birkaç gün sonra tehlikenin geçtiğine karar verince bu kez başka bir komut veriyor yazılım; ‘Artırdık, şimdi bunlara gerek kalmadı, onlardan kurtulalım’. Ödem yayıyor, ishal oluyorsun. Bu durum böyle devam ederse al sana kronik mide bağırsak sorunları. Tam bu stres ortamında mesela kendini ekmek yemeye verdiysen al sana alerji!”
Arazi ilaçlanıyor ama bataklık duruyor!
Böylesi durumlarda doktora gittiğimizde tetkikler, ilaç tedavisi ya da ameliyatların gündeme geldiğini hatırlatan Muslu, bu süreçle ilgili ise şu iddialı tespiti yapıyor:
“Aslında olan ne biliyor musunuz? Bir rüzgar esiyor ve biz o rüzgarın etrafına duvar örmeye çalışıyoruz. Ama duvar yeniden yıkılıyor, rüzgar kasırgaya dönüyor. Neden mi? Çünkü orada bir rüzgar esiyorsa, zaman içinde kasırgaya dönüyorsa, uzakta bir yerde bir de kelebek var. Kasırgayı başlatan o. Kelebek, beyindeki sıkışmış bir duygu. Aslında vermek istediği mesaj; Ben tehlikedeyim. Ve sürekli kendini hatırlatıyor. Beyinde zaman kavramı yok. Geçmiş, gelecek yok. Hepsi aynı anda var. ‘Oldu bitti, geçti’ demeyi bilmiyor beynimiz. Ve o kelebek –travma- kanatlarını çırptıkça rüzgar da esmeye devam ediyor. Sorunu fiziksel düzlemde çözmeye çalışmak, sinek var diye araziyi ilaçlamaya benziyor. Oysa kesin çözüm, bataklığı kurutmak.”
Ne kadar büyük duygu o kadar tehlike!
Muslu’ya göre beynimiz kavramsal olarak algılamadığı tehdidi fiziksel bir tehdit varmış gibi algılıyor. Peki nasıl? Duyguya bakarak. Şöyle açıklıyor Muslu: “Beynimizin bir cetveli, bir ölçü sistemi var. Beyinde en çok önemli olan olaylar, duygusal olaylar. Bir şey sende ne kadar büyük bir duygusal tepkiye sebep oluyorsa, beyin diyor ki, tehlike o kadar büyük! O kadar büyük tedbir almalıyım! Ne kadar çok duygu o kadar büyük tehlike.”
NeuroFormat ne yapıyor?
NeuroFormat’ın çalışma sistemi de buna dayanıyor. Belli vuruşlarla duyguyu tetikleyerek, deşarj etmeyi sağlıyor sistem. Duyguyu atarak, temizleyerek, beyindeki önceliği kaldırılıyor. Nitekim Muslu da, “Duyguya müdahale ederek, beyne yaşadığı bu şeyin önemli olmadığını hissettiriyoruz. Sistemin özeti bu” diyor.
Bu noktada gamsız insanlar örneğini veriyor: “Gamsız insanlar hastalanırlar mı, hayır. Adam duygu yükseltmiyor ki niye hastalansın? Dünya yansa umurunda değil. Duygu yükselmediği için alarm durumu olmuyor, beyin organları tetiklemiyor, hastalık gelişmiyor, organlar bozulmuyor. Gamsız demek bir anlamda, ‘Hayat boyu aşılı’ demek anlayacağınız.”
Gecikmeli teslimiyet
Gelelim kitaba da adını veren ‘teslimiyet’ kısmına. Yine Muslu’ya kulak verelim:
“NeuroFormat sistemiyle, olaylar yaşanırken gösteremediğimiz tevekkülü, sağlığımızı koruyacak o sakinlik halini, teslimiyeti gecikmeli de olsa gösteriyoruz. Bana sorarsanız sağlığın, esenliğin şifresi de bu teslim olma halinde yatıyor. ‘Seni öldürmeyen, sakin kalabilirsen seni aşılar’, tecrübe kazanırsın ama aşırı mücadele etmeye çalışıp, savaş açıp, yoldan çıkarsan travma sahibi olur, hastalanırsın. Asıl mesele şu; Sakin kalabiliyor musun? İster biraz gamsızlığa sığınarak ister teslimiyetle yapalım bunu. ‘Ben gerekeni yaptım, olacak olan olsun bakalım’ diyebilmek bize inanılmaz güç katıyor. Travma ya da olaya teslim olduğumuzda ne oluyor? Hemen söyleyeyim, korku gidiyor. Bir anlamda beyninde savaştığın rakibe artık bir önem vermiyorsun. ‘Artık savaşmayacağım’ dediğinde savaşı bitirmiş oluyorsun. Savaştıkça karşıdaki rakibi güçlendiriyorsun aslında. Kendi beyninde, vücudundaki bir şeyi düşman olarak algılarsan, yaptığın tek şey düşmanı güçlendirmek olur. Bu durum zaten beyin tarafından tetiklendiği için, savaştığın şey daha fazla alarm verir, daha da güçlenir. Çünkü savaştıkça daha çok tetiklemiş oluyorsun. Beyinde bu şeye öncelik veriyorsun, duygu yükleyerek önem derecesini artırıyorsun. Beyin de o sorunu o nörolojik bölgeyi tetiklemeye devam ediyor ve al sana kısır döngü…”
Mucize iyileşme hikayeleri
Kitapta, NeuroFormat tekniğini kullanarak yıllardır çektikleri hastalıklar ya da fobilerden kurtulanların çarpıcı hikayeleri de yer alıyor.
“Okuyacağınız hikayelerin çoğu, sistemi kitaplardan ve özellikle seminerlere gelerek uygulamayı öğrenen, travmayı bulup çözerek iyileşmeyi yaşayan ve başkalarına ilham vermek için bunları gönüllü olarak sosyal medya canlı yayınlarında paylaşan kişilerin hikayelerinden oluşmaktadır” diyen Muslu, hikayelerdeki iyileşmelerin doktor raporlarıyla da sabit olduğunu vurguluyor.
Ayağın ayağıma değmesin
40’lı yaşlarında bir kadın. Bir çocuk annesi. Hemşire. Eşinden boşanmış. Hastalığı sedef. Tabanları neredeyse yarık olmuş. 16 yıldır sadece spor ayakkabı giyebiliyor. O doktor senin bu doktor benim dolaşıyor. Dünyanın ilacını kullanıyor. Alternatif tıbbı deniyor. Bulduğu her kitabı okuyor. Derdine çare alıyor. Ne ilaçlar ne de dışarıdan uygulanan kremler işe yarıyor. Tam bir çıkmaz, geçmeyen kronikleşen bir sorun. Yedi-sekiz sene önce kitaplarımı satın alıyor, sistemin işe yarayacağına inanmıyor hatta kitapları satıyor. Yıllar sonra bir arkadaşın şiddetle tavsiye etmesiyle canlı yayınları izleyince kitapları yeniden alıyor. Kendi hikayesini düşünüyor. Ve yaptığı çalışma sonrasında yanma ve sedef şikayeti tamamen geçiyor.
Peki kronik bir rahatsızlığa dönüşen cilt sorunları nasıl tetiklenmişti?
Yıllar öncesi, boşanma öncesi. Eşinin onu aldattığını öğreniyor. Eşi, “Boşanalım” diyor. O günlerde çocukları için özel bir gün. “Bugünlük olsun aynı yatakta yatalım, evliliğimiz sürüyormuş gibi yapalım” diyor. Koca, “Tamam” diyor, “Ama ayağın ayağıma değmesin!”
Sonrasında yaşadıklarını şöyle anlatıyor: “O tarihten sonra ayağımda sedef başladı. Mantar tedavisi gördüm, altı yıl önce sedef olduğu ortaya çıktı. Ayağım kendim de dahil kimseye değmedi. Bu çalışmayla kendimi ne kadar suçladığımı gördüm. Kadınlığımı reddetmiştim. Sizin çalışmanızı yaptıktan sonra yaklaşık 1.5 aydır ayağımda hiçbir şey yok. Artık ayağım kendi ayağıma değiyor.“
Bu travmayı bulmak, üzerinde çalışmak Ayşe’nin sedef ve cilt sorunlarını çözdü. Bu mucize değil de nedir?
Kitapta, bu örnek gibi yaşadığı travma sonrası saçları beyazlayan, çalışma sonrası siyaha dönen, erken yaşta menopoza girip, altı yıl sonra yeniden regl olan, dökülen saçları yeniden çıkan, travma sonrası işitme kaybı yaşayıp, çalışma sonrası kulağı yeniden duyan, Hashimoto’dan kurtulan, ne yapsa veremediği kiloları çalışma sonrası veren, panik atak hastalığı geçen, KOAH’ı düzelenler ile anneye çalışınca, çocuktaki hastalığı geçen, inanması zor mucize iyileşme hikayeleri yer alıyor.
Hastalıklar ve Travmalar
Kitapta, hangi travmalarda hangi hastalıklara yakalanıyoruz bununla ilgili bir ayrı bir bölüm de bulunuyor. Bazıları şöyle:
Adet düzensizliği: Kayıp, ayrılık, ölüm, terk edilme travması
Aft: Elde edememe, kurtulamama travmaları
Alerjik kaşıntı: Ayrılık, bir yerden ayrılmak
Alzheimer: Birisini kaybetmek, çok yakın birinin ölümü
Anksiyete-Kaygı bozukluğu: Dört farklı travma türü: Cinsel utanma travmaları. Bayılma ya da bir madde kullanımıyla aklı kontrol edememe korkusu. Hastalık teşhis ve hastane travmaları. Kontrol edilemeyen genel dönemler.
Bel fıtığı: Değersizlik, suçluluk, başarısızlık.
Böbrek taşı: Ayrılık travmaları
Burun tıkanıklığı: Koku travması ya da herhangi bir travma sırasında travmayı etraftan gelen koku ile özdeşleştirme
Demir eksikliği: Değersizlik, suçluluk, başarısızlık
Diş gıcırdatmak, sıkmak: Elde edememenin değersizliği
Fibromiyalji: Değersizlik, başarısızlık, suçluluk
Gaz, bağırsak gazı, kolit: Sindirilemeyen öfke
Göz kuruluğu: Görsel ayrılık ya da görmek istemediği manzarayla karşılaşma.
Hassas bağırsak sendromu: Sindirilemeyen öfke
Hemoroid: Alana müdahale travması ya da sindirilemeyen öfke
Huzursuz bacak sendromu: Gitmek istenen yere gönderilmemek, alıkonulmak, hapsedilmek
Karaciğer yağlanması: Açlık korkusu ve travması
Kaşıntı: Ayrılık travmaları
Kellik: Özellikle de kendinden büyük birinin kaybı, saçını okşayan biri, anne baba kaybı
Kurdeşen: Ayrılık, kaybetme travması
Mide fıtığı: Reddedilme travması, tuzağa düşme
OKB-takıntılar: Cinsel utanma travması
Otizm: Çok sert korku.
Öksürük: Alana yapılan müdahale travmaları
Panik atak: Üç farklı travması var. Boğulmak, kapalı ve nefessiz kalmak. İkincisi kalp krizi konulu travmalar. Üçüncüsü ise bayılma ya da bir madde kullanımıyla aklı kontrol edememe korkusu
Saç beyazlaması: Kayıp, ayrılık
Sinüzit: Koku travması
Sivilce: Belirli bir bölgeye yapılan fiziki ya da mecazi saldırı. Yüze karşı yapılan kötü söz ya da kötü bir bakış da sivilceleri aktifleştirebilir. Sırttaki sivilce; ihanet, arkadan saldırı, pislik hissi
Tırnak yeme: Otorite altında ezilme, cevap verememe, cinsel utanma travması
Vajinismus: Cinsel taciz, babayla kavga, gerdek gecesi korkusu, doğum videosu izleyip korkma. Erkeklere ciddi öfke hissedilen bir travma
Yüz felci: Rezil olma, yüzü olmamak. Cinsel utanma travması
Zona: Saldırı ya da pislik travması