
BAHADIR KAYNAK
@bahadirkaynak
Rusya’nın Ukrayna’yı işgale başlamasının hemen ertesinde Alman Şansölyesi Olaf Sholz Bundestag’da tarihi bir konuşma yapmış, ülkesinin o güne kadar savunma alanında sürdürdüğü düşük profilli politikalara son vereceğini söylemişti. Almanya, NATO’ya verilen taahhütler doğrultusunda savunma harcamalarını milli gelirinin yüzde ikisine çıkaracaktı. 4 trilyon dolara yakın bir büyüklüğü olan bir ekonomi için bu oranda harcama ciddi bir silahlanma çabası anlamına geliyordu. Almanya böylece dünyanın üçüncü, bilemediniz dördüncü en büyük savunma bütçesine sahip olacaktı. Dahası, Scholz’un bu planı, Rus saldırısının sıcaklığıyla Alman halkının üçte ikisi tarafından desteklenmekteydi.
Scholz’un açıklamaları, Putin Rusya’sının hoyrat politikaları sebebiyle iki ülke arasındaki özel ilişkinin kopmasına yönelik bir tepkiydi.
Çoğunlukla Gerhard Schröder zamanında derinleştiği düşünülen Almanya-Rusya bağları aslında Soğuk Savaş’ın sonlanmasına da kapı aralayan bir işbirliği arayışıyla doğmuştu. Batı Alman sermayesine ulaşabilme ihtiyacı, Sovyet yönetiminin artık Doğu Avrupa’da sürdürülemez hale gelen işgali sonlandırmasının gerekçelerinden biriydi. Soğuk Savaş sonrasında ise çoğu zaman Amerikalıların kıskanç bakışları altında, başta enerji olmak üzere çok farklı düzeylerde Berlin ve Moskova yakınlaştılar.
Alman ekonomisinin 2000’li yıllarda yakaladığı büyüme temposunun ucuz Rus gazı ve petrolünden beslendiği yaygın bir görüş. Nitekim Ukrayna savaşının bir sonucu olarak bu enerji bağının kopmasıyla Alman ekonomisinin teklemeye başladığını görüyoruz.
İşte bu uzun soluklu işbirliği ve karşılıklı bağımlılık ilişkisinin kırılması, yerine saldırgan bir Rusya’nın Avrupa için güvenlik tehdidi haline gelmesine Scholz, ülkesinin savunmasını yeniden ayağa kaldırarak cevap verme niyetini beyan etmekteydi.
Almanya’nın özellikle İkinci Dünya Savaşı sebebiyle omuzlarında taşıdığı ağır tarihsel yük, silahlanma programlarının önündeki en büyük engel olageldi. Aslında bizimki de dahil olmak üzere birçok dünya ordusuna örnek olmuş disiplinleri ve organizasyonları Alman ordu geleneğinin itibarını daha da artırabilirdi. Oysa tartışmasız, her iki dünya savaşının da en iyi ordusu olmalarına rağmen Nazi Almanya’sının başta Yahudiler olmak üzere sivillere yönelik vahşeti her şeyin önüne geçti. Artık dünyanın en etkin ordusuna sahip olmakla değil, saldırgan dış politikalarıyla ve soykırımla anılacaklardı.
Buna İkinci Dünya Savaşı sonrasına kadar Fransa’nın da Almanya takıntısından kurtulamaması eklenince, Avrupa’nın kendi ayakları üstünde durabilen bir savunma yapısı oluşturması neredeyse olanaksız hale gelmekteydi. Paris’in nihayet ikna edilmesiyle Batı Almanya’nın yeniden silahlanmaya başlaması ve 1955’te NATO’ya girmesi bu sefer daha sessiz ve derinden de olsa dikkate değer bir askeri gücün ortaya çıkmasına kapıyı aralayacaktı. Soğuk Savaş sona erdiğinde Batı Almanya ordusu, Avrupa’da muhtemel bir Sovyet saldırısını göğüsleyecek ilk cephe hattını tutmaya hazır, modern bir güçtü. 500 bin asker, 5 bin tank, 2 bin zırhlı personel taşıyıcıyla Batı Alman kara ordusu NATO’nun en önemli güçlerinden birisiydi. Ayrıca denizaltıların ağırlıkta olduğu bir donanma, hatırı sayılır bir hava gücü de Doğu Bloku’nun karşısına dikilmeye hazırdı.
Tarih boyunca birçok askeri gücün başına geldiği gibi Alman ordusunu da savaş değil barış eritti. Alman politikacılar, Soğuk Savaş sonrası azalan uluslararası gerilimden istifade ederek barış temettüsünü halkla paylaşmayı -haklı olarak- tercih ettiler. Artık bu kadar silahlanma harcamasına gerek olmadığına göre kaynaklar eğitime, sağlığa, altyapıya, sosyal devlet harcamalarına aktarılabilirdi. Parçalanmışlığını sona erdirmiş, eskisi gibi düşman bir ittifakla değil artık tamamen dost NATO ülkeleriyle çevrili bir Almanya’nın güçlü bir orduyu finanse etmesine gerek kalmamıştı.
xİlk başlarda düşen uluslararası rekabetle uyumlu görünen bu tercih, bilhassa son on yılda Putin Rusya’sının hiperaktif politikaları görmezden gelinerek sürdürüldü. 2011‘de zorunlu askerliğe de son veren Almanya’da savunma harcamalarında keskin düşüşler görüldü.
Barış politikalarının savunucularına göre Avrupa ile artan entegrasyondan Rusya da fayda sağlıyordu, dolayısıyla bu iş birliğini riske atacak bir işe girişmek onların da işine gelmeyecekti. Böylelikle 2014’te Donbas ve Kırım’a yönelik daha sınırlı operasyon da halının altına süpürüldü. Merkel yönetimi Kuzey Akım 2 hattının inşasına onay veriyor, Rusya’nın da sağduyulu biçimde iki tarafa da kazandıran plana sadık kalacağı düşünülüyordu. Belki de başta Almanya olmak üzere Avrupa’nın bu ılımlı politikaları Putin’e bir ileri adım daha atmasının mümkün olacağını düşündürdü. 2014’te olduğu gibi kısa bir cerrahi operasyonla iş bitirilecek, Almanya ekonomik çıkarlarına odaklanmaya, kısa vadeli kazançlara ikna edilecekti.
Savaşın başlangıcından bir buçuk yıl sonra başta Putin olmak üzere kimsenin planlarının tutmadığını söyleyebiliriz. Ancak Scholz’un Bundestag’da yaptığı konuşmanın coşkusu da sönümlenmiş görünüyor. Almanya savunma harcamalarını taahhüt ettiği seviyelere çıkaramadı ama özel fonlarla şimdilik açıkları kapatmaya çalışıyor. Fakat bu yöntem geçici olmaya mahkûm. İstenen savunma harcamalarını yapmak için vergilerin artırılmasına toplumun rızası yok. Sosyal harcamalardan silahlanmaya kaynak aktarılmasıysa ondan daha da zor görünüyor.
Dolayısıyla ortada parasal bir sorun var. Ayrıca Alman bürokrasisinin ağır aksak işleyişi mali sorunlar çözülse bile ordunun yeniden ayağa kaldırılmasının önünde bir engel olarak duruyor. Dahası, on yıllardır devam eden ihmalle çürüyen bir yapı birden canlandırılamıyor. Buna kamuoyunun konuyla ilgili azalan ilgisini de eklemek gerekir.
2022 Şubat’ında tüm Avrupa’da olduğu gibi Almanya’da da artan güvenlik kaygıları politikacıların savunmaya para aktarmaları için yeşil ışığın yanmasını sağlamıştı. Şimdi o ışık sarıya dönmüş görünüyor, zira savaş hala devam etse de Rus ordusunun Ukrayna’yı ezip NATO sınırına dayanamayacağı artık anlaşıldı. Daha sınırlı hedefleri olan bir Rusya ile Ukrayna uzun bir yıpratma savaşına tutunmuş görünüyor ki bu, Avrupa halkları için artık uzak ve kapılarına gelme ihtimali düşük bir çatışma. Velhasıl, bir buçuk sene önceki coşkuyla gidilmesi mümkün değil.
Ama bir de bardağın dolu tarafına bakalım. Almanya dünyanın en büyük beş ekonomisinden birisi ve hedeflerinin gerisinde kalsa da savunma alanında kısmi bir uyanış yaşıyorlar. Zeitenwende dedikleri kırılma noktası belli ölçülerde hayata geçiyor. Böylesine derin cepleri olan, dünyanın en itibarlı askeri geleneklerinden birine sahip bir ülkenin birazcık silkinmesinin bile Avrupa’nın savunmasına önemli katkı yapacağı açık. Ayrıca Alman silahlanması artık eskiden olduğu gibi şiddetli bir Fransız muhalefetiyle de karşılaşmıyor. Avrupa bütünleşmesiyle birlikte kıtanın kanlı savaşları geride kaldı. Bir zamanlar birbirinin can düşmanı Paris ve Berlin artık AB’nin iki ana motoru olarak birbirini tamamlıyor.
Bütün bu olumlu ve olumsuz faktörler bir arada değerlendirildiğinde Almanya’nın keskin dönüş hedefinin tam olarak gerçekleşmeyeceği ama yapılmakta olan manevranın bir kenara atılmasının da mümkün olmadığı anlaşılıyor. Önümüzdeki dönem Avrupa’nın kendi savunması için daha sağlam adımlar atacağı, Almanya’nın da bu dönüşümün merkezinde yer alacağı bir zaman dilimi olacak. Bunun ABD’nin uluslararası siyasetteki eksenini Asya’ya kaydırılmasıyla da doğrudan bağlantısı var ama o kısmı şimdi karıştırmayalım. Ağır aksak da olsa Alman ordusunun ayağa kalkması uluslararası güç dengesindeki önemli gelişmelerinden birisi olacak.