LEVENT GÜLTEKİN
acikcenk@gmail.com / @acikcenk
HDP, Türkiyelileşme adı altında, ‘Herkes için demokrasi, özgürlük ve eşitlik’ diyerek, yıllardır bir türlü artıramadığı oyunu iki katına çıkardı. Ve şimdi 80 milletvekiliyle Meclis’te. Bir anlamda artık ülkenin de yönetimine adaylar.
Fakat HDP’nin özellikle de Kürt siyasi hareketinin artık bir karar vermesi gerekiyor. Çünkü bir tarafta meşru siyaset, diğer tarafta silah. Bir tarafta barış ve demokrasi vurgusu, diğer tarafta şiddetin hâlâ seçenek olarak görülmesi. Bir tarafta birlik, bütünlük söylemi, diğer tarafta Kürdistan hayalini canlı tutmak.
Bu çelişkiler, bu zıtlıklar toplumun önemli bir kesimini HDP’den uzaklaştırıyor.
Yanıtlanması gereken sorular
HDP, ülkeyi yönetmeye talip bir parti olarak mı yoluna devam edecek, yoksa hala silahı ve çatışmayı bir seçenek olarak gören hareketin bir parçası olarak mı? Siyaset sahnesinde demokrat bir özne mi olacak; siyaseti, ‘dava’nın bir uzantısı mı sayacak?
Yani demokrasi ve özgürlük mücadelesini her şeye rağmen barışçı bir yolla mı sürdürecek, yoksa devletin dayattığı şartlara göre savaşı ve çatışmayı da bir seçenek olarak görmeye devam mı edecek?
Eğer gerçekten büyümek ve ülke yönetimine katkı sunmak olmak istiyorlarsa, bu soruları yanıtlamaları gerekiyor.
Kimin sesine kulak verelim?
Kürt siyasi hareketinde ciddi bir dağınıklık var. Kimin ne dediği, nereye yürüdüğü, ne istediği belli değil.
Mesela HDP ile alakalı kimin sesine kulak vereceğiz?
“Ulus devlet çökmüştür artık demokrasi ve özgürlük mücadelesine geçiyoruz” diyen Öcalan’ın mı, yoksa “Türkiye Suriye’ye operasyon yaparsa biz de Türkiye’ye savaş açarız” diyen Murat Karayılan’ın mı?
Veyahut sık sık “Herkes için barış, özgürlük ve eşitlik” vurgusu yapan eş genel başkan Selahattin Demirtaş’a mı?
Yoksa tuhaf açıklamalarıyla, tavırlarıyla dikkat çeken diğer eş genel başkan Figen Yüksekdağ’a mı?
HDP mi dominant, KCK mı? Hangisinin sözleri, konuşmaları Kürt siyasi hareketini bağlıyor? Hangisinin önerileri HDP’nin gerçek politikası olacak?
Biz kime bakarak, hangisinin sözüne itimat ederek HDP’ye umut bağlayacağız? Ya da bağlamalı mıyız? HDP’nin böyle bir beklentisi var mı? HDP büyümek ve sorun olarak gördüğü meseleleri çözmek için iktidara gelmeyi istiyor mu, istemiyor mu?
Türkiye’yi mi istiyorlar Diyarbakır’ı mı?
HDP, daha doğrusu Kürt siyasi hareketi artık bir karar vermeli.
Çünkü, HDP Türkiye’deki en yenilikçi, en özgürlükçü siyasi söyleme sahip. Toplumun bütününü kucaklayacak önemli mesajlar veriyor.
Bundan dolayı da önemli bir ivme yakaladı. 7 Haziran öncesi uzattığı eli toplum havada bırakmadı. HDP’yi yüksek bir oy oranıyla Meclis’e gönderdi.
80 milletvekili önemli bir sayı. İzleyeceği politikayla demokrasi talep eden değil, demokrasi getiren bir parti konumuna geçebilir. Toplumun bütününe sesini duyurabilir. Meselelerin çözümü yolunda somut adımlar atabilir. Gelecek seçimlerden sonra iktidar ortaklarından biri olabilir.
İşte bu yüzden bir karar vermeliler:
Türkiye’yi mi istiyorlar Diyarbakır’ı mı?
Gerçekten kalıcı barış mı istiyorlar? Yoksa tüm bu barışçıl söylemler hep bir şarta ve amaca matuf olarak mı kullanılıyor?
Bütünlükten mi yanalar, yoksa bölgesel dengelerden bir pay kapma arzusu mu taşıyorlar?
Türkiye’nin birliği, bütünlüğü mü daha öncelikli onlar için yoksa bölgedeki Kürtlerin birliği bütünlüğü mü?
Türkiye’nin huzurunu mu daha çok önemsiyorlar yoksa farklı ülkelerdeki Kürtlerin huzurunu mu?
Kaldı ki Türkiye’nin huzurunu öncelik edinmek bölge Kürtlerini gözden çıkarmayı da gerektirmiyor. (İslamcılar da Türkiye’nin değil, başka ülkelerdeki İslamcıların huzurunu öncelediler. Ve sonunda hem Türkiye kaybetti hem de bölgedeki İslamcılar).
Günü mü kurtarmak istiyorlar, yarını inşa etmek mi?
Daha çok tabanın mı sesine kulak verecekler, Türkiye’nin mi?
Net olarak göstermeliler
Farkındayız, HDP tek başına karar verecek durumda değil. Bu nedenle hareketin tüm aktörlerinin beraberce bir karara varmaları gerekiyor.
HDP’yi nerede görmek istiyorlar? Bunu net olarak topluma göstermeleri gerekiyor.
PKK’nın silahlı mensupları şehir merkezlerinde taşkınlık yaparken, iş makinaları yakılırken, silah hâlâ masada tutulurken, insana değil etnik kökene vurgu hâlâ en yüksek düzeyde devam ederken, HDP toplumun bütününe güven veremez. Barışçı ve özgürlükçü söylemlerini hayata geçirecek bir zemin bulamaz. Toplumun bütün kesimlerinin gönül rahatlığıyla herhangi bir baskı hissetmeden, ikileme düşmeden oy verdiği bir parti konumuna yükselemez.
Diyeceğim o ki Kürt siyasi hareketi Türkiye’yi yönetmek istiyor mu, istemiyor mu? Eğer gerçekten Türkiye’yi yönetmeyi istiyorlarsa yüzlerini artık Türkiye’ye dönmeliler.
Zorunlu bir açıklama
Tayyip Erdoğan’ın etrafında kümelenmiş devşirme çetesi bir haftadır hakkımda akıl almaz bir iftira ve hakaret kampanyası yürütüyor. Sadece ben değil, Erdoğan’a ‘Gözün üstünde kaşın var diyen’ herkes ağır bir saldırı altında.
TV ekranlarından, gazete köşelerinden alenen haysiyet cellatlığı yapıyorlar. Yönettikleri TV’ler ve gazeteler adeta bir lağım çukuruna dönüşmüş.
Bu müptezelleri ciddiye alıp iftiralarına cevap verecek değilim. Hepsini mahkemeye verdim. Üstelik sadece tetikçiliği meslek edinmiş bu devşirmeleri değil, bana iftira atarlarken kaynak ve şahit gösterilen isimlerle de yargı önünde yüzleşeceğiz. Bu müptezellerin dediği gibi, arkamdan iftira atıp atmadıklarını, yargı önünde onlara da soracağım.
Bana atılan iftiralarda adı meseleye karıştırılan bu kimselerin suskunluğuna bakılırsa onların da bu müptezellerden geri kalır yanları yok.
Bu tetikçilerin patronlarına ve tetikçiliği meslek edinmiş haysiyet cellatlarına şunu söyleyebilirim: Eğer tek bir açığım, tek bir defom, tek bir yanlışım, alın teri dökmeden, iltimasla, rüşvetle, yolsuzlukla, haksız bir şekilde kazanılmış tek bir kuruşum olsaydı sizin gibi olurdum.
Yani üç günlük iktidar uğruna ülkemizin felakete sürüklenmesine ortak olurdum. Yani ‘Saray’a soytarı, ‘Kral’ın etrafında konuşlanan çeteye tetikçi yazılırdım. Veyahut üç kuruş uğruna haysiyet cellatlığına soyunurdum. Ya da en azından ülkemizin uçuruma gittiğini gördüğüm, bildiğim halde korkar sesimi çıkarmazdım.
Ama gördüğünüz üzere hiçbiri olmadım. Düşüncelerimi, fikirlerimi, ‘Mutlaka söylenmeli’ dediğim her cümleyi en açık, en anlaşılır şekilde yazıp söylüyorum. Bundan sonra da imkan buldukça söylemeye devam edeceğim.
Eminim ki siz de kendinize yakışanı yapmaya devam edeceksiniz.
Son olarak; yıllarca arkadaşlık yaptığım, ne yediğimi, ne içtiğimi, çalıştığım kurumlardan niçin istifa ettiğimi, esasında nasıl bir karaktere sahip olduğumu bilen eski arkadaşlarıma da bir çift sözüm var:
Siyaseten farklı çizgilerde olabiliriz. Fakat adalet için, delikanlılık adına biriniz de çıkıp, ‘Hayır arkadaş bunlar iftira, o işin gerçeği şöyle…’ demediniz.
Sizi bu korkak ve köle ruhlu tavrınızla baş başa bırakıyorum.
Farklı siyasi çizgilerde olmamız, adil olmamıza engel değil.
Ama ne yazık ki sizde ne adalet duygusu var, ne de cesaret. Gerçekleri bildiğiniz halde susarak bu haysiyet cellatlığına da ortak oluyorsunuz.
Sizi de Allah’a havale ediyorum.