MURAT SEVİNÇ
Yaşı 85. “Oy verecek misin” sorusunu yönelttiğimde, “Hiç halim yok, artık gidip oy vermek istemiyorum” dedi.
Israr etmeyip “Canın sağolsun” dedim. 1950’lerden bugüne oy vermiş. Doğrusu pek yararını da görmemiş verdiği oyların!
Ne zaman bu konular açılsa, bugüne dair yorumlarını geçmişe göndermeyle ve genellikle “Bir zamanlar da şucunun hükmü geçerdi”, “O zamanlar da bucunun bağırmasını dinlerdik”, “Memleket kimin ne hayrını gördü ki” gibi pek de haksız olmayan genellemelerle geçiştiriyor.
Son zamanlarda hayli kötümser. “Kim ne yaparsa yapsın, o yine kazanır, hep boşa uğraşıyorlar” deyiveriyor.
Ağrıları var, hastalıkları, yürürken de eskisi gibi rahat değil.
Yaşlılık işte. Diğerleri gibi.
16 Nisan öğleden sonrası torunu aramış. Sandığa gitmeyeceğini duyunca epey dil dökmüş. İkna etmeye çalışmış anneannesini.
Tabii genç cevval, bilinçli üniversiteli. Ne varsa bu çocuklarda var. Bakın aynen ‘Brexit’ saçmalığı içinde debelenen İngiltere’deki gibi Türkiye’de de 18-25 yaş arası, büyük farkla ‘Hayır’ oyu vermiş. Yaşlı kuşak gençlerin eğilimini anlamadığı, anlayamadığı için yaşamlarını berbat ediyor. Bilgelikmiş, deneyimmiş. Ah canlarım, neyin bilgeliğiyse o. Zannedersin ki yaşlanınca hepsi birer Bertrand Russell oluyor.
Bizim delikanlı nenesini ikna etmiş beş dakikada. Tabii herkese ‘Hayır’ diyor ama torunu geri çevirmek kolay iş değil! Saat 16.00 gibi, sandıkların kapanmasına bir saat kala iki büklüm çıkmış evden.
Oy vereceği ilkokul ile ev arasında yaklaşık iki yüz metre var. Bir kaç kez dinlenmiş o mesafede. Oyunu vermiş. Yorgun argın, zorlukla varmış evine.
Akşam sandıklar açıldı. Sayım sürerken YSK mühürsüz oy pusulalarıyla ilgili bir karar verdi. AKP’li üyenin başvurusuyla. “Geçerlidir” dedi. Kanun diyor ki, ‘geçersizdir.’ YSK kanuna aykırı karar verdi. Hukukta çoğu konu tartışılır da, bu açıklıkta bir hüküm için ilkokul ikinci sınıf okuma bilgisi yeter de artar.
Ne bileyim, örneğin seçmen yaşının 18 olması gibi bir hüküm tartışılmaz. Yoruma açık değil. Tartışma konusu olursa? Birileri çıkıp seçim esnasında “Yahu 18 yaşında olmasa da öyle görünen aklı başında küçükler de oy kullansın, sorun değil” der mi? Sonrasında koskoca yedi hakimden oluşan YSK itirazları reddeder mi? “18 deniyor ama oy veren o küçüklerin de maşallahı vardı” der mi? TV’lerde sürüsüne bereket saçma sapan adam bunu tartışır mı?
Kanunda bu kadar açık bir hüküm varken, basında kim neyi neden tartışıyor? Soytarılığın bile bir ölçüsü olmamalı mı?
‘Evet’ler mi önde çıktı? ‘Hayır’lar mı önde çıktı? Bilmiyoruz. Çünkü bilemiyoruz. Milyonlarca insan ‘Evet’ çıktığına inanıyor. Olabilir. Milyonlarca insan ‘Hayır’ çıktığına inanıyor. Olabilir. Sorun şu ki, önümüzdeki oylama sonucu ‘inanmak’ ya da ‘inanmamak’ ile ilgili değil. İnsan Allah’a inanır, aşka inanır. Oylama sonuçları, inanç olgusuyla ilgili değildir. Oylar sayılır. Hangisi diğerinden fazlaysa o kazanır. Basit. Dünyanın en basit eylemi.
Bu basit işin yurttaşı ikna edebilmesi, ‘kanun’ çerçevesinde oluşuna, kuralların ihlal edilmemiş olmasına bağlı. Eğer açık bir ihlal varsa, sonuç oy verenleri ikna etmez. Hakkıyla çıkan evet, hakkıyla çıkan hayır; ikisi de. Bunun tartışılacak bir yanı yok.
YSK kararı, bir kurul kararı. Başvurulursa ‘reddedecek’ Danıştay bir yargı organı. Başvurulursa reddedecek Anayasa Mahkemesi bir başka yargı organı. Başvurulursa muhtemelen reddedecek (AİHS Ek Protokoldeki o lüzumsuz ifade nedeniyle) AİHM bir uluslararası yargı organı. Belki Birleşmiş Milletler bünyesindeki komite, belki…
Bunlar, yargı organları, çoklukla teknik hukuksal nedenlerle ‘ret’ kararı verebilir. Verecekler. İyi hoş da, mahkemeler kararlarıyla güzeli çirkin, çirkini güzel yapamazlar. Gerçek değişmez. Rahatsız edici bir gülümsemeyle “Yargı yolu yok” diyen muktedirler, malumu değiştiremez. Gerçek, orada öylece, apaçık duruyor. Gerçeğin adı, kanuna aykırılık. O tuhaf ve kibirli yüz ifadeleri, kanuna aykırı bir kararı kanuna uygun hale getirmez. Hukuk devleti idealinden fersah fersah uzaklaşan bir memleketi, ‘kanun devleti’ dahi olmaktan çıkarır. Hepsi bu.
85 yaşındaki rahatsızlıklarıyla cebelleşen bir yurttaş, zorlukla sandığa gitti, yurttaşlık görevini yaptı. Diğerleri gibi. Tekerlekli sandalye ile gidenler gibi. Başkalarının yardımıyla, koltuk değnekleriyle gidenler gibi.
Annelerimiz, yaşlılarımız, hastalarımız, ulusun mensupları olarak oylarını kullandı. ‘Hakimiyetin kayıtsız ve şartsız temsilcisi olduğu varsayılan’ ulusun. Sonra oturup sayım sonuçlarını beklediler. Dürüst, ahlaklı, görevini yerine getirmiş yurttaş olmanın gönül ferahlığıyla. YSK’nin kanuna aykırı kararına dek.
Adliye duvarlarında yazar: Adalet mülkün temeli. Temelinden adaleti çekip alırsanız, mülk çöker.
Yüzlerdeki o tuhaf gülümseme, kanunun çiğnendiğini bilmemelerinden değil kuşkusuz. Hukuksal düzenlemelerin, muhalefetin elini kolunu bağladığının farkında olmalarından.
Onlara hukuk kurallarından söz etmenin hiç bir değeri yok. Anlayacakları dille seslenmeli.
O sandığa iki büklüm gidip oy kullanan yaşlı kadın, milyonlarca diğerleri gibi, oyunun akıbetinden emin olamadı. Hukuktan ve onu berhava edenlerden bir umudu, beklentisi yok. Egemenliğin temsil edildiği Meclis’in kuruluşundan 97 yıl sonra, Anadolu toprağının çilekeş insanı hüviyetiyle, yaşanan hukuksuzluğa neden olanlar her kimse onlara, iki çift sözü var. Kendisinin bilebildiği ve onların iyi anlayacağı dilden.
Hakkını helal etmiyor…