MURAT SEVİNÇ
Seçime bir hafta kala, Türkiye’nin önünde bir büyük şans daha var. Son yılların ‘dördüncü’ kritik kavşağındayız.
2007: Anayasa değiştirildi ve halkoylamasına sunuldu. Bugün, hatırlayan dahi kalmadı. Önemli değişiklik, cumhurbaşkanının halk tarafından seçilmesi yönteminin benimsenmesiydi. 1924’ten itibaren süren sistemi ‘kökten’ değiştirmeye yönelikti.
1982 Anayasası, siyasal açıdan sorumluluğu bulunmayan cumhurbaşkanını, bir kısmı ‘belirsiz’ yetkilerle donatmıştı. Yetmezmiş gibi 2007’de, siyasal sorumluluğu olmayan bu makamın bir de ‘halk tarafından seçilmesi’ kuralı benimsendi.
Değişiklik yüzde 70’in üzerinde oyla kabul edildi. Doğru dürüst tartışılamadı bile. Çünkü yurttaş ve partiler, 2007 ilkbaharındaki cumhurbaşkanı seçim kavgasının, e-muhtıranın, AYM’nin 367 kararının, AKP oylarının yüzde 47’lere yükselmesinin şokunu atlatamamıştı henüz.
Bu ortamda kabul edilen değişikliklerle, 1970’lerin başında Erbakan’ın, sonrasında diğer sağ liderlerin hayali olan başkanlık sistemi için ilk adım atılmış oldu. Amorf bir cumhurbaşkanlığı makamı yaratıldı. Bir tür, ‘çeyrek başkanlık.’ Böylece, ilk önemli ‘uyarı’ fırsatı 2007 sonbaharında kaçmış oldu.
2010: Anayasa’nın 20 küsur maddesinde değişiklik yapıldı. Muhalefet, iki madde dışındakileri kabul edip o iki madde için halkoyu önerdi. AKP’nin asıl hedefi ise o iki maddeydi: AYM ve HSYK. Dolayısıyla, tümü halkoylamasına sunuldu.
Cemaat, anayasa değişikliğinin en hararetli destekçilerindendi. Memleket okumuşlarının bir kısmı, ‘Yetmez ama evet’ başlığıyla bir kampanya icat etti. Ne menem değişiklikler yaptığının farkında olan AKP, zorda kaldığı anda ‘Yetmez ama evet’ kampanyasına sarıldı. AKP, hayalini kuramayacağı bir entelektüel desteği buldu.
Halkoylamasında yüzde 58 ‘Evet’ oyu çıktı. Tarihimizin en ‘dalavereci’ anayasa değişikliği paketi böylece kabul edildi. HSYK, ilk seçimde Cemaat’e teslim edildi.
Aralık 2013’te işler değişti. Sonrası malum. AKP amacına ‘nihai olarak’ ulaştı. 2010 değişiklerinde yapılması gereken, Kürt siyasal hareketini destekleyip ‘boykot’ etmek olabilirdi. Ya da ‘Hayır çünkü dalga geçiyorsunuz’ kampanyası yürütülebilirdi. Olmadı.
Olup bitenin ‘anayasa’yla ilgisi yoktu. Ne yazık ki Burhan Kuzu anayasacılığının kuyruğuna takılındı ve bir ‘uyarı’ fırsatı daha harcanmış oldu.
2014: Cumhurbaşkanı seçimi. 2007 değişiklikleri ardından, Türkiye’nin tek şansı kalmıştı: Bu yetkilerle, halk tarafından seçilecek bir cumhurbaşkanının sistemin canına okumaması, krizlere neden olmamasının tek yolu, ‘uygun karakterde’, ‘konumunu bilen’ birinin seçilmesiydi. Evet, bir anayasacı olarak gönül rahatlığıyla söyleyebilirim; sistemin işlemesi için tek çıkar yol, ‘yerini bilen bir devlet başkanı’ seçebilmekti.
Mesleki gerekçelerle gün gün takip ettiğim bu süreçte, hemen hiçbir yazar, gür bir sesle aday öneremedi. CHP/MHP, ‘çatı aday’ üzerine uzlaştı. Kürt siyaseti, Demirtaş’ı çıkardı. Daha ziyade ‘sağda’ olan seçmen için ve daha ziyade ‘solda’ olan seçmen için, iki aday.
Bir adaya ‘İslamcı’ olduğu düşüncesiyle tepki gösterildi. Diğeri de Kürt’tü! Solun da sağın da kafası karıştı.
Demirtaş nefis bir kampanya ardından, tepki oylarının da katkısıyla oylarını artırdı. İhsanoğlu yüzde 40’a yaklaştı ancak CHP’li ve MHP’li seçmeni ikna etmeyi başaramadı.
Solcu denildiğinde Deniz Baykal ile Ahmet Necdet Sezer’i anlayan bir kesim sayın seçmen, şezlongundan kalkıp sandığa lütfetmedi. Facebook profillerine ‘T.C.’ rumuzu ya da ‘bayrak fotoğrafı’ eklediler ve sanırım ‘Bu sıcakta bu kadar siyaset yeter’ diyerek kremlenmeye devam ettiler. Oysa ilk tur için temel sorun, ‘sandığa gitmek’ yani ‘katılım’ oranıydı. Katılım yüzde 74’te kalınca, malumunuz. Çok önemli bir fırsattı ve bu da kaçırıldı.
2015: Geldik bugünkü seçime, dördüncü büyük fırsata. Önümüzdeki dört yıl, 2019’a dek, eğer bir erken seçim olmazsa, Türkiye’de seçim yok.
Anayasa ve hukuk düzeninin üst düzey yöneticiler tarafından askıya alındığı, uygulanmadığı bir tür ‘doğa durumu’ yaşıyoruz. Tarihimizde ‘hukuk dışılıklar’ her zaman mebzul miktardı. İlk kez bu ölçüde ‘olağanlaştı.’ İlk kez fütursuzca ‘savunulur’ oldu. İlk kez bir insana, kurallara uymanın ‘erdem’inden söz etmek, belki de bu denli saçma hale geldi. Uzatmaya gerek yok. Manzara ortada.
Şaşırmalıyız
HDP, risk alarak seçime parti olarak girmeye karar verdi. Hiçbir demokraside olmayan, külliyen demokrasi ve ahlak dışı yüzde 10 barajı, aşacak mı aşmayacak mı? İktidar mensupları, bir partinin barajı aşmaması için çabalıyor. Şaşırmıyoruz.
Devlet başkanı, her Allah’ın günü muhalefet partilerine ve muhalif yurttaşa demediğini bırakmıyor. Şaşırmıyoruz.
İnsanlar, inanç ya da inançsızlıklarıyla suçlanıyor. Şaşırmıyoruz.
Yargıçlar tutuklanıyor, savcılar meslekten ihraç ediliyor. Şaşırmıyoruz.
Şaşırmalıyız oysa. ‘Eskiden de böyleydi’ saçmalığına meyletmeden, ‘Eskide değil 2015’te yaşıyoruz’ diyerek şaşırmalıyız. Gözlerimiz şaşkınlıktan faltaşı gibi açılmalı. Başka türlü olmaz. Kanıksamak, insanın başına gelebilecek en büyük beladır.
Nasıl bir 8 Haziran sabahına uyanmak istiyoruz, mesele bu
HDP anlaşmış mı? HDP şöyle mi yapar, böyle mi? Vatanı bölecekler mi? Demirtaş’a neden güvenelim? Şu bu… Uluslar için kritik anlar vardır. Karar anları. Tabii sakın yanlış anlaşılmasın, bir partinin barajı geçip geçmemesi, her şeyin sonu ya da her melanetin ilacı değil. Böyle ergen bunalımlarına girmeye gerek yok. Memleketimizin birikimi az buz değil. Bizim hukuk deneyimimiz de, anayasa deneyimimiz de, yönetim deneyimimiz de, hiç ama hiç ucuz değil.
Buna mukabil şu da bir gerçek: HDP’li bir parlamento ile HDP’siz bir parlamento arasında dağlar kadar fark var. Hiç kuşkusuz yalnızca HDP’nin değil, diğer partilerin de vekili olmalı. Saadet de, ÖDP de, TKP de temsil edilmeli. Bir demokraside böyle saçmalık olur mu?
Ancak şimdi barajı aşmaya en yakın parti HDP. HDP’nin parlamentoya girmesi yalnızca bir bölge ya da seçmeni değil, memleketi ilgilendiriyor. Ulusal bir sorundan söz ediyoruz. Nasıl bir 8 Haziran sabahına uyanmak istiyoruz, mesele bu.
Enayi miyiz?
Neymiş efendim, HDP bölücüymüş! Bu nasıl bir şaşkınlıktır Allah’ım? Herhangi bir Batı demokrasisinde, böyle bir ‘idari yapı’ var mı? Barselona plajında güneşlenen muhterem Türk turist, İspanya’nın 17 bölgeden oluştuğunu; Almanya’nın federasyon, İsviçre’nin kanton, İtalya’nın ve İngiltere’nin bölgeli devlet olduğunu, hiç bilmez mi? Fransa’nın çoğu bölgesinin iki ya da üç dilli olduğunu örneğin.
Daha ne söylemek gerek?
Asıl, HDP ya da CHP Türkiye tipi bir üniter yapıyı savunursa şiddetle karşı çıkılmalı! Böyle bir üniter yapıyı savunmak, ‘Yaşamımıza dair her kararı iki üç idareci alsın’ demek anlamına geliyor. Enayi miyiz biz? Bu somut gerçeği daha nasıl anlatmalı bilemiyorum ki…
Muhterem seçmen, seçime bir hafta kaldı. Ülkenin doğusundan bir el, tüm yurda uzandı ve diyor ki ‘Her ne olacaksa ‘birlikte,’ omuz omuza yapalım ve önce şu ahlaksız barajı, yine ‘birlikte’ aşalım.’ Son derece uygar bir seçim beyannamesiyle. Son derece demokratik, eşit yurttaşlık talepleriyle. Düzeyli seçim propagandasıyla. Batı olmadan doğu olmaz; ‘olmasın’ diyor o el. Sana uzanıyor. Sıkıca kavrayıp kavramamak, sana kalmış.
Bu fırsatı da kaçıracak mısın, kaçırmayacak mısın?
İyi seçimler.