MUSTAFA ALP DAĞISTANLI
@MalpDagistanli
2007’de Tüyap Kitap Fuarında, NTV Yayınları bölmesine gittim bir gün, o zamanlar orada çalışıyordum. Bir ara Adnan Oktar göründü, Adnan Hoca yani. Kılık kıyafet o biçim yine, kaşlar taranmış havada, havası binbeşyüz. Yanında arkasında jilet gibi giyinmiş soytarıları, korumaları, şürekası. Geldi, birkaç kitap evirdi çevirdi, bir şeyler eveledi geveledi, ikiledi.

Bir süre sonra kah cıvıl cıvıl kah curcuna halinde bir çocuk ordusunu peşine takmış Cüneyt Arkın göründü. Çocuklar kadar neşeli, çocuklar kadar eğleniyor… Ben de çocukluğumdan tanıyordum onu; Hacı Muratlarla, Malkoçoğlularla… O filmlerden hatırımda kalmış kasıntı halden hiç eser yoktu. Birçok oyuncu filmlerde rahattır, sevimlidir de gerçek hayatta kasıntıdır, Cüneyt Arkın tam tersiydi, karakter atmıyordu. Çocuklarla çocuk olmuştu, konuşuyor, şakalaşıyordu onlarla, laf atmalarına karşılıklar veriyordu. Bizim bölüme geldi, karşıladık, çocuklar da yavaştan dağıldı.
O yıl ‘Sizin Kahramanınız Kim?’ diye bir kitap basmıştık. Kırk kişiye bu soruyu sormuş, yazılarını toplamıştık. Bu kırk yazıdan birini Cüneyt Arkın yazmıştı: “Benim Kahramanım Anadolu.” Cüneyt Arkın’ı, bir şey bildiğimden değil, yazar yelpazesi çeşitli olsun diye, neredeyse içgüdüyle seçmiştim. Yazı o kadar iyiydi ki, şaşırmıştım, “Acaba kendi mi yazdı?” diye bir bit bile kafama gelip gitmemiş değildi. Tanıştık. “Kitabın editörüyüm ben Cüneyt Bey” dedim, “yazınızı çok beğendim, kitaptaki en iyi, en güzel yazılardan biri bence. Doğrusu şaşırttı beni.”
Nasıl olur da bir Yeşilçam artisti, Malkoçoğlu bu kadar güzel bir yazabilir, sorusunun cevabını öğrenmek istiyordum ama bunu nasıl soracaktım ki?
Cüneyt Arkın lafı gediğime koydu: “Ee oğlum, İkinci Yenicilerle düştük kalktık biz gençliğimizde, o grubun içindeydim…”
Şimdi net hatırlamıyorum, ‘oğlum’ dememiş olabilir ama işte o samimiyetle konuşuyordu, saygılı ama perde koymayan bir ilişki, bunu göstermek için ‘oğlum’u mahsus kullandım. Neyse, yazı kalitesinin kaynağını anlamıştım, fakat İkinci Yeni şiirine, özellikle bazı şairlerine düşkün biri olarak, verdiği bilgi daha da ilgimi çekti, samimiyetine bu da eklenince kanım kaynadı Cüneyt Arkın’a.
‘Ne yani Mustafacım, ….’la yaşadığım aşkı mı anlatayım!‘
Yıllar sonra Ülkü Tamer’in anılarında karşılaştım Cüneyt Arkın’la. Ülkü Tamer, a dergisi macerasını anlatırken şöyle diyor: “Malatya’nın yanı sıra Eskişehir’den gelenler de vardı. İstanbul’da dişçilik öğrenimi yapan Cengiz Çelikten’le doktor adayı Fahrettin Cüreklibatır. Cengiz şiir, Fahrettin öykü yazıyordu. İkisinin de yapıtları yayımlandı a dergisi’nde. Fahrettin sinemayı seçti sonra. Cüneyt Arkın oldu.”
On onbeş dakikalık bir ayaküstü sohbetti bizimki. Fırsatı yakalamışken acar yayıncı buldumcuğu olup “Cüneyt Bey” diye atıldım, “anılarınızı yazın da basalım, ne güzel olur!”
“Yazdım zaten onları” dedi.
“Öyle mi?” dedim. “Nerede?”
“Adını Unutan Adam diye kitap yazdım ya.”
“Benim hıyarlığım, bilmiyordum” dedim. “Peki, neler vardı kitapta?”
Birkaç cümleyle kitaptan bahsetti. Bunun üzerine tekrar bastırdım:
“Güzel, ama eksik Cüneyt Bey, benim dediğim tam o değil, şunlar şunlar da olmalı, sizin anlatacağınız
çok şey var, yapalım güzel bir kitap.”
“Ne yani Mustafacım” dedi, “….’la yaşadığım aşkı mı anlatayım!”
“Neden olmasın” diye cevap verdim, “koskoca Malkoçoğlu bundan mı korkacak!”
Sosyal içerikli filmde dayak yer mi?
Cüneyt Arkın’la ilgili, yazılmayan bir hikaye daha biliyorum, çok güzel. Coşkun Büktel merhum anlatmıştı. 1980’lerin sonu falan olmalı, belki ’90’ların başı, Cüneyt Arkın sosyal içerikli filmler yapmak istiyor. Senaryo için Coşkun’u bulmuşlar. Senaryoyu baştan Coşkun yazmamış ama üstünden geçiyor da olabilir, o ayrıntıyı hatırlamıyorum şimdi. Bir sahnede üç dört kişi Cüneyt Arkın’ı kıstırıp pataklıyor. Cüneyt Arkın itiraz etmiş bu sahneye. Coşkun da ona itiraz etmiş: “Cüneyt Bey” demiş, “bu artık Malkoçoğlu filmi değil, gerçekçi bir film bu, gerçekçi olmak zorundayız…”
“Tamam işte” diye cevaplamış Cüneyt Arkın da, “ben üç dört kişiyi gerçekten de döverim, gerçekçi
olması için uyarıyorum seni.”