BAHADIR KAYNAK
@bahadirkaynak
Ukrayna’nın Moskova’nın yörüngesinden dışarı savrulması, sadece 2014 yılında Maidan gösterilerine ve ardından gelen yönetim değişikliğine bağlanamaz. Öncesindeki Turuncu Devrim’in ardından iki ülke arasındaki gerilim Avrupa’ya doğalgaz kesintilerine kadar yol açan gelişmelere kapı aralamıştı. Ancak 2014’teki halk hareketleri ve sonuçtaki politik dönüşümün kırılma noktası olduğunda birçok kişi mutabık kalacaktır. Zira artık Kiev’de Batı ile Rusya arasındaki bilek güreşinin nihai kazananı olarak Avrupa yanlısı bir iktidar öne çıkmıştı. Putin’in aynı yıl içerisinde Kırım ve Donbas’ı işgal kararı da bu ana mücadeledeki başarısızlığa bir tepki olarak düşünülmeli.
Baltıklar, Orta Asya ve Kafkasya’dan farklı
Geçen hafta Gürcistan’da başlayan gösterilerin ‘yeni bir Maidan‘ olarak okunmasına bu arka planı akılda tutarak bakmakta fayda var. Zaten Ukrayna ve Gürcistan birçok zeminde bir arada anılan iki ülke.
NATO üyelikleri meselesi Atlantik’in iki yakasında uzun süredir tartışma yaratıyor ancak Moskova’nın göstereceği tepki nedeniyle bugüne kadar böyle bir irade ortaya konulamadı.
Sovyetler Birliği’nin dağılmasından sonra ortaya çıkan cumhuriyetlerin rotalarına bakıldığında Ukrayna ile Gürcistan arasında belli koşutlukların kurulması anlaşılabilir.
Baltık cumhuriyetleri zaten Sovyet İmparatorluğu’nun çökmesiyle beraber kendilerini can havliyle Avrupa kıtasının güvenlik ve ekonomik yapılandırmasına entegre etti. Ruslar hiç hoşlarına gitmese de günün koşullarında bu ‘oldu bitti‘yi hazmetmek zorunda kaldı.
Orta Asya Cumhuriyetleri daha düşük ekonomik gelişmişlik seviyeleri, coğrafi izolasyonları sebebiyle Rusya’nın yörüngesinden çok da fazla sapamadı.
Kafkaslardaki iki düşman ülke Azerbaycan ve Ermenistan’ın kaderi ise büyük ölçüde Karabağ krizi üzerinden belirlendi. 2020’den beri Rusya’nın bilhassa Azerbaycan üzerindeki etkinliğinde gevşeme var. Ancak henüz bir kriz noktasına gelinmedi.
Birbirini takip eden krizler
Geriye kalan iki cumhuriyet, Ukrayna ve Gürcistan ise hep birbirini takip eden krizlerle anılıyor.
2000’lerin başında ilk Batı yanlısı hareket Gürcistan’da başlamış, hemen ardından Turuncu Devrim’le Ukrayna’da devam etmişti. 2008 yılında Rusya’nın Gürcistan’a müdahalesini ise birçok kişi hatırlıyor olmalı. Tiflis’teki yönetimin rotasının Batı’ya çevirmesiyle Moskova’nın geleneksel politikası (eski Sovyet cumhuriyetlerindeki azınlıkları destekleme ve bunları baskı unsuru olarak kullanma) hemen uygulamaya sokulmuştu. Saakaşvili hükümetinin Güney Osetya ve Abhazya’daki ayrılıkçı hareketleri bastırmaya yönelik hamlelerine Rusya güç kullanarak yanıt vermişti. Gürcistan, Moskova’nın bu müdahalesi karşısında hemen hiçbir varlık gösteremeyince ve Batı’nın somut bir destek veremeyeceği anlaşılınca, Saakaşvili yoğun eleştirilerin hedefi haline gelmiş ve zaman içerisinde iktidarını kaybetmişti. Böylece ABD’ye bel bağlayıp Rusya’ya meydan okuyan, sonunda da ülkesinin işgale uğramasına yol açan bir liderin ibretlik hikayesi olarak zihinlere kazındı.
2008’deki Rus müdahalesi bugünkü Ukrayna savaşı gibi çığırından çıkmadan, müzakereler yoluyla sönümlendirilebilmişti. 15 sene önce gerçekleşen olaylar Moskova’nın Güney Kafkasya’da hâkim aktör olduğu gerçeğinin altını çizmiş, Batılıların ancak Rusya’yı rahatsız etmeden ekonomik çıkarlarını koruyacak politikalar yürütebileceğini göstermişti. Şu andaki gelişmeler bu statükonun ne ölçüde değiştirilebileceğini test edeceğinden önem taşıyor.
Rusya’nın elinde tuttuğunu sandığı askeri kilit giderek aşınıyor
Elbette bugün Kafkasya’da güç kaymasının mümkün olabileceğini düşündüren en önemli gelişme, Ukrayna savaşıyla Rusya’nın zayıfladığı algısı. Aslında 2020 sonbaharında Azerbaycan’ın askeri zaferi de önemli bir jeopolitik gelişmeydi. Öte yandan Ruslar diplomatik alandaki bazı tedbirlerle, peykleri Ermenistan’ın büyük ölçüde oyun dışı kalmasını telafi edebildi. Gürcistan’ın yeniden, Ukrayna’da olup bitinlerden cesaret alarak Batı’ya doğru dümen kırması ise daha ciddi bir gelişme olur. Buna Rusya’nın ne ölçüde tepki verebileceği ise bambaşka bir soru.
Bugün Rusların Gürcistan’da olan bitenlere baktığında yeni bir Maidan endişesini anlayabiliyoruz. Rus medyasının trolleri yine her zamanki hoyratlıklarıyla Tiflis’te Hristiyan medeniyetine ait önemli bir yapı bulunmadığı için nükleer saldırı yapılabileceğinden bahsededursun, Moskova için yeni bir dizi can sıkıcı gelişmeye kapı aralandığı açık.
Rusya’nın Ukrayna cephesindeki tıkanması jeopolitik fay hatlarında büyük bir kaymaya sebep oluyor. Bunun Gürcistan gibi yan kırılmaları tetiklemesi kaçınılmaz. Gürcistan’daki gösteriler ister Batılılar tarafından kışkırtılıyor olsun ister toplumun kendi dinamiklerinden kaynaklansın sonuç değişmiyor.
Kafkaslarda Rusya’nın elinde tuttuğunu sandığı askeri kilit giderek aşınıyor. Askeri araçlar ve enerji şantajından başka bir silahı bulunmayan Moskova’nın gücü Batı’nın ekonomik çekimi karşısında zemin kaybetmeye devam ediyor. Üstelik Avrupa karşısında enerji kartının sandığı kadar güçlü olmadığı, askeri etkinliklerinin ise beklentilerin çok altında olduğu görülmüş durumda. Önümüzdeki aylarda NATO’nun saldırı silahları sahaya indiğinde bu konuda çok daha fazlasını yazma imkânı bulacağız.
Bu şartlarda sadece güç kullanarak bir arada tutulmaya çalışılan eski Sovyet cumhuriyetlerindeki nüfuz alanı mücadelesi şiddetleniyor. Sağlamlığı ve etkinliği tartışılır bir sopa dışında elinde bir aracı bulunmayan Moskova, Ukrayna’dan Gürcistan’a baskıyı hissetmeye devam edecek gibi görünüyor. Ukrayna savaşının gelişimi Gürcistan’ın da ne kadar cesur adımlar atıp atamayacağını belirleyecek.
Muhtemel sonnuçlar
Şimdiden Tiflis’in Batı’ya doğru yelken açmasının muhtemel sonuçları üzerine tartışalım.
Rusya’nın eski Sovyet coğrafyasındaki politik değişimleri egemen devletlerin kendi tercihleri olarak okumaktan ziyade kendi güvenliğine yönelik tehditler olarak algıladığı malumumuz. Bu değerlendirme de otomatik olarak askeri müdahale seçeneğini getiriyor.
2008”deki müdahale Rusya’nın istediği gibi sonlanmıştı fakat Rus ordusunun Tiflis’e kadar yürüyüp tamamen kendi kuklası bir yönetim kurmamasında aralarında Türkiye’nin de olduğu Batılı ülkelerle köprüleri atmama kararı etkili olmuştu.
Gürcistan, küçük bir ülke olmakla beraber doğu-batı yönlü enerji ve lojistik koridoru olarak çok önemli bir coğrafya. Hazar’ın ve kısmen Orta Asya’nın petrolü ve doğalgazı bu küçük kara parçası üzerinden dünya pazarlarına ulaştırılıyor.
Yine Asya’dan Avrupa’ya uzanan Orta Koridor Gürcistan toprakları üzerinden Türkiye’ye ulaşıyor. Zengezur koridoruyla Türkiye Azerbaycan’la doğrudan bir bağlantı sağlamayı hedefliyor ancak Gürcistan’ın kilit rolü pek değişecek gibi durmuyor.
Ankara’nın jeopolitik sıkışması daha da artabilir
Buradaki bir restleşmeye Rusya’nın askeri müdahale yoluyla cevap vermeye kalkması, Türkiye açısından ciddi sorunlar yaratacaktır. 2008’de kıyısından dönülen bu krizle yeniden karşılaşmak Ankara’nın mevcut jeopolitik sıkışmasını daha da artırır.
Türkiye açısından Kırım’ın Ukrayna’ya iadesi önemli bir konu olmakla beraber, Kafkaslardaki enerji ve lojistik damarlarının kopmasıyla kıyaslandığında tali bir durum olarak kalır. Gürcistan’ın bağımsızlığı ve güvenliği Türkiye açısından da kaçınılmaz bir güvenlik meselesi olmaya devam edecektir.
Bundan dolayı Tiflis’teki gösterilerin yeni bir Maidan etkisi yaratıp tam anlamıyla Batı yönelimli bir iktidara kapı aralaması ihtimalini yakından takip etmek gerekiyor. Rusya’nın, Ukrayna’da yaptığına benzer bir hamleye kalkışması, askeri müdahalenin Kafkaslara doğru genişlemesi, Türkiye’nin bugüne kadar sürdürdüğü göreceli dengeli politikayı imkânsız hale getirecektir.
Türkiye’nin şimdiden Ukrayna savaşının gidişatına göre ağırlığını kaydırabileceğine dair emareler mevcut. Rusya’ya yönelik transit ihracata getirilen tedbir bunlardan birisi. Gürcistan krizinin protesto gösterilerinden jeopolitik bir kaymaya dönüşmesi ise Ankara açısından çok daha fazlası anlamına gelecektir. Tiflis’in Maidan’ı bize Ukrayna’dan çok daha yakın, hesapları ona göre yapmamız kaçınılmaz.