
Meşerret Şerbetçi
@dikencomtr
meserretserbetci@diken.com.tr
Bir 8 Mart’ı daha geride bıraktık. Bütün yasaklara rağmen kadınlar Taksim’de eşit, güvenli ve onurlu bir hayat için sloganlar attılar, dans ettiler, güldüler. Hepimiz içten içe yasaklara ve tüm engellere rağmen kadınların Taksim’e çıkacağını biliyorduk.

Tarihin akışında değişmez ve sürekli tekrarlanan bir olay. Ama bütün hafta nedense faillerin dayanışmasını, göz ardı edilen tacizleri, had bilmeyen erkekleri ve hatta buna göz yuman bazı kadınları düşündüm durdum. Peki neden?
Mesleğe aslında ne pek küçük ne de çok geçkin yaşlarda başladım. Yirmilerimin ortasıydı. Kadınların veya erkeklerin çoğunlukta olduğu ofisler fark etmezdi, orada bir fail varsa susulurdu. Bu ne yazık ki hâlâ bazı kurumlar için geçerli. Yılların hiçbir şey değiştirmemesi inanın çok canımı acıtıyor.
Cumhuriyetin ilk yıllarından o Babıali yokuşlarından Beyoğlu’nun ara sokaklarına kadar, gelin koskoca bir yüzyıl atlayın. Kadına nasıl nefes aldırılmadığını, gözden çıkarıldığını, ‘eksik etek’ denilip arka plana itildiğini görürsünüz. Cesur kadın gazeteciler bunu anılarında hep yazdı.
Hatta öyle ki bir kadının genel yayın yönetmeni, yazı işleri müdürü olması bile başlı başına bir olay olmuştur. Hiyerarşi olarak altta kalan erkekler ve kırılgan egoları bunu sindiremez. Başlarlar çamur atmaya, iftiralara, ‘ya bu kadın yönetemiyor’ demeye. Oysa bu lafları edenlerin yazdıkları, çizdikleri de ortadadır.
Kendilerinden akıllı kadınları aşağı çekmek için her şeyi yapan bu adamlar bu gücü nereden bulurlar? O adamlar ki mesleğe giren pırıl pırıl genç kadınlardan faydalanmak için de aralarında bir mutabakat yapar, tek tek şanslarını denerler. İçlerinden biri sınırı geçip o kişiyi taciz ettiğinde ne olur peki, hep birlikte susulur?
Bu sektörün harcı çoğunlukla susmak, görmezden gelmektir. Faillerle aynı çatı altından bilmeden istemeden çalışmak zorunda kalan o kadınlara bir şey diyemem. Demem mümkün mü? Onları kovmayan patronlar, kollayan erkek meslektaşlar asıl suçlularken.
Medyada böyle de ya sanat camiası, üniversiteler, kurumlar, STK’lar. Say say bitmez. Hepsi bir şekilde benzer bir çarkla dönüyor. Gücü arkasına alan o kişi psikolojik şiddet uyguluyor ya da fiziksel şiddet veya bir kadını cinsel olarak taciz ediyor. Sonra o kadın bunu duyurmak isteyince bir bakıyor arkasına, hiç kimse kalmamış.
Hele bir de sürekli eşitlikten bahseden, kadın hakları savunan bazı kadın gazeteciler, yazarlar ortadan kayboluyor. Olay durulunca faille sohbete, gülüşmeye devam. Ne demişti bir yazarımız “Türkiye’de her şey olabilirsiniz ama rezil olamazsınız”, düşündükçe ağlıyorum halimize.
Dediğim gibi bir medya böyle değil. Her yer bu ikiyüzlülükten payını almış. Fakat şöyle bir durum var ki işleri gereği eşitsizlikler, tacizler, doğrular ve ahlaktan bahseden bu insanların arka tarafta göz yumdukları veya bir parçası oldukları bu düzen can acıtıyor. Hayal kırıklarına sebep oluyor.
Anlattıklarım umutsuz bir tablo çizmesin, başınızı öne düşürmesin. Kadınların, özellikle genç kadınların bir fısıltıyla aralarında paylaştıkları bu deneyimler, tecrübeler, ifşalar günün birinde büyüyen bir mücadele balonu olarak o malum faillerin tepesinde patlıyor.
Fail faillikten, kısaca huyundan vazgeçmediği için bir yerde çuvallayacaktır illa ki. Ama söz konusu bu kişilerin kadın mücadelesiyle bir yerde yüzleşip hesap vermesi de büyük kazanımdır.
Buna göz yumup hiçbir şey olmamış gibi yapanları da tarih bir noktada yüzüstü bırakacaktır.
Gençliğimde üzerine gitmediğim için zamanla içimde büyüyen büyük bir öfke oluştu. Genç kadın gazeteciler, yazarlardan duyduğum ifşalar da bu öfkemi büyüttü. Hatta büyük bir kısmının hayatına giren erkeklerden gördüğü psikolojik şiddet ve onlara yardım edememe düşüncesi beni yıprattı.
Sonra gençken kendime de yardım edemediğimi ve bazı şeylerle geç yüzleştiğimi gördüm. Bazı failler zararını verip hesabı da bana bırakıp öylece geçip gitmişler.
Çek o kolunu omzumdan diyemediğim, ayak oyunlarıyla beni ve hepimizi işinden etmek isteyen o erkeklere haddini bildiremediğim için üzgünüm. Kendine güvenen kadınların özgüvenine bir düşmana saldırır gibi saldıran o erkeklerle de hesaplaşamadım.
Bu öfkem çok tanıdık dostlarım, sevgili Sevgi Soysal’ımızın da dediği gibi “Erkeklere, erkeklere, en çok onlara, bu kendilerini sonra yine kendilerini sevenlere kızgınlığım”.