CANAN COŞKUN
canancoskun2@gmail.com
@canancoskun
Manisa’da yerel gazetecilik yapan Hülya Kılınç, Libya’da yaşamını yitiren MİT görevlisinin cenaze töreniyle ilgili haberi nedeniyle 3 Mart’ta gözaltına alınarak tutuklandı.
Odatv’de 3 Mart’ta yayınlanan haberde kullanılan cenaze töreninden fotoğraflar nedeniyle savcılığın, ‘MİT’in faaliyetlerini organize bir şekilde ifşa etmek‘le suçladığı Kılınç, dün İstanbul 34. Ağır Ceza Mahkemesi’nde yapılan duruşmada verilen hükümle tahliye edildi.
Mahkeme Kılınç’ı üç yıl dokuz ay hapis cezasına mahkum etti. Dosya şimdi istinaf mahkemesine taşınacak. Kılınç, altı aylık mahpusluğunun ardından Diken’in sorularını yanıtladı.
’24 saatte hayatım bir anda tersine döndü’
Gözaltına alınmanız ve tutuklanmanız çok hızlı oldu. O gün neler yaşandı?
Barış Terkoğlu’nun gözaltına alındığını duyunca evimde hazır beklemeye başladım. Sonra polisler geldi. Güvenlik Şube Müdürlüğü’ne gideceğimizi söylediler. Gözaltı kararı vardı ellerinde. Manisa’da ifade verip döneceğimi sanıyordum. Oraya gittiğimde bana İstanbul’dan polis ekiplerinin geldiğini ve beni İstanbul’a götüreceklerini söylediler. Aileme haber verdim. İstanbul’da sanırım gece 3:30 civarı tutuklama kararı çıktı ve biz apar topar cezaevine gönderildik. 24 saat içinde hem gözaltını hem tutuklanmayı hem mahkemeye çıkmayı hem cezaevini bir anda yaşadım. Bu 24 saatte hayatım bir anda tersine döndü. Cezaevine girerken içimden, “Bu bir süreç ve yaşanıp bitecek. Buradan başım dik bir şekilde çıkacağım” dedim. Çünkü mesleğimi yapmaktan başka bir şey yapmadığımı biliyordum.
‘Oğlum da benim gibi dik durdu’
Oğlunuz nasıl karşıladı bu yaşananları?
Oğlum 17 yaşında. Babasını iki yıl önce kaybettik. Yanında başka kimse olmadığı için yakınlarımda kaldı ben yokken. Cezaevinde tecritte olmak değil, oğlumdan uzakta olmak beni sıkıntıya düşürdü. Onun dışında hiçbir şey çok önemli değildi. Hepsini atlatabileceğimi düşünüyordum. Sadece oğlumun psikolojisinin nasıl olduğunu merak ediyordum. Oğlumla 24 Haziran’daki birinci duruşmadan iki gün sonra görüştük. Mahkeme tutukluluğumuzun devamına karar vermişti. Aklımdan hep oğlumun bu kararı nasıl karşıladığı sorusu geçiyordu. Telefonda bana, “Sen sadece sağlığına dikkat et. Bir şekilde çıkacaksın” dedi. Böyle söyleyince benim de moralim yerine geldi, psikolojik olarak rahatladım. Ondan sonra daha dirençliydim. Oğlum da benim gibi dik durdu.
‘Tecrit içinde tecrit’
Cezaevindeki ilk geceniz nasıldı?
Gece saat 3:30 civarında tutuklandıktan sonra sabah saat 5:00’te beni Bakırköy Kadın Kapalı Cezaevi’ne götürdüler. Orada birkaç saat kaldıktan sonra saat 8:00’de Silivri’ye götürdüler beni. Silivri’de tek kişilik koğuşa kondum. Koğuştan avukatımla görüşmek için çıktığımda ayakkabımı ve üstümü arıyorlardı. Avukatla görüştükten sonra aynı işlem tekrarlanıyor. Koğuşa getirildiğimde bir kez daha aranıyordum.
Gardiyan sürekli yanımızda olmasına rağmen, kimseyle temas etmememe rağmen sürekli üstüm aranıyordu. Bu durum işkence gibiydi. Mektuplarımız çok geç geliyordu. Gazeteleri bir gün sonra alabiliyorduk. Avukatların bize vereceği evraklar da gecikmeli olarak veriliyordu. İlk üç ay ailemle görüşemedim. Haziran ayında ancak kapalı görüşte onları görebildim. Telefonla görüşme 1.5 ay sonra gerçekleşti. Tecrit içinde tecrit gibiydi. Barış Pehlivan’la görüştüğümde bana, “10 yıl önce burada kaldım ama koşullar şimdi çok daha ağır” demişti. Cezaevine tek kişilik koğuştan başka birinin yanına nakledileceğimi düşünüyordum. 1-2 hafta boyunca bekledikten sonra başka bir koğuşa geçemeyeceğimi söylediler. Sonra tek başıma kalacağımı anladım zaten.
‘Şiirler, türküler söyleyerek, bayramlaşarak direniyorduk’
Cezaevinde size umut veren şeyler oldu mu?
Karşı koğuşa sesleniyordum. Seslerimizle arkadaşlık ediyorduk birbirimize. Tutuklu avukatlar ve siyasi nedenlerle orada olanlar vardı. Onlarla konuşmak, “Merhaba” demek o gün psikolojimi iyileştiriyordu. Karşı koğuştakiler kapının altından konuşuyor, ben de bana yemek verilen yerin kenarındaki açıklıktan sesleniyordum. O gün ülkede ne olduysa onun kritiğini yapıyorduk. Demir kapılar sesi engellediği için bağıra bağıra konuşuyorduk. Koğuşta başkalarıyla kalsaydım onların hikayelerini dinleyip kitap yazmak isterdim.
İnsanlar orada bir şekilde direnmenin yolunu buluyorlar. Şiirler, türküler söyleyerek, bayramlaşarak direniyorduk. Bu bana çok iyi geldi çünkü yaşam yeniden filizleniyordu. Bu birliktelik beni çok etkiledi. İnsanların birbirine sesleriyle moral vermesinin ne kadar değerli olduğunu öğrendim. Avukatlar bizimle ilgili yazılanları getiriyordu. Dışarıda çok önemli bir kitlenin bizim yanımızda olduğunu, sesimiz olduğunu söylediklerinde iyileşiyorduk. Yalnız değildim, doğru yerde duruyor ve doğru insanlarla yol alıyordum. Bu beni çok umutlandırdı.
‘Taşı yontmaya devam edeceğiz’
İlk duruşmada mahkeme sizi tahliye etmeyince ne hissettiniz?
Siyasi bir davada yargılandığımı bildiğim için her ihtimali değerlendirmiştik. Elbette tahliye olmayı bekliyordum. Olmayınca moralim bozuldu biraz tabii. Ama şunu düşündük: “Bu bir siyasi dava ve bu sürecin yaşanması gerek. Moral bozmak yok. Taşı yontmaya devam edeceğiz.”
‘Haksız, hukuksuz yere altı ayımızı çaldılar’
Sizi hapiste altı ay tutan güce seslenseniz ne dersiniz?
Haksız, hukuksuz yere altı ayımızı çaldılar. Onlar yine bildiklerini yapacak ama biz de bildiğimiz işi yapacağız. Karanlıkları aydınlığa çevirmek için elimizden geleni yapacağız. Bu dipsiz karanlıkları yeneceğiz. Mutlaka yeneceğiz. İnandığımız ve bildiğimiz yolda yürümeye devam edeceğiz.