
MURAT SEVİNÇ
Bir önceki yazı altı parti tarafından hazırlanan ‘Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem’ başlıklı mutabakat metni üzerineydi. Elimde 19 sayfalık, basın için hazırlanıp o gün dağıtılan ‘lansman’ metni (!) vardı. Asıl metin 52 sayfa ve partilerin web sayfalarında. Buraya CHP sayfasında yer alan uzun metni bırakıyorum, ayrıntılı incelemek isteyenler için.
Tekrar: Bu bir anayasa metni değil, altı partinin uzlaştığı bir çerçeve. Böyle uzlaşmalarda her parti, eğer tek başına hazırlasa farklı bir çerçeve çizer, bir araya gelindiğinde bu kadar olmuş. ‘Önemli’ bulmamın nedeni, özgünlüğü, cesareti, tüm sorunları çözme kapasitesinden çok, ola ki bir gün iktidar değişirse, konuşabilecek bir ‘zemin’ vadetmesi. Ne ülke ve TBMM altı partiden ibaret ne de anayasal düzen yalnızca siyasi partilerin eseri. Karmaşık, sayısız toplumsal-siyasal ilişkinin ürünü olacak, her ne olacaksa. Dolayısıyla olup biten bir şeylerden değil, henüz başlamamış olanın ilk adımından söz ediyoruz.
Ancak hiçbir ilk adım, aslında yepyeni bir ‘ilk adım’ olmaz, beyaz sayfa pek mümkün değil. İstediğiniz kadar silin, sayfada geçmişte yazılanların izi kalacaktır. O izde, sınıf mücadelesi, kimlik mücadelesi, partiler ve ideolojiler arasındaki çekişme ve geçmişle hesaplaşma görülür. Yeni olduğu iddiasındaki cümlelerin satır arasında o ‘geçmiş’ yer alır. Benim açımdan mutabakat metni, satır satır ele alınması gereken bir sözleşme olmaktan çok, geleceğe yönelik vaadin yalnızca bir nüshası. Bu nedenle hiç küçümsenmemesi ve abartılmamasından yanayım. Önümüzde zorlu yıllar var ve o yıllar, herhangi bir metnin çerçeveleyemeyeceği sayısız uzlaşma ya da anlaşmazlığa tanık olacak.
Mutabakatı tek bir cümleyle tanımlamak istesem, şöyle derdim: Liberal anayasacılığın terminolojisiyle hazırlanmış, ancak belli başlı yaşamsal konularda ‘liberallikten’ de ürkmüş, metne başlarken eleştirdiği 1961 Anayasası’ndaki klasik parlamenter sistemi benimsemiş, her kesimin kabul edebileceği ilkelere de yer veren, temel hak ve özgürlükler konusunda olabildiğince genel ifadeler sarf eden sütten ağzı yanmışların hazırladığı bir metin.
‘Liberal anayasacılık’ derken, daha kapsamlı ve çetrefil açıklamaların gerektirdiği bir alana giriyorum kuşkusuz ve ileriki zamanlarda bunu yapmaya çalışacağım. Şimdilik, metne hâkim genel anlayışı tanımlayabilmek için başvuruyorum bu kavramlara. Yoksa, hakikaten adı sanı bilinen liberal hukukçular tarafından hazırlansa, bazı kritik konular çok daha cesur bir dille gündeme gelirdi. Dedim ya, her ne kadar çok benzer oldukları iddia edilse de belli açılardan birbirine benzemezlerin uzlaşması bu kadar olabilir, olabiliyor.
Metnin ideolojisi, başlangıç sayfalarında belirgin. Mümtaz Hoca, anayasaların ‘dibacesini’ klasik Türk müziğindeki peşreve, operadaki uvertüre benzetirdi. Metinlerin nasıl ilerleyeceği o kısımdan az çok anlaşılır. Örneğin 1982 Anayasası’nın Başlangıç kısmının ilk hali dört başı mamur bir faşizmin diliyle kaleme alınmıştı, ilerleyen sayfalarda karşılaşılacak olanlar hiç sürpriz değildi. Önümüzdeki metnin ‘Önsöz’ sayfası, demokrasiden, çoğulculuktan, katılımcılıktan, AK ve AB normlarının kerteriz olacağından ve kuşkusuz, her derde deva ‘liyakat’ ilkesinden söz ediyor. Ne güzel.
Kaleme alanların ideoloji ve endişelerini ‘Giriş’ kısmının ‘Yeni Bir Sistem Öneriyoruz’ başlıklı ‘C’ şıkkı altında daha açık okuyoruz. Burada, önerilen sistemin yeni olduğu, geriye dönüşün söz konusu olmadığı yönünde ikna çabası var. Haliyle, anayasalar tarihine girilmiş. Türkiye sağ liberalinin anayasa tarihi okuyuşunun birkaç paragraflık güzel bir örneği. 1921 Anayasası’nın ‘nispeten kapsayıcılığına’ atıf yapılmış ve oradan 1961’e atlanmış! 1924 nerede? İşte o kısım biraz sorunlu, sanırım ne yazacaklarını bilememişler. Çünkü, Cumhuriyet’in ilk anayasası, Mustafa Kemal’in II. Meclis’inin hazırladığı anayasa, kuruluş ayarlarının yapıldığı (Sünni-Türk, üniter, ulus devlet) anayasa ve DP’nin özellikle 1957’den sonra görmezden geldiği anayasa! Herhalde bu gerekçelerle ‘ne şiş yansın ne kebap’ diyerek geçiştirmişler.
Sağ-liberal ideolojinin iyice belirginleştiği yer ise 1961 Anayasası yorumu. Muhtemelen CHP alınmasın diye, “Birçok yeni ve önemli düzenleme getirmiş olsa da” ifadesiyle başlamış ve ardından kalemi Celal Bayar’a vermiş gibiler! MGK’nin bir anayasa kurumu haline getirilmesine yönelik eleştiri vs. kuşkusuz haklı, 1961 Anayasası’nın sevapları yanında günahları da vardı, iyi güzel de, sonrasındaki ‘bürokratik vesayet’ eleştirisi Türkiye sağının 1960’ların ortasından itibaren yinelediği ‘milli iradeye getirilen ortaklar’ jargonunun tekrarı. 1961 Anayasası’na iki paragraf ayrılmış ve tam beş kez ‘vesayet’ kavramı geçiyor. Bir kesimin tarih okumasında en sevdiği sözcüklerden biri. Bu ülkenin tarihinde vesayet kurumu/derdi yoktur, demiyorum. Sorun, bu kavramı (örneğin merkez ve çevre gibi) türlü değerlendirmelerin merkezine koyup o vesayet ilişkilerindeki, başta sınıfsal, diğer tüm belirleyici nitelikleri inatla ya görmezden gelmekte ya da önemsizleştirmekte. Hatırlarsınız, 2010 değişikliği sırasında da en çok sarf edilen sözcüktü vesayet. Yine, örneğin Bayar yalnızca bürokratik vesayetten söz etmiyordu, aynı zamanda grev hakkının ‘yasal bir zorbalık’ olduğunu dile getiriyordu. Her neyse, farklı okumalar diğer yazıların konusu olsun.
Metnin müellifleri, 1961 Anayasası’nı iki paragrafla eleştirip anlayabildiğim kadarıyla sağ siyasetin içini rahatlıktan sonra, 1982 Anayasası’na dört satır ayırıp ‘o da vesayetçi bakışı korudu’ ve ‘cumhurbaşkanının yetkileri çoktu’ ifadesiyle konuyu kapatmış. Ardından, her ne kadar 1961 Anayasası’na özel eleştiri göze çarpıyor olsa da, klasik parlamenter sistem ve özerk-bağımsız kurumlar savunusu büyük ölçüde o Anayasası’nın katkısıydı. Partilerden beşi, Erbakan, Demirel ve Özal’ın mirasçıları olmasına karşın, başkanlık sistemi vs. yerine klasik parlamenter sistemi benimsemiş olmaları, doğru tutum.
Metinde olması gerekip de olmayan, olmaması gerekirken olan, her açıdan eleştirilebilecek çok şey var, bunları da, gerekçelerini de tahmin etmek güç değil, daha çok yazılıp çizilir nasıl olsa. Yinelemem gerekirse, herkes kendi başına kaleme alsa farklı metinler ortaya çıkabilecekken bu mutabakatın söz konusu altı parti tarafından imzalanması küçümsenmemeli. Muhalefetin diğer partileri ve bileşenleri de ilerleyen zamanda önerilerini sunar, seçim olur, eğer iktidar değişirse ‘daha ferah ortamda ve konuşulabilir bir zeminde’ uzun tartışmalar yapılır ve herkes kendi sözcüğünü, kendi gücü ve ikna ediciliği ölçüsünde ekler. Salt bir anayasa yazımından değil, farklı toplumsal grupların etkiyeceği, kapsamlı (anayasası, yasası ve kurumlarıyla) bir dönüşümden söz ediyoruz. Bana kalırsa her anlamı vaadin kıymetini bilip günü geldiğinde sahibine hatırlatmalı.
Yazının başlığına gelebilirim artık…
Türkiye’de yıllardır ‘hâkim olan’ hukuk-anayasa anlatısı büyük ölçüde kurumsal-teknik hukuk işçiliğine indirgenmiş durumda. Hukuk alanında bir değişiklik yapıldığında ya da yargı bir karar verdiğinde var olan sorunun çözüleceği, çözüldüğü varsayılır genellikle. Pek çok gerekçesi olan ve bana kalırsa altüst edilmesi gereken bu yaklaşımın azımsanamayacak gücü, önümüzdeki metinde de hissediliyor.
Burada, hukuksal düzenlemelerin önemsizliğinden, gereksizliğinden değil, yetmeyeceğinden söz ediyorum. Teknik hukuk işçiliği, konunun yalnızca bir yönü ve asıl önemlisi uygulama; o uygulamaysa hukuk metinleri dışında olup bitenlerle ilgili. Hâlihazırda Türkiye’de yaşananların, insanların uğradığı adaletsizliklerin, cezaevlerinde doldurulan çilenin gerekçesi mevzuat değil, siyasal-toplumsal koşullar. Türkiye siyaseti ve ahalisinin anayasasına, haklarına sahip çıkmayışı. Demokratik alışkanlıkların ve teamüllerin yerleşmemiş oluşu. Bu durumda, birileri sürekli kurumsal düzenlemelerden söz ederken, birileri de bıkıp usanmadan bu düzenlemelerin yeterli olmayacağını anlatmalı.
Siyasi etik, yasa konusu olabilir, ancak ahlak, haysiyet, utanma duygusu yasa konusu değildir. Yargı bağımsızlığını sağlayacak normlar yaratılabilir, buna mukabil hâkim vicdanı ve yansız davranma gereği, kupkuru bir normun konusu değildir. Anayasalarda, anayasayı güvenceye alacak hükümler bulunabilir, ancak anayasanın korunması salt hukuk konusu değildir. Metinlerde, eşitlik, özgürlük, hak, hukuk gibi terimler bolca yer alabilir, ancak hiçbiri yalnızca bir madde, hüküm, mahkeme kararı konusu değildir. Siyasal ve kamusal yaşama dair her konunun hukuk tarafından düzenlenerek hale yola koyulabileceği düşüncesinin içi boştur.
Hukuk metinlerini ve konumuz olan mutabakat metnini yazan insanlar da bunların farkındadır tabii, bilinmez şeyler söylemiyorum. Ancak hâkim tutumu benimseyenler, işin kolayına kaçıp teknik çözümler alanında at koşturmayı seviyor. Oysa mevzuat, iyi gelecek için vaatlerden yalnızca biri olabilir.
Örneğin, şu HSYK ve yargı bağımsızlığı konusuna bakalım. 1961’de düzenlendi, olmadı; 12 Mart muhtırası ardından yeniden düzenlendi, olmadı; 1982’de yeniden düzenlendi, olmadı; 2010’da yeniden düzenlendi, olmadı; 2017’de yeniden düzenlendi, olmadı… İnsaf edin, insan bir durup düşünmez mi, neden olmuyor, acaba hukuksal düzenlemelerin şekli şemaili dışında bir sorun mu var bu ülkenin yargısında, neden istenen o bağımsızlık ve yansızlık bir türlü sağlanamadı, hatta, o yansızlık hiç istendi mi ki, yoksa yargı devletin tarafını mı tuttu, telkin edilen bu muydu, belki de bağımsızlık ve yansızlık hiçbir zaman umulmadı, bir hedef değildi…
Hiçbir siyasal rejim ve anayasa tartışması, teknik hukuk işçiliği alanına terk edilmemeli, o cendereye sıkışıp kalmamalı, ‘normu’ küçümsemeden, onun uzay boşluğunda yaratılıp uygulanmadığı gerçeği ihmal edilmemeli. Aksi takdirde, evet, anayasa değişir, hükümet sistemi değişir, yasalar değişir ve bu değişiklikler siyasi-toplumsal yaşamda pek bir dönüşüme neden olmayabilir. Mümtaz Hoca’nın ifadesiyle, ‘anayasaları yaşatanın içlerindeki hükümler değil, dışarılarındaki hayat’ olduğu gerçeği usanmadan hatırlatılmalı.
Hem, bu mutabakatın toplumda neden büyük bir heyecanla karşılanmadığı sorusunun yanıtı da, belki açıkça konuşmadığımız o dışarıdaki hayattadır…
İklim krizi notu: Bitki türlerinin yüzde 40’ı yok olma tehlikesiyle karşı karşıya, haberini buraya bırakıyorum.
Yazı önerisi: Murat Sabuncu’nun mutabakat metni hakkındaki yorum ve sorularını içeren yazısı.