AYŞE DENİZ YURDAKUL
@denizyurdakul
Show TV’de yayınlanan popüler ‘Aile’ dizisinde geçen hafta, ‘Leyla‘ karakterinin ‘yarı‘ açılımını izleyerek, örtük biçimde de olsa, ulusal televizyon kanalında bir lezbiyen ile tanıştık.

“Bu dünyada bir ben bir de Zeki Müren böyle diye düşünürdüm” demişti, yaşı benden oldukça büyük gay bir arkadaşım.
Son derece geleneksel, kalburüstü ve saygın bir Ankaralı ailenin oğlu olarak dünyaya gelmiş, ilkokul ortaokul ve liseyi Ankara’nın en iyi kolejlerinden birinde okumuştu. Farklı olduğunu hissetmiş ama bu farklılığının nedenini anlayamamıştı.
Bir referansı yoktu ki; 70’li yıllardan bahsediyoruz, LGBTİ’nin ‘karikatürleştirilmiş‘ karakterlerle dahi görünür olmasına müsade edilmeyen yıllardan…
Başına gelenenin ne olduğunu, neden ötekilere benzemediğini ve bu konuda ne yapması gerektiğini bilmeyen ve bu konuda bilgi alabileceği, soru sorabileceği, kendisine örnek alabileceği hiç kimse olmayan arkadaşım gençliğini 70’lerde yaşayan bir eşcinsel olarak ‘öteki‘ olmanın bütün ağırlığını, derdini tasasını bir başına yüklenip kim olduğunu kendi kendine çözmüştü.
Ailenin ‘erkek’ annesi
Bana bunları düşündüren Show TV’de yayınlanan, baş rollerinde Kıvanç Tatlıtuğ ve Serenay Sarıkaya’nın oynadığı ‘Aile‘ dizisinde yaşanan beklenmedik bir gelişme oldu.
Dizide izlediğimiz Soykan ailesi esasen taşralı ama İstanbul’da yaşayan, paralarını karanlık işler çevirerek kazanmış mafyavari bir aile. Her ne kadar ailenin yaşça büyük kadınları, özellikle de anne Hülya Soykan (Nur Sürer) son derece güçlü bir kadın karakter olarak çizilse de, anne bu gücünü ailenin patriarkal hiyerarşisini sürdürmek için kullanıyor.
Hülya Soykan, eril düzeni yıkmak yerine kocasından kendisine miras kalan aile reisliğinden erk devşirip artık kendisi açısından kullanışlı olan bu hiyerarşiyi bütün çocuklarının üzerinde egemenlik kurmak için kullanıyor.
Leyla’nın ‘yarı’ açılımı

Leyla Soykan (Canan Ergüder) işte bu ailenin büyük kızı. Son derece ezik, vasat, renksiz bir kocası ve iki çocuğu olan Leyla’nın her yerinden mutsuzluk akıyor. Bu sırada, Aslan Soykan (Kıvanç Tatlıtuğ), Devin (Serenay Sarıkaya) isimli bir terapist psikologla evleniyor. Devin ile yakınlaşan Leyla; beraber çıktıkları bir yemekte ona ağlayarak, ‘Deniz isimli birisini sevdiğini ve yeterince cesur olamadığı için onu kaybettiğini’ anlatıyor.
Zaten kıyamet de burada kopuyor. Bu sahnenin ardından diziyi izleyen sosyal medya kullanıcıları Deniz’in bir kadın olduğunu, Leyla’nın aslında lezbiyen olduğunu ve aile baskısı yüzünden sevgilisinden ayrılıp sevmediği bir adamla evlendirdiğini düşündüler. Hatta kimileri Deniz’i Leyla’nın annesinin öldürmüş olabileceğini bile ileri sürdü. Bu ‘yarı açılım’, özellikle gençler ve LGBTİ izleyiciler arasında büyük bir heyecanla karşılandı.
Atıf Yılmaz’a selam
Genel olarak LGBTİ bireylerin temsili Türk sinema ve televizyonlarında oldukça az ve sorunludur ama lezbiyen karakterlerin görünürlüğü gay karakterlerden daha da azdır. Türk Sinema tarihine bakınca lezbiyen görünürlüğü ile ilgili ilk ciddi işlerin yine ‘kadın‘ konusunda döneminin çok ilerisinde işler ortaya çıkartan Atıf Yılmaz tarafından yapıldığını görüyoruz.
Bu filmler arasındaki en çarpıcı örneklerin vizyona girdiği dönemde yer yerinden oynayan 1985 yapımı ‘Dul Bir Kadın’ (Müjde Ar/ Nur Sürer) ve 1992 yapımı ‘Düş Gezginleri’ (Meral Oğuz/Lale Mansur) olduğunu söyleyebiliriz.
Z kuşağı çok daha kapsayıcı
O günden bugüne dek Türk sinema-televizyonlarında lezbiyen görünürlüğü ile ilgili pek bir ilerleme yaşanmadı. Dünyada ise durum tamamen farklı, Ellen De Generes 1997 yılında bir televizyon dizisinde lezbiyen olduğunu açıkladığından beri çok şey değişti.
Başta Amerika olmak üzere dünyanın daha çağdaş ülkelerinde, farklı etnik kökenli insanlarla birlikte LGBTİ+ görünürlüğü ve temsili de sinema ve televizyonlarda artık neredeyse olmazsa olmaz haline geldi. LGBTİ+ bireyler sadece filmlerde ve dizilerde değil çocuklara hitap eden çizgi filmlerde dahi yer buluyor. Bu nedenle Z kuşağı bu konuda kendinden önceki jenerasyonlara göre eskiden ötekileştirilenlere karşı çok daha rahat, anlayışlı ve kapsayıcı.
Dünyada durum böyleyken maalesef biz hâlâ siyasete malzeme edilen, oy devşirmek için kullanılan ve muhafazakarlık üzerinden müesses nizam tarafından pompalanan bir nefret dili ve homofobi ile mücadele ediyoruz.
Gençler saklanarak yaşamamalı
Eskinin ötekisi şimdinin makbulu olan tesettürlü bir kadını düzenin dayattığından farklı bir şekilde yansıtmaya cesaret eden ‘Kızılcık Şerbeti’, kadına karşı şiddet gerekçesiyle beş hafta durduruldu ve para cezası aldı.
Tabuları, önyargıları, topluma empoze edilen rolleri yıkma konusunda medyanın çok büyük bir rolü ve görevi olduğu kesin. Umarım Aile’nin Leyla’sının hikayesi derinleşir çünkü toplumun şiddet gören, iş bulamayan, aç kalan, dışlanan, tehdit altında yaşayan, ‘ehlileştirilmek‘ için zorla evlendirilen LGBTİ+ bireyleri tanımaya, onların da kendileri gibi yiyip içen, çalışan, birilerini seven ve eşit anayasal haklara sahip olan bireyler olduğunu anlamaya ihtiyacı var.
LGBTİ+ bireylerin özellikle de gençlerin de kendilerine benzeyen birilerini ekranda görüp yalnız olmadıklarını hissetmeye çok ihtiyaçları var. Tam da bu yüzden Kızılcık Şerbeti ve Aile’nin ‘öteki‘lerin hikayelerini anlatmasını çok anlamlı buluyorum çünkü hiçbir genç insan arka bahçede saklanması gereken bir ayrık otu olduğunu zannederek yaşayamaz, yaşamamalıdır.