AYDİL DURGUN
aydildurgun@diken.com.tr
@Aydil_d
İtalyan lüks markası Gucci’nin erkekler için yaptığı elbise sosyal medyanın en çok konuşulan meselelerinden biri oldu.
Özellikle erkeklerin ‘infial’inin nedenini toplumsal cinsiyet alanında çalışan akademisyenlere sorduk.
Sabancı Üniversitesi’nden Cenk Özbay: “Kendi erkekliğinden farklı, babasından, dedesinden gördüğünden farklı bir cinsiyet kimliği ile karşılaşınca, erkekliğinin ve onun temsil ettiği tüm iktidar olanaklarının mesela cinsiyet eşitsizliğinin veya aile hegemonyasının kırılacağını düşünüp, dehşete kapılıp tepki gösteriyorlar.”

Markanın ‘Maskülen cinsiyet kimliğini biçimlendiren toksik stereotipleri kırıyor’ diye nitelediği turuncu tartan desenli elbisesi sayesinde Gucci TT’ler arasına girdi.
Elbiseyi estetik açıdan tartışanları bir kenara koyacak olursak ki bu açıdan sorgulanabilir bir elbise, Türkiye toplumunda kırılgan erkekliklerin tehdit altında hissetmesine yol açması şaşırtıcı bir durum değil elbette.
Markanın bu tavrını destekleyenler olmakla birlikte çoğunluk ‘Erkek, elbise giymez’ önyargısından yola çıkarak Gucci’ye, kibar şekilde ifade etmek gerekirse, sitemini iletti.
Gucci’nin erkek CEO’sunun fotoğrafını paylaşıp ‘Önce kendi giysin’ diye yazarak ‘hedef gösterme‘yi bambaşka boyuta taşıyanlar bile vardı.
Elbise giymeyi tercih etmemek gayet anlaşılabilir bir durum olmakla birlikte dünyanın bir yerinde bir erkeğin elbise, ‘üstelik’ saten kuşaklı, Peter Pan yakalı bir elbise, giymek isteyebileceği fikri neden erkekleri bu kadar rahatsız etmişti?
Bir yandan da azımsanayacak kadar çok sayıda kadın kullanıcı da erkeklerin elbise giymesi fikrine sıcak bakmadığını açıkça belirtti.
Ancak yine de ‘Bu elbise diz üstü, erkek arkadaşıma giydirmem’ diyerek olaya ironik yaklaşan kadınlara hakkını teslim etmekte fayda var.
‘Süregelen değişimi görünür kılar’
Sabancı Üniversitesi sosyoloji ve cinsiyet çalışmaları alanlarında öğretim üyesi Cenk Özbay toplumsal cinsiyet kalıpları, rolleri veya standartlarnın zannedildiğinin ya da dayatıldğının aksine değişmeyen, tarih boyunca ya da her kültürde aynı kalan yapılar olmadığının altını çizerek şöyle devam etti: “Sürekli değişiyor, dönüşüyorlar. Kılık-kıyafet seçimleri de diğer bazı temsil örnekleri gibi bu değişimin bir yansıması aslında. Diğer bir deyişle, toplumsal cinsiyet yapısı değiştikçe bunun bir yansıması olan temsil biçimleri, ki bunun içinde kılık-kıyafet, aksesuar, moda, bedeni kullanma biçimleri de var, değişiyor ve hep değişmeye devam edecek. Bedenlere ve onları kullanma biçimlerimize dair bu değişikliklerin toplumsal cinsiyet eşitsizliğini ortadan kaldırmaya bir katkısı olmaz ama süregiden değişimi görünür kılar; daha çok insanın bir şeylerin aynı olmadığını bilmesine ve kendini ona göre ayarlamasına yarar. Dolayısıyla moda ne sebep, ne sonuçtur; sadece toplumsal değişim dinamiklerinin bir yansımasıdır.”
‘Başını çevirmek yetmiyor, tepki gösterme ihtiyacı hissediyor’
Özbay özellikle erkek okurlardan gelen olumsuz tepkileri daha genel anlamda Türkiye’de insanların değişime ve farklılığa olan tepkileri olarak yorumladı: “Kim Twitter’da ya da benzer mecralarda böyle bir konuda yorum yapma ihtiyacı duyar ya da buna zamanı vardır, bunu geçiyorum. Bunun ötesinde, özellikle son 20 yılda Türkiye’de değişiklik karşıtı olmak, ‘muhafazakar’ olmak, ‘özüne, köküne dönmek’ gibi değerler pompalanıyor ve içine kapanmacı bir toplumsal ruh hali teşvik ediliyor. İnsanların kendine benzemeyen birini, kendi hayatından aşina olmadığı bir pratiği görünce sadece onaylamaması ve başını çevirmesi değil, tepki gösterme ihtiyacı hissetmesinin ardındaki bir faktör de bu diye düşünüyorum.”
‘Aile hegemonyasının kırılacağını düşünüp tepki gösteriyorlar‘
Benzer bir tepkinin İstanbul Sözleşmesi tartışmalarında da verildiğini hatırlatan Özbay şunları söyledi: “Erkekler özelinde de şöyle bir durum var, geçtiğimiz ay İstanbul Sözleşmesi gündeminde de sık sık tartışılmıştı bu, toplumsal cinsiyet eşitliği belirli odaklar tarafından ‘cinsiyetsizleşme’, ‘kadınların erkekleşmesi ve erkeklerin kadınlaşması’ ve bu ikisinin neticesinde de eşcinselliğin ve transeksüelliğin yaygınlaşması olarak kurgulanıyor. Bunun da belirli bir oranda alıcısı olduğu belli. Dolayısıyla kendi erkekliğinden farklı, babasından, dedesinden gördüğünden farklı bir cinsiyet kimliği ya da performansı ile karşılaşınca, erkekliğinin ve onun temsil ettiği tüm iktidar olanaklarının mesela cinsiyet eşitsizliğinin veya aile hegemonyasının kırılacağını düşünüp, dehşete kapılıp tepki gösteriyorlar diyebiliriz.”
‘Kalıpları kırmak için önemli bir adım’
Kadir Has Üniversitesi Toplumsal Cinsiyet ve Kadın Çalışmaları Araştırma Merkezi Proje ve Etkinlik Koordinatörü Deniz Altuntaş bu tür girişimler sayesinde insanlara, bir giysiye nasıl cinsiyet ataması yapılabildiğini düşündürmenin bile toplumsal normlarla oluşmuş bu kalıpları kırmak için çok önemli bir anlam ve adımı ifade ettiği görüşünde.
Altundaş, bunu ilk yapan Gucci olmamasına rağmen popüler büyük bir marka olduğu için dikkat çektiğini savundu: “Tepki verilmesi bir yandan iyi bir şey, bu o konunun birileri tarafından görüldüğünü, toplum içerisinde görünür olduğunu ve tartışıldığını gösterir. Herkes bu konuda aydınlanmamış olabilir, tepki vererek bir süre sonra sorgulamaya da başlayabilir”
Altuntaş bir markanın özeleştiri sayılabilecek bu hareketini şöyle yorumladı: “Aslında markaların bu normları üretenlerden biri olmasına rağmen bu eleştiriyi getirmiş olmaları hem kendileri için hem de moda sektörünün geleceği için yeni bir alan yaratabilir, yaratmalıdır da. Tüm dünyada bütün alanlarda toplumsal cinsiyet eşitliğine yönelik mücadeleler, çalışmalar ve gelişmeler devam ediyorken moda sektörü bundan geri kalmamalıdır. Renkler herkes içindir, giysiler herkes içindir. Ancak bir marka bir yandan eleştirdiği toplumsal normları yeniden üretime sokup bir yandan da bu normlara eleştirel bir bakış sunmaya çalışırsa çok samimi bir duruş sergilemiş olmazlar, bu duruşu daha da ilerleterek devam ettirmeleri gerekir”.
Toplumsal cinsiyetlere ait kalıpları yıkmadaki etkisini gelince, Altuntaş “Toplumsal cinsiyet normlarının teker teker yıkıldığı günümüzde böyle bir girişimin az veya çok etkisi olur demek bence yanlış olur. En küçük katkı bile önemlidir, başka katkıların önünü açar ve başkalarını mutlaka etkiler” dedi.
‘Pembe-mavi’ ayrımı varken gidecek çok yolumuz var’
Peki dünyaca ünlü bir markanı koleksiyonunda böyle bir parçanın yer alması bize toplumsal cinsiyetin geldiği noktayla ilgili neler söylüyor? Altuntaş’ın görüşü şöyle: “Binary (ikircikli) heteronormatif toplumsal cinsiyet kodlarının en şekilci yansımasını gördüğümüz sektörlerden birisi de moda sektörü. Toplum içerisinde her alanda olduğu gibi kıyafetler üzerinden de makbul toplumsal cinsiyet kimlikleri ve kalıpları oluşturulmakta ve bunların yeniden üretilmesi sağlanmakta. 2020 yılında toplumsal cinsiyetin tüm dünyada önemli bir mücadele alanı olduğu bir süreçte elbette böyle bir parçanın yer alması o mücadelenin ve gelişmenin daha geniş bir alana yayıldığının göstergesidir. Henüz cinsiyetlere özel örneğin çocuklar için paketlenen ‘pembe-mavi’ çikolatanın bile olduğu günümüzde elbette daha gidecek çok yolumuz var. Ama adım adım giysilerin, çikolatanın ve hatta bir kitap kapağının renginin bile cinsiyet kodu içeremeyeceği toplumda elbet bir gün kabul görecektir.”
Altuntaş söz konusu elbisenin bu kadar tepki almasını bütün bu sürecin ana konusu olan binary heteronormatif toplumsal cinsiyet kodlara bağladı: “Hepimiz aslında bebekliğimizden itibaren hatta anne karnındayken bile bu normlara ve kodlara göre doğuyoruz, gelişiyoruz, büyüyoruz, çalışıyoruz, yaşıyoruz ve hatta ölüyoruz. Toplumsal cinsiyet eşitliğine dair kendimizi içinde bulduğumuz bütün tartışmaların ortak noktası bu.”
Bu eleştiriyi getirenlerin bir süre sonra erkeklerin elbise giymesinin moda olması halinde ne yapacaklarının kestirilemeyeceğini belirten Altuntaş şöyle devam etti: “Eleştiren ve hakaret edenler belki beş sene sonra ‘moda’ olduğu için giyecek. Veya şöyle düşünebiliriz bundan 100 sene önce erkekler için dar pantolon önerisi, muhtemelen o zaman için de tepki oluştururdu, çok ‘feminen‘ bulunurdu, çeşitli cinsiyetçi söylemler kullanılırdı. Hala bu söylemleri kullananlar vardır. Ama bugün görüyoruz ki erkekler için çok popüler bir giysi.”
‘Eşitlik olmayınca elbise bir hakaret olarak algılanıyor’
İnsanların başkalarının kıyafetlerine karışamayacaklarını anlamaları gerektiğinin altını çizen Altuntaş bunun için de toplumsal cinsiyet eşitliğinin kilit rol oynadığını belirtti: “Eşitliğin olmadığı bir yerde ‘kadın kıyafeti’ olarak atfedilen ‘elbise’ erkekler için bir hakaret olarak alınıyor. Bu durum ‘Etek giydirip dolaştırmak’ erkeklerin yine erkeklere bir tehdidi olarak karşımıza çıkabiliyor.
Altuntaş bazı kadınların elbise fikrine en az erkekler kadar şiddetle karşı çıkmasını ise şöyle yorumladı: “Aynı toplumsal normlarla aynı toplum içerisinde yoğuruluyoruz. Kadınların atanmış cinsiyetlerinin ‘kadın’ olması otomatik olarak onların erkeklerden farklı düşünmesini getirmiyor, toplumsal cinsiyet dediğimiz kavram toplum tarafından inşa ediliyor, malzemesi aynı kodlar… Toplumsal yapı içerisinde oluşturulmuş bu makbul görülen toplumsal cinsiyet kodları o kadar geniş ve yerleşik bir şekilde hayatımızın her noktasını inşa ediyor ki konuşan kişilerin atanmış cinsiyetlerinin ne olduğu çok da fark yaratmıyor.”
‘Bu meseleler popülaritesini korudukça markalar bundan faydalanacak’
‘Giysiler Ne Anlatır?’ kitabının yazarı Seda Yılmaz moda sektöründe son yıllarda giderek artan cinsiyetsiz modellerin kullanıldığı ve markaların cinsiyetsiz/akışkan cinsiyetli tasarımlar hazırladığı görüşüne katılıyor: “İkili cinsiyet rejiminin sorgulanmasının bir sonucu olarak cinsiyetsiz tasarımlarda bir artış söz konusu. Fakat bu bir milat değil. Moda tarihinde bunun farklı farklı örnekleri mevcut. Mesela seksenlerde uniseks kıyafet modası vardı.“
Bu durum yükselen ve sonrasında düşüşe geçecek bir trend olarak kalır mı sorusunu ise Yılmaz şöyle yanıtladı: “Toplumsal cinsiyet, feminizm ve LGBTİ+ eksenli meseleler popülaritesini koruduğu müddetçe markalar da bundan faydalanmayı sürdürecekler bence. Bu noktada, toplumsal dönüşümün ancak bireylerin mücadelesiyle gerçekleşebileceğini akılda tutmak gerek. Giydiklerimizde toplumsal cinsiyet normlarından bağımsız olmamız, hayatlarımızda bu normların baskısından azade olduğumuz anlamına gelmez.”
‘Hızlı moda markalarına sıçrayınca toplum tarafından kabul görüyor’
Bu tür parçaların sokakta bir karşılığı oluyor mu, yoksa sadece podyumlarda ya da dergi çekimlerinde mi kalıyor?
Yılmaz şöyle açıklıyor: “Bu tasarımlar lüks modaevleriyle sınırlı kalmayıp, hızlı moda markalarına da sıçradığında yavaş yavaş toplum tarafından kabul görüyor. Erkeklerin etek veya elbise giymeleri çok yadırganacak bir durum olmamalı aslında. Kuzey Afrika ülkelerinde, Suudi Arabistan’da erkeklerin entari giydiklerini biliyoruz. Pek çok mesele Batı merkezli ele alındığı için bu gibi görseller ortaya çıkınca tartışma kopuyor.”
‘Toksik erkekliği yıkma iddiasıyla pazarlanmasını eleştiriyorum’
Yılmaz markaların bu tür tasarımlarla toplumsal cinsiyet kalıplarını yıkıp yıkamayacağı konusunda ise şunları söyledi: “Elbise şu sözlerle tanıtılıyor; ‘Doksanların grunge görünümlerinden ilham alan, yırtık jean üzerine giyilen zarif renklere sahip bu ekoseli elbise, 2020 Sonbahar/Kış defilesinde incelediğimiz akışkanlık kavramını yansıtırken, eril toplumsal cinsiyet kimliğini şekillendiren toksik stereotipleri alt üst ediyor’. Tek bir elbisenin toplumsal cinsiyet konusunda bu kadar iddialı olması şaşırtıcı gerçekten. Üstelik, fiyongu ve bebe yakasıyla feminen değil, çocuksu görünen bir elbise bu. Bir markanın erkekler için elbise veya etek tasarlaması ilk kez tanık olmuyoruz aslında. Rick Owens, Rei Kawakubo, Thom Browne ve Vivienne Westwood gibi tasarımcıların erkek koleksiyonlarında her iki parça da defalarca yer aldı. Gucci’nin yaptığı, çağımızın popüler konularından biri olan toplumsal cinsiyeti araçsallaştırmaktan ibaret. Erkekliğe dair öğrenilmiş kalıp yargılar ve patriarkanın erkeklere sağladığı ayrıcalıklar, bir erkek elbise giydi diye yok olup gitmez. İçimize işleyen cinsiyetçilikle, homofobi ve transfobiyle yüzleşmek ve bunlardan kurtulmak öyle kolay değil; emek ister. Bu arada, erkeklerin elbise giymelerine karşı değilim kesinlikle. Ama bunun toksik erkekliği yıkma iddiasıyla pazarlanmasını eleştiriyorum.”
Geçmişte modanın yıkmayı başardığı kalıplar, normlar, önyargılar da oldu elbette.
Yılmaz aklına gelen ilk örneklerin David Bowie ve Zeki Müren olduğunu söylüyor: “İkisi de toplumun dayattığı geleneksel toplumsal cinsiyet rollerini reddettiklerini giydikleriyle ifade eden müzisyenlerdi. Marlene Dietrich ve Katharine Hepburn feminen tarzı kabul etmeyerek kendilerinden beklenen kadınsı rolü oynamaya başkaldırmışlardı.”
‘Türkiye’de benimsenmesi zor görünüyor’
Gucci’nin erkekler için tasarladığı ve ortalığı ayağa kaldıran ilk ürün bu elbise değil. Beş yıl önce de giyenin ayağından fışkırıyormuş gibi görünen kürklü, toka detaylı ‘damat terliği’ gündem olmuştu. Toplumsal cinsiyet normlarına göre bir erkek giyimine ait gibi görünmeyen bu terlikleri ‘Şarkıcı Sibel Can’ın oğlu’ kimliğiyle tanınan Engincan Ural giyince günlerce magazin sayfalarında yer almıştı.
Yılmaz’a Türkiye’nin bu genç ve ‘trend avcısı’ erkeklerinin bu modayı da takip edip etmeyeceğini soruyorum. Cevap olumsuz: “Hegemonik erkeklik, erkeklerin toplumsal normlara uygun davranmalarını talep eder. Elbise veya etek giyen bir erkek, erkeklerden daha aşağıda görülen kadınlara benzetildiği için alay konusu olur. O yüzden bu akımın Türkiye’de bahsettiğiniz gruptaki erkekler tarafından benimsenmesi zor görünüyor.”