MURAT SEVİNÇ
Türkiye yeniden başkanlık sistemi sohbetleri yapıyor. 1970’lerde (Erbakan), 80’lerde (Özal), 90’larda (Demirel) olduğu gibi.
‘Sohbet’ sözcüğünü özellikle tercih ediyorum. Çünkü yapılan, ‘tartışma’ adını hak edecek türden bir eylem değil. Çünkü şu anki Türkiye koşullarında, böylesi bir sohbetin ‘tartışma’ niteliğine bürünme olasılığı yok. Çünkü bir konunun/olgunun/durumun/kurumun tartışılabilmesi için, ortada doğru tanımlanmış bir ‘sorun’ ve o sorunu doğru anlayıp çözümüne yönelik düşünce ileri sürebilecek ‘nitelikli tartışmacılar’ın olması gerekir. Çünkü memlekette anlamlı bir sistem tartışması yapacak, yapabilecek nitelikteki kamu/anayasa hukukçuları ve siyaset bilimcileri, söz konusu ‘sohbet’in tarafı değil ve ayrıca bu kişilerin istisnasız tümü, Türkiye için ‘parlamenter’ sistemden yana. Çünkü bu insanlar dünya biliyorlar; sistem karşılaştırmayı biliyorlar; başkanlık sistemini ve ABD’yi biliyorlar; ‘anayasal sistem’ denilen ‘bütünsel yapı’nın hükümet biçiminden ibaret olmadığını biliyorlar ve tabii Türkiye’deki sorunların belki binde birinin parlamenter sistemden kaynaklandığını biliyorlar. Haliyle, tartışmaya dönüşme ihtimali olmayan bu saçmalığın ‘taraf’ı olamıyor, ‘taraf’ haline getirilmiyorlar.
Hâl böyleyken Türkiye kamuoyu Burhan Kuzu’ya ‘maruz’ kalıyor, her Allah’ın günü…
Her neyse, bunlar sonraki yazıların konusu olsun. Okuyacağınız satırlar, ısıtılıp yeniden sunulan başkanlık hevesinin günümüzdeki temsilcilerinin ‘zihniyet’i açısından son derece önemli biri olan Necip Fazıl Kısakürek’in önerdiği devlet/hükümet/toplum modeli üzerine.
Necip Fazıl’ın serüveni
Türkiye’yi yöneten kadroların yetişme çağının ‘İslamcı kahraman’ıdır Necip Fazıl. Önceki İslamcı yazarlardan (Nursi, Mehmet Akif gibi) farklı olarak, ‘din’in yönetim dışında bırakıldığı dönemin insanıdır.
1904 doğumlu şair (asıl adı Ahmet Necip) hemen her konuda yazmıştır. 1920’lerde hayli renkli (!) yaşayan, Batı edebiyatı ve felsefesiyle beslenen Kısakürek, 1930’larda Abdulhakim Arvasi (Nakşi) ile tanışmasının ardından yavaş yavaş başka bir mecraya yönelmiş, ancak 1940’lara dek bohem hayatını sürdürmekten geri durmamıştır. Bunlar, CHP sayesinde iş ve kaynak bulduğu yıllardır. DP döneminde maddi kaynağı değişmiştir haliyle. Örtülü ödenekten ‘epeyce’ yararlanmış, Menderes’i öve öve bitirememiştir. Övgü sözcüklerini burada yazıp ‘sevenleri’ni daha fazla kahretmek istemem!
1943’ten 1978’e dek arada bir yasaklansa da ‘Büyük Doğu’yu çıkarmıştır. Radikalleşmesi ise 1940’ların baskı ortamında gerçekleşmiş, bu dönemde hızla dinciliğe savrulmuştur. Meşhur Tan Baskını’nı (4 Aralık 1945), çıkardığı derginin ‘ilk büyük etkisi’ olarak ‘memnuniyetle’ karşılamıştır!
DP’nin iktidara hazırlandığı 1949’da ‘Sakarya Türküsü’nü yayınlamıştır. Şiirin şu dizeleri, yıllar sonra Erdoğan tarafından çeşitli ‘vesilelerle’ dile getirilecektir: ‘Öz yurdunda garipsin, öz vatanında parya.’
‘Büyük Doğu’nun ‘büyük’ başarılarından (!) biri de, gazeteci Ahmet Emin Yalman’ı ‘İslam düşmanı’ ifadeleriyle hedef göstermesidir. Ardından, yaşamını birkaç yıl önce hiç de hoş olmayan bir suçtan dolayı giydiği ‘hükmün’ lekesiyle tamamlayan Hüseyin Üzmez, ‘Büyük Doğu’nun hedef gösterdiği Yalman’ı vurmuştur. Hedef gösterme geleneği de, gösterilen hedefi imha etmeyi görev bilen faşist tutkusu da, hiç ‘yeni’ değil anlayacağınız!
Necip Fazıl 27 Mayıs’ı kıyasıya eleştirmiş, 12 Eylül’ü içtenlikle övmüştür. Necip Fazıl’a göre 12 Eylül, ‘iç darbe değil, iç şahlanıştır.’ Celal Şengör’ün kulakları çınlasın!
Günümüz yöneticilerine etkisi
Kısakürek’in günümüz muktedir kadrolarını çokça etkilediği yıllar, 1960’lar ve 70’lerdir. Hınca hınç dolu salonlarda birkaç yüz konferans vermiştir. Konferanslar, ‘sözlü kültür’ün başat olduğu toplum kesiminde çok ses getirmiştir.
Ateşli ve etkileyici bir konuşmacıdır. Gençliğe Hitabe’yi, 1975 ilkbaharında Milli Türk Talebe Birliği’nin düzenlediği gecede seslendirdiğinde, salonda Necmettin Erbakan, Abdullah Gül ve Tayyip Erdoğan da vardır ve Erdoğan o konferansta ‘Sakarya Türküsü’nü okumuştur. Nasıl bir etkisi olduğunu anlatabilmek için Hitabe’den bir iki satır aktaralım: ‘Dininin, dilinin, beyninin, ilminin, ırzının, evinin, kininin, kalbinin davacısı bir gençlik… halis hürriyeti Hakka kölelikte bulan bir gençlik…’ Tanıdık geldi mi?
Yeni Türkiye’yi yönetenlerin kahramanı, Tanzimat, Meşrutiyet ve Cumhuriyet rejimlerine nefretini gizlemeyen (son ikisi için Yahudi ve Mason komplosu gibi ifadeleri var), antisemit ve dehşetli solcu düşmanı Necip Fazıl’ın en çok değer verdiğini söylediği eseri ise meşhur ütopyası, ‘İdeolocya Örgüsü’dür. Necip Fazıl, dizginleyemediği megalomanisinden olsa gerek, kavramları olduklarından farklı adlandırır: İdeolocya, faşizma, Nazizma, psikolocya, komünizma gibi… İdeolocya Örgüsü, İslam toplumu ve devleti üzerine bir ütopyadır. Ve tabii ki başkanlık sisteminden yanadır! Ancak yine, kendine özgü bir başkanlık.
‘İdeolocya Örgüsü’ ve ‘Başyücelik Devleti’
İlk olarak Haziran 1951’de Büyük Doğu Partisi Ana Nizamnamesi’nde sunmuştur ‘Başyücelik Devleti’ni. Benim yararlandığım nüsha 1959 basımı (Doğuş Şirketi Matbaası). Necip Fazıl bu baskının önsözünde eserini tamamlamadığını belirtmiş. Ancak 1960’ların sonunda yayınlanıp defalarca yeniden basılmıştır İdeolocya Örgüsü. Bazı eklemeler, derleyip toparlamalar var ancak eserin özünü değiştirmemiş.
Militarist esaslara göre örgütlenmiş, Altı Ok’un yerini Dokuz Umde’nin aldığı ve İslam hukukunun (kendince yorumlarla) uygulandığı bir devlettir Başyücelik. Meclis yerine, Yüceler Kurultayı kurulmuştur. Üyeleri, en iyiyi düşünüp yapan insanlardır. Yaşları 40-65 arasında değişen Kurultay üyelerini Kısakürek’e göre halk değil, Hak seçmiştir. Kendi ifadesiyle, “Bu Kurultayın reis kürsüsünün arkasında ‘Hakimiyet Hakkındır!’ cümlesi yazılıdır ve kanun onun kanunu, devlet onun devletidir.”
Kurultay üyelerinden biri, Başyüce seçilir. Ölünceye dek yeniden (beş yılda bir) seçilebilir. “İşte bizim Başyücelik mefkûremiz, bu şekillerin birbirine nisbetle fayda ve mahzurlarına karşı, faydaların her birinden süzülüp, bütün mahzurların her birinde bırakıldığı, bir tamamlık ifadesidir.”
Başyüce ile Kurultay arasındaki ilişkileri anlatmayacağım ancak söz konusu olan ‘Necip Fazıl tipi başkanlık’ sistemidir! Başyüce, milletin bir bedende hemhal olmuş biçimidir. Başyüce İslam kanunlarına uyar, ancak emirleri, o kanunları tamamlayıcı kabul edilir. Anlayacağınız, ‘kanun’ Başyüce’nin elinin kiridir. Hükümetin sorumlu olduğu, adaleti dağıtan kişidir Başyüce. Tabii, silahlı gücün de gerçek başıdır.
Necip Fazıl’a göre “İslam inkılâbı orducudur… Evet, Yeni Altun Ordu. İslam inkılâbının rüyasını gördüğü ordu ismi budur.”
‘Ruh ve Ahlak’, ‘Umumi İrfan’, ‘Nüfusu Çoğaltma Güzelleştirme’ gibi bakanlıklar vardır. Yüce Din Dairesi denetimle görevlidir ve bu dairenin başı da Başyüce tarafından atanır. Yönetimde hukuksal etkisi olmayan ve herkesin katılabileceği bir Halk Divanı da bulunmaktadır sistemde. Buna da Necip Fazıl tipi ‘Hyde Park Corner’ diyebiliriz! Başyücelik Devleti, tam bir ‘İslamcı seçkinler yönetimi’dir. Celal Şengör’ün kulaklarını, bir kez daha çınlatalım…
Necip Fazıl, ‘İdeolocya Örgüsü’nde hemen her toplumsal konuya değinmiştir. Kadın, mektep, sıhhat ve güzellik, güzel sanatlar, aile, şehir, köy, milliyet, gençlik, ekonomik nizam ve sosyal yardımlar… Sayılan alanlardaki genel görüşlerinin bir kısmı, bugün Türkiye’yi yönetenler tarafından zaman zaman dile getirilmekte, en radikal bazı görüşleri ise, kimi zaman ağızdan kaçırılmaktadır!
Günümüz muktedirlerinin hayran olduğu Necip Fazıl’ın siyaset konusundaki görüşlerini anlattığı başlıkta, ‘İslam devriminin dış düşmanları’nı saptadığı şu satırlar yeterince manidardır: “İslama iman dairesinin dışından musallat, tam 100 senelik, Allahsızlar, köksüzler, şahsiyetsizler, mukallitler nesli ve bütün yardımcılar… (Bunların faal yardımcıları, manevi sömürge ustası Garplılar, Yahudiler, Masonlar, dönmeler, melezler ve kozmopolitlerdir).” Nasıl, havuz medyası ‘okur’, sahiplerini ‘dinler’ gibisiniz değil mi?
Davaları, çeşm-i bülbül hassasiyetinde
Son olarak, Başyücelik Devleti mimarı Necip Fazıl’dan bir de ‘taktik’ öğrenelim! Şair, takipçilerine/hayranlarına ‘temkinli’ hareket etmelerini; özellikle ‘laiklik’ tartışması konusunda amiyane tabirle sözü biraz ‘yuvarlamalarını’ öğütler: “… davamız çeşm-i bülbül kadar naziktir, yere düşürüp kırmayalım.”
200 küsur yıldır tüm dünyanın bildiği ve yalnızca ABD’nin özel koşullarında başarılı olabilmiş başkanlık sistemi üzerine ‘sohbetler’, daha çokça yapılır nasıl olsa. Belli ki bir süre daha, ‘bir yönetici grup’ yürürlükteki anayasayı ihlal etmesin diye, onların keyfine uygun yeni anayasa hazırlanması konuşulacak ve buna da ‘demokratik anayasa girişimi’ denilecek. Bu zırvaya, olsa olsa ‘la havle’ denilir.
Söz konusu ‘acılı’ süreçte, muktedirlerin zihin haritasının kimlerce oluşturulduğuna daha yakından bakmakta yarar var…
Öneri: Konuya dair yararlı olacağını umduğum üç yazı önermek isterim. Tanıl Bora’nın Birikim’de yayınlanan yazısı: Sayı 312, Nisan 2015,. s. 81-91. Ayşe Hür’den, http://www.radikal.com.tr/yazarlar/ayse-hur/necip-fazil-kisakurekin-oteki-portresi-1115579/. Fatih Yaşlı’dan, http://haber.sol.org.tr/yazarlar/fatih-yasli/baskanlik-yetmez-basyucelik-devletine-gecelim-56259
Necip Fazıl-Nihal Atsız ittifakı, evlat olsa sevilmez…
Necip Fazıl’ı anlamak, ‘Yeni Türkiye’yi anlamaktır!
Başkanlık sistemine dair doğru sanılan yedi yanlış